Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '07

 
Kategori
Felsefe
 

Gök tanrımla monologlar 1

Gök tanrımla monologlar 1
 

Sevgili Tanrım;

Çocukluğumdan bu yana sohbet etmek istedim sizinle. Kısmet olmadı. Hep biriktirdim içimde sorularımı. Siz her şeyi bildiğiniz için, çözemediğiniz sorularla yaşamanın da ne demek olduğunu bilirsiniz. Beni anladığınıza inanıyorum. O sonsuz hoşgörünüze sığınarak, çocukluğumdan kalma bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum. Anlatacağım bu anımı zaten bildiğinizi de biliyorum ama ardından gelecek olan sorularımı bilip bilmediğinizi merak ediyorum. Galiba huzurunuzda, şu an heyecandan saçmalıyorum.

İlk okul birinci sınıfın yaz tatiliydi. Ailem, sizin öğretilerinizi daha iyi anlayabilmem için beni bir kursa gönderdi. Orda, eski Arapça’yı öğrenmem gerekiyordu. Benim yaşlarımda yaklaşık yirmi çocuk vardı. Yaşlarımız yedi ile dokuz arasındaydı. Ben; bana göre sekiz, anneme göreyse yedi yaşımdaydım.

Sınıfımız bir camiydi. Sıralar olmadığı için yere oturuyorduk. Yere oturmayı pek beceremiyordum, hala da beceremem, dizlerimden aşağısı hemen uyuşuyordu. Öğretmenimize, hocam, dememiz gerekiyordu. Hocam demek hoşuma da gidiyordu ama bazen unutup öğretmenim diyordum. Herkes gülüşüyordu. Kurstaki arkadaşlardan bazılarını mahallemizden, bazılarını da okuldan tanıyordum. Bazılarıyla da ilk kez orda tanışıyordum.

İlk gün, hocamız bir bölümümüzü bir yere, diğer bölümümüzü de başka bir yere oturttu. Kalabalık olduğumuz için böyle oturmak daha güzel oluyordu. Hocamızı daha rahat görebiliyor ve dinleyebiliyorduk.

Daha sonra fark ettim ki, ikiye bölündüğümüz grubun birinde kızlar, diğerinde de erkekler vardı. Bizler yedi ila dokuz yaşlarında çocuklardık. Buna anlam veremedim bir türlü. Hocamıza bunun nedenini sordum. Hocamız, Rabbimizin böyle emrettiğini söyledi. Yani, siz böyle bir emir vermişsiniz. Ben bu sorunun yanıtını aradım çocuk aklımla. İşin içinden çıkamayınca, birkaç gün sonra hocamıza, neden? diye sordum. Hocamız, Rabbimizin emirlerinin sorgulanamayacağını söyledi, şaşırdım. Sorgulamıyordum zaten, Tanrımızın verdiği buyrukların mutlaka bizim iyiliğimiz için olduğunu biliyordum. Bunun da bir açıklaması vardı elbette ama belki de hocamız bu açıklamayı bilmiyordu. Yıllar sonra, bu sorunun, hala net bir cevabının olmadığını anladım. Sevgili Tanrım, keşke buyruklarınızı bizlerin anlayabileceği bir şekilde verseydiniz diye size dilekte bulundum.

Kız arkadaşlarımız derslerin arasındaki teneffüslerde de artık bizlerden ayrı duruyorlardı. Her kez kendi arasında sohbet ediyordu. Galiba ilk kez orda, büyümeye başladığımızı algıladım. Onlar saçlarını bir tülbentle örtüyorlardı. Biz de beyaz bir takke takıyorduk derslerimizi işlerken. Kızlar ve erkekler girdikleri bu yol sapağında, birbirlerinden uzaklaşmaya ilk kez burada başlıyor ve bir ömür sürecek ayrılığın ilk adımlarını burada atıyorlardı. Bunların nedenlerini hocamıza soramadım sevgili Tanrım. Yanıtını alamayacağımı anladım. Hep size sormak istedim, kısmet olmadı.

Satırlar doluvermiş, o komik anımı paylaşacaktım sizinle. Yoruldum şu an sevgili Tanrım. Sizinle iyi bir arkadaş olmayı o kadar çok istiyorum ki. Anlatmak isterseniz, ben de dinlemek isterim sizin anılarınızı. Aklıma takılan o kadar çok soru var ki… Bizleri yarattığınız için sonsuz bir şükran duyuyorum size. Benim aklıma takılan bu soruların, aklıma takılmasını istediğiniz için de minnettarım size. Bir sonraki sohbetimizde görüşmek üzere, saygıyla ellerinizden öpüyorum.

 
Toplam blog
: 153
: 1481
Kayıt tarihi
: 16.09.06
 
 

Tıka basa dolu bir adam değilim. Balığı gördüysem derine inerim. Uzun süre gölgede kalamam. Okuru..