Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '08

 
Kategori
Haber
 

Gökten hep üç elma düşmez ya...

Gökten hep üç elma düşmez ya...
 

Foto: Hüseyin Demirel


Gökten hep üç elma düşmez ya...
Bu da başına ayakkabı düşen başkan oyküsü...

Bir varmış bin yokmuş.
Masallar böyle başlar ya hani…
Bir zamanlar dünyada Orta doğu denen bir yer ve o yerde Irak diye adlandırılan bir ülke varmış.
Bazılarına göre ismi gibi Irak mı ırak bir yermiş orası ama çölü, kumu, toprağı azıcık eşsen petrol fışkıran bir yer olduğu için hep istila etme hayalleri kurulurmuş.
Bize uzak değil elbette, hemen yanı başımızda bu ülke.
Üstelik en eski şark medeniyetlerinin doğduğu, bereketli "Mezopotamya" denen yer orası.

633-642 yılları arasında İslam toprakları arasına giren, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde, en parlak devrini yaşayan, 1005 yılında Selçuklu hakimiyetine, 1258 yılında ise Moğol istilasına uğrayan, sözün özü herkesin gözünün olduğu bir yerdir Irak.


Moğol istilasına kadar bilimin, sanatın, incelemelerin araştırmaların yapıldığı üstün bir İslam merkezi durumundayken iki yüzyıl süren Moğol istilasında Bağdat Kütüphanesindeki binlerce eserlerin Dicle nehrine atıldığı ve bu nehrin günlerce mürekkep renginde aktığını yazar eski kaynaklar.


Bir düşman neden saldırdığı ülkenin kitaplarını yok eder sizce?


Son ABD istilasında Irak kütüphanelerinin ve müzelerin durumunu anımsayın bu arada. Demokrasi getirmek adına gelenlerin Moğol istilacılarından ne farkı var?

1444-14467 yılında Akkoyunlular, 1499-1508 arası Safeviler istila ettiler bu güzel ülkeyi. İşte Safeviler o dönemde Şiilik ve Sünnilik ayırımı, yani bir diğer anlamda mezhep ayırımı yapıp içten bölerek idare ettiler.

Bu kıymetli ülke Osmanlı Devleti ile İran'lı hanedanlar arasındaki hakimiyet mücadelesine de sahne oldu. Sonunda 1534'te Osmanlılar kazandı ve 1917'ye kadar Osmanlı yönetiminde idare edildi.

Sonra ne mi oldu?
Birinci Dünya savaşı….
Özetin özeti şu..
Savaş sonrası o bereketli Mezopotamya malum güçlerce paylaşıldı.

Hem de ne paylaşım! Cetvel yardımı ile çizile çizile…

Irak, Ürdün, Filistin İngiliz bölgesi; Suriye, Lübnan Fransız bölgesi oluverdi bir anda…

İkinci dünya savaşının birincinin mantığından pek bir farkı yoktu hani. En kârlı çıkan ise iki arada bir derede kuruluveren İsrail devleti oldu. İngiliz bir adım gerilese, yerini Rus alıverdi, Rus güçleniyor korkusundan devreye çaktırmadan geri planda duran ABD giriverdi…

Şimdi burada, bu devletin tüm tarihini yazmak değil amacım. Zaten isteyen internette kısacık bir arama ile dünyanın bilgisine ulaşır. Ben sizlere geçmişten bu güne nasıl istilalara uğradığını ve nasıl iştah kabartan bir ülke olduğunu anlatmaya çabaladım.

Şimdi bir hamur düşünün.
İçine bir parça maya attınız mı kabarır da kabarır.

1500'lü yıllarda atılan mezhep tohumu kabarırken, çizgilerle şekillenen, bilmem kaçıncı paralellere hapsolan, etnik kökenlerin öne çıkarılarak kıyım olması arzulanan, ama bereketinden hiçbir zaman bir şey kaybetmeyen bu ülkenin insanlarına düşen ne idi?

Hep acı, hep hüzün, hep yoksulluk, hep ölüm…

Saddam zulmü dendi, nükleer güç dendi, demokrasi yok dendi ve sonunda bu bereketli topraklara ABD ve İngilizler çörekleniverdi.


ABD Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra aynı misyonu kendinde gördüğünden tüm dünyaya "Süper Güç" olduğunu ilan etmişti Rusya parçalanma yolunda yürüyedururken.


İngilizlerin orada olmasının birincil nedeni neydi peki?


İngiltere'nin sömürge politikası nedeniyle doğuda Karayip'lerden, batıda Amerikanın bazı eyaletlerine kadar geniş topraklara sahip olması nedeniyle bir sömürgesinde güneş battığında diğer sömürgesinde güneş doğuyor diye "üzerinde güneş batmayan ülke" unvanını almasının gereği idi bu…Sömürmek… Sömürmek... Sömürmek…

Bir ülke varmış, ama halkında bin yokmuş…
Hep acılar düşmüş onun payına…
Adına petrol denen şey, belki de kara talihi olmuş.
Birileri gelmiş geçmiş yüzyıllar boyu arsızca
Atasının mezarının üzerinden, babasının damından, sofrasından…

Analar hep "acılara gebe" olmuş.

Sonra ?
Esmer, yağız bir delikanlı tüm tarihi ve nefreti doldurmuş eski pabuçlarına.
Halkının çektiklerini serpmiş üzerine tuz, biber misali.
Yollamış ezeli sömürücülerden birinin başına.

Pardon... İyi duyamadım…
Etik oldu mu yani, filan mı dediniz?

Düşünün Allah aşkına…
İki pabuç dolusu hüznü fırlatmak
Suç mu?

............................Analar acılara gebe..................
Sancılar
Bıçak bıçak işler kemiğe
Analar
Büyüyemeyen
- bebelere gebe
.
Sorgular gözleri bebelerin
Düşerken
- kor alevler başlara
Uzanan eller çaresiz
özgürlük
Kelepçeli
.
Görünmez
- düğmelere basan
- kirli parmaklar
Aymazlık içinde
Anlamsız
Ve arsız
- hırslara gebe
.
Resimlere yazılırken
Sessiz çığlıklar
Zûlme kapanır gözler
Eğilir başlar
.
Ne ki
Başa geçen çuvallar
Utanç
Yürekte başlar
.
Adı garip, kendi garip
Ve çırılçıplak
Sırıtırken şeytanın en beteri
Yığılmış etlerin
Altında kalmış ahlâk
.
Sıyrılıp örtüsü
Hoyratça
- kirletilirken beden
Ebu Garip bekçilerinin
Salyası akar
Ahh…
Bunu ancak
Çeken anlar
.
Analar
Filistin´de
Felluce´de
Kabil´de
……….hep acılara gebe…
.
isimsiz
sahipsiz
büyüyemeyen çocuklara
kırılacak fidanlara
utançlara
utançlara
utançlara

analar
hep
acılara gebe
.
Çiğdem Altınöz

 
Toplam blog
: 79
: 1982
Kayıt tarihi
: 17.07.06
 
 

Salyangozları bilirsiniz... Onları görmeseniz bile geçtikleri yerde bıraktıkları izlerden anlarsı..