Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Göçebe

Göçebe
 

Eğer bu taşınmayı sağ salim atlatırsa, gübreye boğacağım güzelimi...


Fark etmeden birilerinin ahını almış olmalıyım. O birileri de “Konduğun yerde kalamayasın, kıçın yer görmeye, evin barkın, yerin yurdun olmaya” diye ilenmiş herhalde.

Taşınmak rezil bir iş. Ülkeden ülkeye, hem de böyle parça parça taşınmak daha da beter.

Berlin’deki ev toplanırken, nakliyeciyle gidecekleri bir yana, yanımızda getireceklerimizi diğer yana ayırdık padişahımla. Hangi eşyaların hangi kategoriye dahil olduğuna nasıl karar verdiğimizi anlatamayacağım. Kötü anıları kendiliğinden silen güzel bir hafızam var. Pırıl pırıl. Hem de hiç durulamadan kurulamadan.

Buraya birkaç bavul ve iki büyük metal sandıkla geldik. Bavullarda kılık kıyafet, sandıklarda da eşyalar gelene kadar evde kamp yapmak için gereken malzemeler. Önce otele indik ve kısa zamanda odada Büyük Patlama’nın daniskasını gerçekleştirdik. Ecnebiler “bavuldan yaşamak” diyorlar bu ızdıraba. Kirlisi temizi, donu pabucu birbirine karışıyor insanın. “Çok Gizli” dosyalarımızı ve bir iki parça mücevheratımızı da yanımızda getirmiştik, kocam onları işyerine götürüp, odasına kilitledi, bir ay boyunca ne zaman birşey arasak, başka bir yerde olduğunu görüp, sinirden enerji ürettik.

Bir ayda 40 ev gezdikten ve armudun sapı, üzümün çöpü dedikten sonra, bu sefil hayata daha fazla tahammülümüz kalmadığı için, kısa bir tercih listesi yaptık. Bir numaralı evin sahibi hem fiyatı düşürmediği hem de kontrat süresiyle ilgili sorun çıkardığı için, biraz burularak da olsa iki numaralı evi kabul edip, törenle imzayı çaktık.

Sonunda bir ev bulup otelden kurtulduğumuza öylesine sevindik ki, bir zil takıp oynamadığımız kaldı. Ardından ilk iş Almanya’daki nakliyeciye eşyalarımızı yüklemesi için haber verdik. Kötü haber gelmekte gecikmedi, nakliyeci, aktarmada yaşanan problemlerden dolayı, konteynırların en erken 27 Eylül’de İsrail’e ulaşacağını muştuladı. O tarihten sonra da bu ellerde tatilin gözünü çıkaracakları için, eşyalarımızın bir süre daha limanda yatma ve eve gelememe ihtimalini düşünüp, mücrim gibi titredik.

İlk şoku atlattıktan sonra, “Beter olalım, bize herşey müstahak” dedik ve bu arada eksikliklerin tamamlanması için evsahibinin harekete geçmesini bekledik.

“Bekledim de gelmedin, sövdüğümü bilmedin...”

Şimdi efendim, evimiz yeni. Amma ve lakin gıcır değil. Alaturka inşaat.

Beton, sıva, fayans, musluk, dolap, kapı, baca, pencere, yer karosu, çivi, çekiç, ıspatula, mala dünyanın her yerinde aynı. Nedense yalnız bizimki gibi “gelişmemekte direnen” ülkelerde menteşeleri kastığı için kapılar kapanmıyor, mutfak dolapları monte edilirken yedi düvele tutkal sürülüyor, yer karoları ve fayanslar takılırken kırılıyor, boya-badana çıkmamak üzere evin her köşesine serpiliyor, klimalar daha çalıştırılmadan bozuluyor, tıkalı olan küvetin giderinden taş-topaç-çimento çıkıyor.

Mahsus yapıyormuşçasına, sevgili evsahibimiz tamiratçıları tam da bizim taşınacağımız gün gönderdi. Temizlik yapılamadığı için neyi nereye koyacağımı şaşırdım. İki tamirat arasında kaçamak yaptığım temizlik, bir sonraki tamiratta heder oldu. Kocam da sağolsun sabah çıkıp akşam geldiği için, haftalarca tesisatçıdan duşakabinciye, alüminyum doğramacıdan boyacıya, klimacıdan karocuya alemin bütün mavi yakalılarıyla “Hava Nagila” oynadım.

Hiçbir iş tek seferde bitemediği için bazı tamiratçılarla samimi bile oldum. Evi yapan müteahhidin sinekten yağ çıkarma düsturuyla her işe koştuğu iki Filistinli usta vardı mesela. Adımı ilk seferinde anlayıp, doğru telaffuz ettiklerinde çaktım Filistinli olduklarını. Sonra Ramazan olduğunu unutup çay-kahve ikram ettim bir güzel adamlara. Birinin çat pat İngilizcesi vardı. Öbürünü pür dikkat dinliyordum hep, bazen“müşkül” falan diyordu, o zaman anlıyordum ki o iş o gün yatacak. İşin en garip tarafı, tamiratı yapan bu adamlardı zaten en başta ortalığı kırıp dökenler. Daha iyisini bilselerdi halama da amca derdik yani.

İşin büyük kısmı bitti. Ve fakat asıl eşyalarımız geldiğinde göreceğiz dünyanın kaç bucak olduğunu.

Bu yazıyı size zor koşullar altında ulaştırmaya çalışıyorum. Açılır kapanır bir kamp sandalyesinin üstünde tünüyorum saatlerdir. Ayaklarım şişti, altları kapkara. Kahvaltıyı plastik tabakta ettim. Sefaletin gözü çıksın. Buzdolabımız, ocağımız ve fırınımız olmasına rağmen, gazımız olmadığı için yumurta bile kaynatamıyoruz. Bamya pişirmeyi özledim. Birazdan benim güzel çamaşırhaneme gidip, bir makina dolusu çamaşırın 20 dakika oradan oraya savrularak nasıl temizlenmediklerini izleyeceğim.

Buradan tüm insanlığa seslenmek istiyorum. Lütfen düzenli hayatlarınızın kıymetini bilin, sevin, sevilin, kovan olmadıkça hiçbir yere gitmeyin. Eşyalarınızın orada olmalarının bir sebebi var. Hiçbir eşyanızı hor görmeyin, hiç beklemediğiniz bir anda onsuz kalıverirsiniz. Bakın ben aylardır kese yapmadım. Günde iki kere duş almama rağmen kaşıdıkça her yerimden fitil fitil kir çıkıyor. Burada da bulamadım. Kesemi istiyorum. Kesemi istiyorum. Kes... Ühüüeee...

 

 

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..