Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '19

 
Kategori
Öykü
 

Göbeklitepe 8

Orupta güneşin kızıllığına gözünü kırpmadan uzun süre baktı durdu. Yanında Arkeot vardı. Orupta’nın ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu. Tahmini devasa dikitlerle oluşturulan kutsal alanın geleceğiydi. Bir süre önce bunu Orupta’dan duymuştu çünkü.

Orupta “Seni karşıma çıkaran bir daha ne zaman çıkarır bilmiyorum. Yani sen ben öleceğiz bir gün. Biz avcıların tanrısı bizi nasıl kollayıp gözettiyse onun, ölüm denen feci, pamuğun içindeki dikenin çekilişini hepimiz yaşayacağız. Ölümü bu dikitlerle yenebilirsek baharda, tohumların filizlendiği gibi bir gün yine karşılaşacağız. Ama birbirimizi tanıyamayacağız. Geçmişten bize bilgi verilmezse böyle olacak. Bak ne güzel konuşuyorum. Bunu inşa ettiğimiz kutsal alana borçluyum. Bilinmezi böyle çoğaltırsak bir gün bilinene kavuşacağız.”

Arkeot “Aklıma bir şey geliyor, biz bir şeyler başardık. Bunun örneği hiçbir yerde yok. Bu örneği tanrılara armağan edemez miyiz?”

Orupta “Armağan edebiliriz fakat böyle devasa yapıyı inşa ettiğimizden daha zordur tanrılara armağan etmek.”

Yanlarına klandan Markeo isimli avcı geldi. Endişeliydi yaklaşırken. Orupta’ya aidiyet duygularıyla bakınca konuşma cesareti geldi.

Markeo “Az sonra dişiler yiyeceklerimizi pişirmiş olacak. Kutsal dairemize sizi bekliyorlar.”

Orupta bir şey demeden yerinden kıpırdadı. Üçü beraber ilk inşa edilen kutsal daireye geldiler. Orupta bu daireye ‘Kutul Kamar’ diyordu. Onun bu yakıştırmasını tüm klan benimsemişti. Burada daha çok klanın söz sahibi kişileri bir araya gelir konuşurdu. Şimdi ise önlerinde kuru hayvan derisi üzerine boca edilmiş, çanakların içinde haşlanmış tahıl ve et vardı.

Orupta eline bir et parçası aldı ve yüksek sesle “Ekmek yiyin su için. Aç iken doyduğumuz tok iken acıktığımız bu kutsal yerde, yiyeceklerimizin kokusunu alan tanrılar bizimle.” Diye dua etti. Beş kişi önlerinde ki yiyecek yığınından elleri ile alarak yemeye başladı. Yanlarında su kabağından yapılmış kaplarından bira  da içiyorlardı. Bira, onları bilinmezlere yaklaştırdığı için içiliyordu. İçip sarhoş olup zevk vermesinden değildi içmeleri.

Orupta “Söyle Danes şimdiye kadar kaç geyik avladın?” diye konuştu.

Danes “On beşi geçti. Avladığım geyikleri hayvanlarla paylaşmadan yemedim hiçbir zaman. Her avda bir yırtıcı ile karşılaştım. Gücüm yeterse yırtıcıyı kovardım. Ama yırtıcılar bir aslan grubu ise etten büyük bir parça koparıp hemen oradan uzaklaşırdım.”

Orupta “Kimsenin gönlünü kırmak istemem ama avlarımız bizim zaferlerimizdir. Ne olursa olsun avlarımızdan yırtıcılara kaptırmak bize zayıflık getirir. Öyle bir avı yemektense bırakıp gitmek daha iyi.”

Arkeot araya girdi. “Kolay ava alışan yırtıcılar Tanrıları değil öfkelendirmek Tanrıların bize ceza vermesine neden olur. Bu kutsal alanı tanrıların gazabından kurtulmak için inşa ettik. Eğer şu an Tanrılar bizi işitiyorsa buraya öfke ile değil imrenmekle bakıyorlardır. Bakın gökteki yıldızlara ne kadar yüceler. Biz oralara çıkabilir miyiz. Orupta’nın dediği gibi göklere çıkan avlarımız kusursuz olmalı. Ava tek başına değil grup halinde çıkılmalı. Ancak böyle baş edilir yırtıcılarla.”

Kutul Kamat dairesinin dışında bir hayli kalabalık çocuk grubu vardı. İçeriden işitecekleri her söz onların eğlencesi olacaktı. Onlar böyle öğrenip gelişiyordu. Ama onları oradan uzaklaştırmaya çalışan avcılarda çocukların yaptığını yapıyordu. Dinlemek ve bilmek avcıların tek vazgeçilmeziydi.

Orupta “Bu gece dolunay bize kutsallık kattı. Onu gelim dışarıda ki meraklılarla da kutlayalım.” Dedi. Ayağa kalktılar. Ağır adımlarla dairenin labirentinde yürüdüler. Yürürlerken “Güneş, ay, mızrak.” Kelimelerini defalarca söylediler.

Dışarıya çıktıklarında kalabalık bir avcı grubuyla karşılaştılar. Diğer dairelerden gelen lider kadrolar Orupta’nın önünde diz çöktüler. Çünkü Orupta bira içmiş onlara gizem dolu bakışlarla bakmıştı. Avcılar bu bakışı gayet iyi okuyorlardı.

Orupta “Şimdi hepiniz yere oturup daire şeklini alın. Bu gün Kutul Kamar ayini yapacağız.”

Yere oturdular. Orupta bir sağdan saydı bir soldan. “Sağdan beş kişi güneş, soldan iki kişi ben dahil ay.” Dedi. Ardından başlarını eğip gözlerini yumdular.

Ayini konuşmaları ile Orupta yönetiyordu. Önce her biri beş yüz defa güneş dedi fısıltılı seslerle. Orupta bir şeyler mırıldandı. Sonra “Dolunay.” Diye seslendi sesine gizem katmışcasına. Beş yüze defa da dolunay dedi grup. Orupta yavaş yavaş okuyordu sözleri böyleydi ayinin özelliği. Acele etmeden sözleri fısıltılar halinde söylemek.

Sıra “Ya avcı, ya Tanrı, ya mızrak.” Sözlerine geldi. Grup bu sefer sözleri içinden söylemeye başladı.

Uzun sürmüştü ayin. Gök yüzünde ki ay üç adım ilerlemişti ayin başlayalı beri. Dairenin içinde olmayan diğer avcılar dairenin dışında onları çevreleyecek şekilde oturmuşlardı.

Orupta “Bizi bırakmadığın gibi biz de seni bırakmadık.” Diyerek ellerini havaya kaldırdı. Gruptakiler de aynı hareketi yaptı.

Orupta “Kızıl güneş içinize aksın.” Dedi. Diz dize olan avcılar başlarını eğip bir müddet ölü gibi sessiz oldular. Sonra Orupta “Kutlu olsun ayinimiz.” Deyince tüm avcılar başlarını kaldırıp gözlerini açtılar. Yerlerinden kalktılar. Avcılar dağılıp çadırlarına doğru uzaklaştılar.

Orupta’nın yanında Danes ve Arkeot vardı. Bölgenin dışına doğru yürüyorlardı. Bir ağaca yaklaştıklarında Orupta “Burası sessiz ve sakin. Konuşacaklarımız çok özel bizi duymalarını istemem. Oturun yere.” Dedi. Devam etti.

“Konuşacaklarım bazı dişilerin erkek avcılarla olan ilişkileri. Benim dişiden duydum. Avcının biri dişisinin saçını çekerek dövmüş. Hiç istemem böyle bir durumun yaşanmasını. Şimdi gidip o avcıya da aklını başına al da diyemem. Bunun önünü almazsak dişi dövmek bir salgına dönüşür. O yüzden bu işi gizi yürüteceğiz. Planım şu. Dişilerini en çok döveni tespit edeceğiz. Ve onu yargılayacağız. Sonra o avcıyı Kutul Kamar dairesine sokup hapsedeceğiz belli bir süre. Ve daire onu öyle bir tılsımlayacak ki o avcı kendi kendine ölüp gidecek. Tabi daireden hapis on beş günü geçmeyecek. Kutsal alanımızı  yaparken çok kuvvetli tılsımlar kullandık. Tılsımları bilinçli olarak kullanırsak yapamayacağımız hiç bir şey olmaz. Bekletilmenin ayırdına hapsedilecek o avcı varamaz. Bu bilgiyi üst düzey birkaç kişi biliyoruz. Arkeot ve sen Danes bunları konuşmamış ve bilmemiş olacağız.”

Arkeot “Böyle gizli bir bilgiyi hissediyordum. Peki ceza alacak avcı inşa tılsımlarını bildiği halde nasıl onun tesirleri altına girecek. Bir şey biliniyorsa o şeyin tılsımı da kalkar.”

Orupta “Herkesin ortasında bildiğin gizli bilginin tesiri büyük olur. Ceza alacak o avcı nasıl bizim kanımızı ve kutsallığımızı içiyorsa işte söylenmeyen bu bilgilerle biz de onun kanını içeceğiz.”

Danes “Klan olarak kalabalık sayılmayız. Sayımız yüz yirmiyi geçmiyor. Salgın dediğin dişi dövmek bize de bulaşırsa?”

Orupta “Bize bulaşmaz gayet iyi biliyorum. Gizemin izcisi olarak sana doğruları konuştum. Bende ki bu bilgi ilk insan atamıza kadar dayanıyor. O ilk insan yaratıldığında hiç konuşmuyormuş. Hep hayvanların sesini dinlemiş. Aama bir gün ilk insan dişisiyle konuştuğunda  “Bilgiyi konuşmak harcar. Susarsak bilgi bizimle konuşur ve bize öğretir.” Demiş. Sen sanma ki kolayca karınlarımız doyuyor rahat rahat yaşıyoruz. O ilk insandan bu zamana kadar olan bilgiler ne deneylerden geçti. Şu inşa ettiğimiz kutsal alanların yapılış amacını içinizden hiç biri gerçek olarak bileyemecek. Bunu ancak bir tek ben biliyorum. Ve bedenlerimiz bir gün benimle bu esrar sayesinde kendiliğinden dirilecek. Bazı şeyleri mezara götürmek gerek. Ki bilginin şiddeti insana ölünce de zarar vermesin.”

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..