Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '19

 
Kategori
Öykü
 

Göbeklitepe 15

Meliktu ve Arkeot izleri  kolayca takip ettiler. Candeme’yi görüyorlardı. Elleri arkasına bağlanmış, arada sırada hızlı yürümesi için nöbetçilerin iteklemesine maruz kalıyordu. Sesleri duyuluyordu iki gardiyanın.

Biri “Ne dersin Kurukye bunu hemen burada öldürelim mi. Okriyan’a elimizden kaçırdık deriz. Bunun eninde sonunda salınacağını düşünüyorum. Bu hiç işime gelmiyor.” Dedi.

Kurukye “Ben de aynı fikirdeyim Namulka. Esirimizle bir süre alay edeceğiz. Bu biraz eğlenceli olacak. Her defasında eğlence yine bitecek. Ama esirimizi öldürürsek hem Okriyan’a hesap verme heyecanı hem zevk için öldürme heyecanı yaşayacağız. Söyle nasıl yapalım bu işi.”

Namulka “Yere çukur kazalım, canlı canlı gömelim. Çukuruda düzgün kazalım. Hatta çukurda bir delik oluşturalım. Esirimiz nefeste alsın ama açlıktan acı çeke çeke can versin.”

Candeme telaşa düştü. “Ne olursunuz yapmayın böyle. Kumpankana adına, ben ölürsem elinize bir şey geçmez. Yamyam değilsiniz, beni yemezsiniz. En iyisi beni salın, ben kaçayım, beni yakalamaya çalışın. Bu daha zevkli olur.” Dedi.

Namulka “Gerçekten zekisin, sen kaçacaksın biz yakalayacağız. Yakaladığımızda sana ne yapacağımızı biliyor olmalısın. Söyle bakalım seni yakalarsak ne yapacağız.”

Candeme “Beni bir kere yakalayamazsınız. Bu sizi daha çok heyecanlandırır. Şayet ayağım taşa çarpar düşersem ben size yine yalvaracağım. Bana acırsanız sizin için başka heyecanlı planlar düşüneceğim.”

Namulka “Demin Kumpankana dedin. Bu bizim klanın çok gizli bir sırrı. Söyle bize nerede ve kimden duydun bunu.”

Candeme “Kumpankana benimde sırrımdır. Rüyamda bana bu simi söylediler. Onun tüm avcılar için cesaretle yanardağa girdiğini, orada ölümsüzlüğe geçtiğini söylediler.”

Namulka “Söylediklerin sırrımızın bir kısmı. Bunu nasıl öğrendin bilmiyorum, Ama ölümsüz avcımızın adına seni öldürmeyeceğiz. Seni serbest bırakacağız. Biraz sonra başlayacak olan kovalamacada yakalanırsan seni yok edeceğim için üzülürüm. Ne de olsa sırrımızı biliyorsun. O yüzden iyi koş ve yakalanma.”

Namulka Candeme’nin arkadan bağlı ellerini çözdü. Candeme koşmaya başladı. İyice uzaklaşmıştı. Namulka başla işareti verdi ve kovalamaca başladı. Candeme ağçların arasında can havliyle koşuyordu.

Meliktu ve Arkeot ağaçlar arasında ki kovalamacayı geriden sürdürüyorlardı. Kovalamacayı sonlandırmak ve Candeme’nin yalnız olmadığını belli etmek istiyorlardı. Meliktu “Bu böyle olmayacak, onlara yetişsek bile kanlı bir kavga olacak. En iyisi bağıralım ve caydırıcı olalım.” Diye söylendi koşarken.

Arkeot ve Meliktu “Hey hey.” Diye bağırdılar birkaç kez. Ama seslerini kimse duymadı. Birden geriden ses duydular. Dönüp baktılar. Bu Candeme’ydi.

Candeme “Gelin buraya görünmeyin. Beni kovalayanlar uzaklaştı. Hemen ırmağa girip karşıya geçelim.”

İleride ırmak yatağı vardı. Irmağa girdiler, yüzerek karşı kıyıya geçtiler. Soğuk su ile kendine geldiler, sakinleştiler. Sonra üçü ormanın içinde ilerlemeye başladılar. Bölgelerine doğru ilerliyorlardı. Orupta’nın peşindekileri de unutmamışlardı. Klanı kalabalıktı, bir kavgada yene taraf olacaklarını biliyor, takipten de kurtulup bölgelerine döneceklerini tahmin ediyorlardı.

Orupta ve klanı gece yarısına kadar mağaradan çıkmadı. Orupta’nın aklı ise geride bıraktıkları tahıllardaydı. Onlara ihtiyaçları vardı. Tahıl stokları azalmıştı.

“Geri döner ve tahılları alabilirsek çok güzel olacak. Peşimizdekiler günlerce bizi kovalayacak değil. Diyorum ki bir kez daha deneyelim. Tahıllarımızı alıp eve dönelim.” Dedi Orupta Akaptu’ya.

Akaptu “Yanımızda tahılları taşıyacak soframızın olması sevindirici bir şey. Okriyan klanı tahıllarımızı alıp götüremez. Bunun için uzun bir zamana ihtiyaçları var. Ellerinde de bizlerde ki gibi sofraları yoktu. Oraya dönersek üç beş nöbetçiden başka bir şeyle karşılaşmayacağız. Onları alt etmek kolay olacak. Belki dökülen tahıllarımızı tamamen terk etmişlerdir. Çünkü bizi korkmuş zannediyorlardır ve gecenin bir karanlığında etrafa saçılan tahılları toplamak oldukça zordur.”

Orupta “Başka çaremiz yok, tahılı bırakıp başka şeylerle beslenmede zorlanırız. Bizi ne meyve doyurur ne de o renk renk sebzeler. Sen de farkındasın tahılsız bir yemek insana daha çok yedirir. Bu da hiç sağlıklı değil. Avlanırken ağırlığımız bize çok sorun çıkarır. Şimdi dışarıya çıkıyoruz ve tahılların olduğu yere geri dönüyoruz.”

Mağaradan çıktılar. Tek sıra halinde ormanda ilerlemeye başladılar. Orupta önden iki genç gönderdi. Tahıllara bakıp geleceklerdi. Nöbetçi varsa kaç kişi olduklarını öğreneceklerdi. Gergin bir bekleyiş süreci başladı.

Az sonra iki genç çıka geldi. Gençlerden biri “Orada iki kişi var. Etrafa baktık iki kişinin dışında kimse göremedik.” Dedi.

Diğer genç “Oraya gidelim ve o iki kişiyi kovalım. Ve hızlıca tahıllarımızı alıp tüyelim.”

Orupta “Hemen gidiyoruz. Kanuyer’in dediği gibi nöbetçileri kovalım. Kan dökersek başımıza büyük iş açarız. Zannedersem Okriyan’ın klanı ile bölgemizde karşılaşabiliriz. Bir kavga çıkacağı kesin. Onların nöbetçilerini öldürüp onları daha da öfkelendirmeyelim.”

Harekete geçtiler. Tahılları bıraktıkları yere yaklaştıklarında Orupta ve klanı hepsi birden ıslık çalmaya başladı. Nöbetçi iki Okriyan avcı şaşkınca etraflarına baktı. Islık seslerinin yaklaştığını hissettiklerinde hızlıca koşarak nöbet bekledikleri yeri terk ettiler.

Orupta ve birkaç genç dürülü deri torbaları açtı. Ardından klan seri bir şekilde buğday başaklarını sofraya yığdılar. Sofrayı iki büklüm ettiler. Sonra deri halatlarından çekip patikayı çıktılar. Ardından klanın hepsinin yardımı ile hızlıca koşarak tahılları sürükleyerek yol aldılar.

Orupta klanı bölgelerine sorunsuzca geldi. Henüz gece yarısı olmamıştı. Klanda bir tedirginlik vardı. Okriyan klanı her an gelebilir saldırabilirdi. Gece olmasına rağmen kimsenin gözüne uyku girmemişti. Sabaha kadar uyanık kalacaklardı. Bir gerginliği ancak bir değişiklikle atlatabilirlerdi.

Sabah oldu hala Okriyan klanı yoktu. Öğlen oldu yine yoktu. Ve akşam oldu. Olayın üzerinden bir gün geçmişti. Rüzgar çıkmıştı birden. Klanı sevinç kapladı. Bu buğday başaklarını kabuklarından elemek demekti. Tüm klan buğday başaklarını ayakları ile ezip kabuklarının kırılmasını sağladılar. Ve rüzgarda buğday tohumlarını kabuklarından elemeye geçtiler. Elenen buğdaylar hemen dişi avcılarca taş parçaları ile kırıldı, ufalandı. Sonra ıslatıldı. Bir süre sonra ağaç dallarına hamur parçacıkları olarak serildi ve toprak ocağın içinde pişmeye başladı.

Kısa sürede yiyecekleri ocaktan çıktı. Kanpe Dikmus dairesinin önünde yerde, halka olmuş erkek avcılara dağıtıldı. Ekmeğini kimisi, hamurdan yapılan biralarla tüketiyor kimisi sulu meyvelerle yiyordu. Birayı avcı erkekler içiyordu. Gençler imreniyordu onlara ama içmeleri yasaktı. Klanın büyükleri bu yasağın bilincindeydi. Büyüme evresinde ki gençlerin bünyeyi değiştiren birayı içmeleri ilerideki avcı yeteneklerini körelteceğinden bu yasağı koymuşlardı. Gençlerin bu mahrumiyetine karşılık onlara et yemede hep öncelik veriliyordu.

Gençler Neridya Kunna dairesinin önündeydi. Yiyeceklerini bitirmişler birbirileri ile şakalaşıyorlardı. Büyükleri avcılarda yiyeceklerini bitirmişler sohbete başlamışlardı. Her zamanki gibi gençleri yine merak saldı. Klandan birkaç yaşlı ve Akaptu ile Orupta konuşuyordu. Yine gizemli şeylerden bahsediyorlardı. Bu gizemleri ancak seçilmiş kişiler arasında olurdu. Bu yasağa uyan büyük avcılar köşelerine çekildi.

Birkaç genç yasağı delmeyi denedi. Kanpe Dikmus dairesinin arkasından dairenin içine girip oradan dinlemeye başladılar.

Orupta anlatıyordu. “Bilin ki gizli bir şey saklanmaya değecek güçte ise bunu kullanmak çok değerlidir. Bu gizliliği bir kişi bile bilse ölümde bile söylememeli. Çünkü gizlilik söylendiğinde ruh gizliliğe bağlanır. O kişi gizlilik gücünü yitirene kadar bu dünyada hapis olur. Gizlilik söylenmediyse öteki dünyada o sır denen şey ona yine arkadaş olur ve belli bir zaman sonra kendini sahibine bildirir.”

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..