Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '10

 
Kategori
Öykü
 

Göçmen kuşlar

Göçmen kuşlar
 

resim alıntıdır. "Bu defa..seni almadan gitmem Seher yelim…bu defa olmaz…"


Göçmen kuşlar gibiydik. Ordan oraya sürekli savuruyordu bizi soğuk rüzgârlar. Üç kişilik aile, her an taşınmaya hazır bir halde tetikte bekliyorduk. Ne zaman babam başı önüne düşmüş, kapıdan girip “gidiyoruz” dediğinde biz bir çırpıda eşyalarımızı alıp yola çıkıyorduk. Zaten bütün eşyamız tek bir valize sığacak kadar olmalıydı. Asla fazlasını edinmemeliydik.

Hep sorardım kendime. Neden? Biz neden diğer aileler gibi olamıyorduk. Neden bir yere kök salamıyorduk. Sürekli göç etmek zorunda mıydık? Çocukluğumda babama da sorardım hep. Sorularım karşısında yüzü daha bir düşerdi o zaman. Büyüdüğünde anlatırım diyordu hep. Zaten şimdi anlatsam da anlamazsın diyordu. Başımı şöyle bir okşayıp uzaklaşırdı yanımdan. Bana sarıldığını, öptüğünü hiç hatırlamıyorum. Beni severmiydi…hiç bilmiyorum.

Annemin yüzü çok nadir gülerdi. Güzel bir kadındı, zümrüt yeşili gözleri, simsiyah uzun saçları vardı. Beyaz teni ne kadar da duruydu. Üstünde hep aynı elbise vardı sanki. Minik çiçekli basmadan kendi dikmişti belki de. Hiç takı taktığını görmedim. Alyansı bile yoktu parmağında. İncecik, narin bedeniyle hayal gibi dolaşırdı etrafımızda. Çok az konuşurdu, gerekmedikçe tek bir kelime çıkmazdı ağzından. Babamla yakın olduklarını da hiç görmedim. Ne koluna girerdi, ne de parmağının ucu ile dokunurdu ona. Elinden gelse buhar olup uçacak gibiydi, bizimleydi ama aslında çok uzaklardaydı. Sanki aramızda bir tutsak hayatı yaşıyor gibiydi.

Babam ise annemin yanında suçlu misali ezik bir duruştaydı. O da sürekli koyu renklerin içinde dolaşırdı. Gündüzleri pek evden çıkmazdı. Yeleğinin cebinde aksesuar niyetine bir cep saati taşırdı ama o saatin çalıştığını hiç görmemiştim. Gece olup hava kararınca şapkasını takar, tespihini eline alır sessizce giderdi evden. Biz uyuduktan sonra gelirdi sanırım çünkü sabah kalktığımızda onu hep evde görürdüm. Bazen yanağındaki yara izini okşardı parmaklarıyla. Bu iz oldukça derin ve uzundu. Kulağının hizasından başlayıp çenesine kadar uzanırdı neredeyse.

Senelerdir süren bu sürgün hayatından hepimiz yorulmuştuk artık. Ben liseye başlayacaktım. O kadar çok okul değiştirmiştim ki, artık okula gitmek eziyet geliyordu bana. Bir sürü öğretmenim olmuştu ama hiç arkadaşım olamamıştı. Oyunlarım hep yarım kalmıştı. Kendimi çok yalnız hissediyordum. Bunun bir sonu yokmuydu…olmalıydı oysa…Bir gün dikildim babamın karşısına.

_ Okumak istemiyorum artık ben…

Babam sıkıntıyla baktı yüzüme. Sanki ne söylediğimi anlamamıştı. Tekrar ettim yavaşça. O yine hiçbir şey demeden dalıp gitti uzaklara. Başını iki elinin arasına alıp düşüncelere karıştı. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra hışımla bana döndü.

_ Ne diye okumayacakmışsın bakem?

Onun kor kor olmuş gözlerini görünce sinip kalmıştım olduğum yerde. Kalbim gümbür gümbür ağzıma gelecekti neredeyse. Kanım çekiliyordu sanki. Şimdiye kadar yumuşak bir bakışını görmemiştim zaten ama şimdi daha bir başkaydı bakışları. Babam ise benden cevap alamayınca aynı soruyu tekrar sordu bana. Bende yarım yamalak kelimelerle anlatmaya çalıştım.

_ Hep bir yerlere taşınıyoruz…hep okulum değişiyor…öğretmenlerim değişiyor…Üstelik…hiç arkadaşım olmuyor böyle…bir tane komşumuz bile yok…öteki çocuklar gibi değilim ben…niye olamıyorum onlar gibi…artık okumak istemiyorum…nefret ediyorum okuldan…her şeyden…herkesten…nefret ediyorum…nefret ediyorum…

Başta zor duyulan sesim gittikçe yükselmişti. Son kelimelerimi ağlayarak söylemiş, bir yan da bağırmaya başlamıştım. Babam büyümüş gözlerle bana bakarken, bir anda yanaklarıma inen şamarlarla neye uğradığımı şaşırmıştım. Arada gözlerimi açabildiğimde annemin beni tokatladığını fark etmiştim. Gözleri dönmüş, cinnet geçiriyor gibiydi. Elleri sürekli yüzüme iniyordu. Bir süre sonra babam kollarından tutarak annemi uzaklaştırmaya çalıştı. Annem ise sertçe silkinerek kurtardı kendini. Bir kaplan gibi gözlerini devirdi babama doğru. Sonra bakışları ok olup bana çevrildi. Annem ağlıyordu ama farkında bile değildi sanki. Titreyen dudaklarının arasından kelimeler dökülmeye başladı sonra:

_ Şımarık soytarı… okumayacakmış…ben ne için yaşıyorum…Bu kaç göç işine neden katlanıyorum…bu esaretten niçin kaçmıyorum sanıyorsun…hep senin okuman için, okuyup kendini kurtarman için…Bir gün baba dediğin şu adamın karşısına dikilip hesabımı sorman için…

Bu sözler bomba gibi birer birer düşüyordu odanın ortasına.Düştüğü her yerde yangınlar çıkıyordu. Babam her cümleden sonra biraz daha ufalıyordu karşımda. Annemin senelerce suskunluğunun böyle bir anda patlaması onu yerle bir etmişti.Ağzını açıp tek bir kelime bile söylemiyordu. Şapkasını eline almış, titrek parmaklarıyla der top etmişti neredeyse. Ezik bakışlarını anneme çevirdiğinde sapsarıydı yüzü. Yavaşça yerinden kalktı ve yine yavaşça kapıyı açıp çıktı dışarıya. Arkasından kapanan kapı bir daha ona hiç açılmadı. Babamı bir daha hiç görmedim.

Babam gittikten sonra annem çöktüğü yerden sürünerek duvara yaslandı. Hala ağlıyordu, gözyaşları nehirler oluşturmuştu yanaklarında. Belki de farkına varmadan konuşmaya başladı.

_ Benim ne hayallerim vardı…genceciktim, körpeciktim. Güneşimi kararttı, güz mevsimine çevirdi beni…baharım kış oldu…okuyordum ben…öğretmen olacaktım, çocukları okutacaktım…evlenecektim…sevdiğim adamdan yavrularım olacaktı…bu iblis kaçırdı beni…zorla…sürükleyerek…Yavuz’umun yanından söküp aldılar…dövdüler onu…öldüresiye…ben arkamda enkaz bıraktım ama kendim de ölmüştüm zaten…zorla aldı beni, zorla sahip oldu…hamile kaldım…seni doğurdum. Sevmedim seni, dokunmak bile istemedim…ama sen o kadar masumdun ki, elinde olsa belki de baba olarak onu seçmezdin. Ne günahın vardı senin…Sadece senin için yaşamalıydım… Yoksa, günaha girip canıma kıymak çok zor değildi ki…Yavuz’um peşimizi bırakmadı…her yerde buldu bizi…biz hep kaçtık…kaçtık…

Gözleri kan çanağına dönmüştü. Rüzgarda savrulan yapraklar gibi titriyordu. Yanına gidip başımı kucağına koydum. O ise istemsiz bir hareketle saçlarımı okşamaya başladı.

_ Dönemezdim geriye…beni bu halimle kabul ederdi…biliyorum…ama…bakamazdım onun yüzüne.Başkasının elleri değmişti bana…başkasının kokusu sinmişti üzerime…dönemezdim geriye…

_ Hala arıyor seni değil mi ana?

_ Arıyor…yakında yine bulacak…ama dönemem. Bu kirli ellerle ona dokunamam…

Kollarıyla sıkıca sardı beni, göğsüne bastırdı sıkıca… Fırtına dinmiş, annem durulmuştu. Yüzümü avuçlarının arasına alıp alnımdan öptü beni.Tekrar sarıldı ardından. Fırtına dinmişti…

Günler belki de haftalar sonra kapının çalınması annemin gözlerinde korku girdapları yarattı yine. Geri dönmüştü, babam gelmişti. Başıyla aç diye işaret ettiğinde korkarak araladım kapıyı. Karşımda tanımadığım bir adam duruyordu. Yavaşça itti aralanan kapıyı. Annem zümrüt gözleri dolu dolu, put olup kalmıştı. Kapıya gelen adam da öyle. Sanki saatlerce birbirlerine baktılar bir şey demeden. Öylece duruyorlardı…Anlamıştım, bu gelen Yavuz’du.

_ Bu defa..seni almadan gitmem Seher yelim…bu defa olmaz…

Ardından yine bir güz mevsiminde, yine göçmen kuşlar gibi valizlerimizi alıp düştük yollara. Bu defa kök salmak üzere…

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..