Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '10

 
Kategori
Öykü
 

Göçmen

Göçmen
 

Şehirlerden diğer şehirlere göçmek çok erken başladı benim için. Henüz küçük bir çocukken, limon bahçelerinden kopardığımız limonların kabuklarını sürttüğümüz sarı yeşil duvarların gölgesinde, bir yandan yüzümüzü ekşitip bir yandan ertesi gün gideceğimiz bakla tarlasının planlarını yaparken, doğduğum ve büyüdüğüm ve ilelebet kalacağım yer orasıydı benim için. Günler günleri kovalarken bir çocuk olarak en büyük eğlence, sert esen poyrazın, limon ağaçlarının dallarını çarptırdığı elektrik tellerinin kopması ve evlerin karanlığa bürünmesiydi benim için.

Sonra bir gün, ben bahçe duvarının üstünde beklerken, arkasında sürüdüğü valiziyle babam geldi uzaklardan. Uzaklardan, bizi uzaklara götürmeye gelmişti. Annem, her şey güzel olacak merak etme, bir sürü arkadaşın ve yeni bir okulun olacak demişti.

Benim her zaman kısa süreli geçici arkadaşlarım oldu. Her ne kadar temasta kalmak için birbirimize söz verdiysek de, zaman hızlı, hayat devinimliydi. Bir süre birbirimizi izlesek de, bir yerlerde kaldık hep. Daha fazla gidemedik. Unuttuk ve unutulduk.

Benim herhangi bir yerde, hayatım boyunca tekrar tekrar görebileceğim ve o günleri hatırlayabileceğim çocukluk anım olmadı hiç. Bir arkadaşım, bütün ömrünün geçtiği o güzel koyda, çocukken babasıyla balığa çıktığı kayığın durduğu yeri gösterdiğinde, her şey çok yabancı gelmişti bana. Bunca yıl önce yaşananları, aynı yerde tecrübe etmek ve anmak benim alıştığım hayat değildi.

Artık biliyordum, hayat benim için hep böyle devam edecek, anılarımın olduğu herhangi bir yerde tekrar yaşama fırsatı bulmak benim için hiçbir zaman mümkün olamayacaktı. Gittiğim her yeni yere, aynı zamanda son kez uğradığım bilinciyle ayak basıyor, bir bal arısı misali bir konduğum çiçeği bir daha görmüyordum.

İlginç olan, önceleri şikayet ettiğim bu durumun sonradan benim için bir yaşam biçimi haline gelmesi oldu. Çocukluktan erken gençliğe uzanan o yıllarda şu gerçeği çok iyi bir şekilde benimsedim, hareket yenilenmenin anahtarıydı. Hiçbir son mutlak sona eriş değildi. Sadece orada kalanlar için bir ilüzyon olan son onların bakışlarını hayali bir paravanla perdelerken, gidenler için her seferinde yeni bir başlangıç, bir uyanma, rolleri yeniden paylaşma ve yeni düzene ayak uydurmaydı.

Böylece bu yerleşik olmayan hayatı sevmeye başladım. Benim için bir yerde bulunuyor olmak, oraya ilk geldiğimdeki alışma süreci ile oradan ayrılma vaktinin yaklaşması arasındaki durağan zamana tekabül ediyordu. O çalıntı zamanlarda, sevgiliyle bu vakitleri öyle isimlendiriyorduk, hiç yerleşmeyi, hep kalmayı arzuladım mı bilmiyorum, hatırlamıyorum da. Ama bildiğim bir şey vardı, parça parça hazmettiğimiz zaman dilimleri ömrümüzü kısaltıyor, yaşamın akışını hızlandırıyordu.

Ancak hayatın bana hazırladığı sürprizleri ve daha fazlasının beni daha uzaklara götüreceğini o zamanlar bilemezdim.

Şimdi hatırlıyorum da, sevgiliyle ortak bir geleceğe dair hayallerimizi ilk olarak paylaşmaya başladığımız zamanlar hep aynı şeyden bahsederdik. Bir yerlerden ayrılmak ve başka yerlere gitmek. Daima, hep bir değişimle.

Bugün artık kentlerden kentlere yolculuk etmek bir yana dursun, ülkelerden ülkelere gidip yarı yerleşik hayatlar yaşarken, vardığım her yeni yerde bir öncekini özlüyorum. Bu hep devam edecek biliyorum. Hiçbir yerde rahat olamayacağım, hep bir diğerini özlerken.

 
Toplam blog
: 24
: 8110
Kayıt tarihi
: 27.07.08
 
 

Yazının icadından bu yana her insanın içinde bir parça da olsa var olduğuna inandığım yazma isteğimi..