Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '16

 
Kategori
Öykü
 

Göçe Göçe-Osmanlı göçmenleri istemiyor-23

Göçe Göçe-Osmanlı göçmenleri istemiyor-23
 

31 Temmuz 1878 (1 Şaban 1295) Göçün Yüz Yirminci Günü;

Nihayet Türkiya'ya geldik. İki günde altı can kaybettik. Burada asker tarafından durdurulma ihtimali bulunduğu için, mola yerinde aile reislerini toplayıp, bazı kararlar aldık. Buna göre:

Asker ile, bizim kafileden sadece bir kişi muhatap olacaktı. Diğerleri ne olursa olsun, son ana kadar hiç karışmayacaktı. Asker ile olan ilişkiyi yürütecek kişi olarak, beni seçtiler. Ben de “Asker, bize bağırabilir, hakaret edebilir, küfredebilir, hatta üzerimize ateş edip birkaç kişiyi öldürebilir. Diyelim ki ateş edip beni vurdular, siz buna rağmen soğukkanlılığınızı muhafaza edeceksiniz. Zamansız karşı koyma bize telafisi imkansız zararlar verebilir. Biz size ne zaman işaret edersek, o zaman gerekeni yaparsınız. Bu tembihlerimi aile bireylerinizin hepsine iyice anlatın.” Dedim.

Karaağaç'a sadece bir-iki kilometre kaldığı haberi verildi. Nitekim iki kilometre sonra bizim önümüzü kestiler. Durduk. Beklemeye başladık. Karaağaç'ı görebiliyorduk. Bekleyen sadece bizim kafile değildi, daha yüzlerce araba vardı. Uzun bir bekleyişten sonra, arkasında süngü takılı silahları ellerinde on tane askerle, bir zabit yanımıza geldi. Zabit, önce bize şöyle küçümseyen bir bakış attı; sonra bir şeylerden iğrenmiş gibi suratını buruşturdu, kaşlarını çattı. Bir eli belinde, diğer eli de tabancasının kabzasındaydı. Kocaman ayaklı ve göbekli bu adamın ne diyeceğini merak ediyorduk. O ise inadına konuşmuyordu. Bir-iki dakikayı bizi süzerek geçirdi. Bizi etkilemek hatta korkutmak istiyordu. Gür bir sesle, bu kafilenin başının kim olduğunu sorunca, ben öne çıktım. Bana:

-Türkiya'ya göçmen kabul edilmiyor. Derhal geri dönün, dedi. Ben:

-Biz çok uzaktan aylarca süren bir yolculuktan sonra buraya geldik. Dönmek için ne dermanımız ne de yiyeceğimiz var, dedim.

-Nereden geldiğinizi sormadım; geri dönün dedim.

-Dönemeyiz, bu imkansız. Buraya dört ayda ancak ulaştık, geri nasıl döneriz?

-Geldiğiniz yer neresi, kimlerdensiniz?

-Dobromirka köyünden, Deliorman'dan bölgesinden geliriz. Bize Karamanoğulları derler.

Deyince zabit, bir laf söyleme niyeti varken söylemedi, lafı ağzında geveleyip durdu. Biraz düşündü. Sanırım Karamanoğulları deyince böyle davrandı. Zabit olup da Karamanoğullarını bilmeyen yoktur. Buna rağmen zabitin yüzünde, en ufak bir merhamet belirtisi göremedim. Asık suratlı halini sürdürüyordu, ama:

-Birkaç gün dinlenmenize müsaade edelim öyleyse.

-Karaağaç'a kadar gidip orada konaklamak isteriz.

-Olmaz! Tayakadın'a gidip köyün dışında konaklayın. Edirne'ye sakın geçmeyin. Geçerseniz şiddetle cazalandırılırsınız, dedi ve askerlere çekilmelerini işaret etti.

Doğrusu bu karara şaşırdım. Bu kadar kolay giriş yapabileceğimizi hiç ummuyordum. Sevinmiştim. Kafilede arkadaşlara işaret ettim ve hareket ettik. Tayakadın'a geldiğimizde her tarafın araba ve insan ile dolu olduğunu gördük. Bu görüntüden anladım ki, Osmanlı'nın bizi geri döndürmesi imkansız. Bu kadar insanı öyle kolay kolay buradan söküp atamazlar. Buna güçleri yetmez. Bekleyip, sonucu görecektik.

Kendimize uygun bir konaklama yeri bulup, hayvanların boyunduruklarını çıkardık. Çok sıcak, rutubetli bir hava var; nefes almakta zorlanıyor insan. Ciğerlerime hava değil de su giriyor gibi...

Karım biraz rahatsız olduğunu söyleyip, arabadan inmedi. Ben ve çocuklar etrafı dolaşmaya başladık. Buradaki insanların hali bizden iyi değil. Herkesin suratı asık, herkes öfkeli... Etraftaki insanları inceledim. Bir tane bile göbekli erkek ya da büyük kalçalı kadın göremedim. Erkek-kadın, yaşlı-genç, çocuk-yetişkin herkes çöp gibi. Açlık insanları ne hale getirmiş! Buradakilerin hepsi -biz dahil- birer iskele ve hayalet... Başka bir benzetme bulamadım: Evet, burası iskelet ve hayaletle dolu...

Karım biraz rahatsızım dedi, ama aslında durumu ciddi sanırım. Bu ara bir hayli kilo kaybettiği gibi, sürekli halsiz olduğundan da yakınıyordu. Halbuki o, kolay kolay hastalıktan yakınan bir insan değildi. O yüzden durumu ciddi olabilir. Onu merak ettiğim için çocuklara “Siz dolaşın!” deyip arabaya döndüm. Karım yatıyordu, hiç de iyi görünmüyordu. Ne yapacağımı, ona nasıl yardım edeceğimi düşündüm. Aklıma bir çare gelmedi. Elimi başına koydum, ateşi de vardı.

(Devam edecek...)

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..