Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '13

 
Kategori
Öykü
 

Gökyüzü

Gökyüzü
 

Ulaşılması zor, sarp, meşe ağaçları ile kaplı dağların ardından, suların sevgiliye koşar gibi hızla aktığı derelerden ve bin bir çeşit albenili-kırılgan kır çiçeği ile bezeli yeşil ovalardan; yıllardır kulagına gelen asker, silah, bomba, helikopter ve savaş uçaklarının nahoş sesleri oldu. Sonrasında her ne olduysa, tam da olanca umudunu yitirip ve bu devran böyle devam edecek kaygısına kapılmışken, bu berbat gürültüler apansız dindi. Dört bir yan sessizlige büründü. Sökün eden bahar ile birlikte; onlarca yıl sonra ilk defa kuş, arı, cır cır böcekleri, kelebek kanatlarının çırpmaları ve kır çiçeklerinin narin goncalarının çatlama seslerini duyar oldu. Can almanın işareti olup, öd koparan, başat çirkin gürültüler, yerlerini doğanın yaydıgı düşük frekanslı, yıllardır duymadığı tatlı, ferahlatıcı, ruh okşayıcı, hayata daha bağlayıcı, umutlandırıcı ve dinlendirici seslere bıraktılar.
Duydugu silah, bomba, helikopter patırtısı ve kurşun hızıyla gökyüzünde dağlara dogru uçan savaş uçaklarının inlemeleri, yüreginin her defasında agzına gelmesine neden oluyordu. Bilinmeyen bir dağın yamacında yine birilerinin hayatına, genç yaşında son verilecekti. Hem de karşılarındakinin kim oldugunu, hayallerini, rüyalarını, yeni doğan kızına aldığı bebegi cebinde taşıdıgını, umutlarını dahi bilmeden, tanımadan. Oysa birbirlerinin tavuklarına da "kış" dememişlerdi. Ama onlar, ne yazık ki; birbirlerini öldürme ve yok etme misyonunu üstlenmişlerdi. Bu arada doğa hunharca bir talanla yerle bir ediliyor, dünyanın ciğerleri olan ormanlardan, savaş uçaklarından atılan bombalardan dolayı, geriye sadece ağaç külleri kalıyordu. Ve hiç kimse bu gidişata dur demiyordu. Naze Ana tüm bu olup bitenlerin ardından hüzünlenip, başını kederle yere eğerken, yaralı yüreğinden gelen göz yaşları, gözlerinden boncuk boncuk akıyorlardı.
İki oğlunu yıllarca önce, peşe peşe, yükseltileri süt beyazı karlarla kaplı, amansız dağlara kaptırmıştı, Naze Ana. Dağlar cigerlerini söküp koparırken, canından aldıgı iki canı gerisin geri vermedi. Neler olup bittigine akıl erdiremeyen, bu altmışlı yaşlardaki, açık maviye çalan bugulu gözlü, yuvarlak çehreli, kısa boylu küçük kadının, büyük yüregi iki yerinden kor şişlerle, derinden daglanmış gibiydi. Evlat acısı ile adeta her an bogulur gibi oluyordu. Kim olursa olsun, gencecik insanların ölmesi, annelerin aglaması, yuvaların dagılması ve bu acıları yaşayanların,  yalnızca yoksullar olması (ne gariptir ki), O’nu daha da hüzünlendiriyordu. Yoksul gençlerin anneleri olarak, ellerinden gelen bir şey yok gibiydi. Karşılarında duran karanlık güçler, zalimlikte rakip tanımıyor, her geçen gün daha çok kan akıtıyorlardı.          
Oysa Naze Ana’ya göre, hangi kutsallık adına olursa olsun, kimsecikler ölmemeliydi. Hiç bir kavram, insan canından daha degerli degildi. Fakir insanların gencecik oğuları ve kızları bir hiç ugruna, kum taneleri gibi avuçlarından kayıp, gitmemeliydi. Onlarca yıldır devam edegelen bu vahşet, tez elden sonlandırılmalıydı.
Ölen iki tarafın da cenaze törenlerine baktıgında, sahne sürekli kırsal kesimden, eşarplı kadınlar, şapkalı erkekler, yoksullukları yüzlerinden okunan biçarelerdi. Acı çekip, dövünen ve kaybettikleri degerlerin ardından ağıtlar yakanlar arasında en küçük bir farklılık yoktu. Aynı manzara, hiç bir ayrıcalık göstermeksizin, onlarca yıldır devam ediyor, katledilen fakirlerin sayısı her geçen gün daha da artış göstererek on binleri buluyordu. Şiddet devam ettikçe de, kandan beslenenler, kene misali emdikçe kanlanırken, yaşamlarının hiç bir bedeli olmayan, bu iğrenç oyunun kurbanı olan yoksul çocukları art arda ölmeye devam edeceklerdi.
Son zamanlarda söylenildigine göre, insan yüreğine hafiften su serpen belli adımlar atılıyordu. Olumlu gelişmelerden dolayı, köylüleri son zamanlarda haberleri daha bir can kulagı ile dinler olmuştu. Çok şükür, son zamanlarda  ölüm haberleri gelmiyordu. Barış adına, insanlık adına bazı girişimler söz konusuydu.Türkçesi iyi olmasa da, haberleri yine torunu ile izlemeyi yeğledi. Dört yıl önce kocası Ali kalp krizinden ölmeseydi, O’nunla birlikte izleyecekti. Aslında Ali’ye biraz kırgındı. Kendisini bu dagın başında, tam da birlikteliğe daha çok ihtiyaç duydugu bir zamanda, hiç sorup sual etmeden çekip, gitmiş, kendisini elleri böğründe bırakmış, gözleri ise hep gökyüzüne dönük kalakalmıştı. Acelesi neydi? Oysa kavilleri böyle degildi. Anca beraber, kanca beraber degil miydi? Göz yaşlarını kendisi mi silecekti? Görmedigi iyi günleri neyse de, hepten acı olan günlerinde bir başına mı kalacaktı. Ali yanı başında olmayacak mıydı. Başını O’nun göğsüne gömerek teselli bulmayacak mıydı. Ali’den yana yüregi kırık ve buruktu.
Oğlu Misto’ya seslenmeden önce ortalarda kuyruğunu sallayıp duran, evin köpeğine baktı. İçinden Zoro’ya acıdı. Kuyruğunu mütemadiyen sallamasından belliydi, hayvancağız aç olmalıydı. Gelini, üç torununun annesi Hediye’ye avazı çıktıgı kadar bağırdı.
“Hediye.... Kızım, Zoro  aç herhalde. Geçmişlerinin hayrına bi doyuruver hayvancağızı. Hadi çabuk ol kızım.” Hediye, sadece evlerinde degil, bütün köyde de büyük saygı gören ve belli bir otorite olan Naze Ana’nın bu direktifini yerine getirmek için, cılız bedenini hızla harekete geçirip, tandır damına yöneldi. Naze Ana sonrasında samanlığın duvarına sırtını yaslayıp, güneşlenen, kırk yaşında olmasına rağmen, hala saygı mahiyetinde, kendisinden gizli keyifle sigarasını tüttürüp, ne düşündügünü belli etmeyen, dağlarin kendisinden alamadıgı burma bıyıklı oglu Misto’ya seslendi.
“Misto, hele Helin’i çagır gelsin. Haberler başlıyor. Haberleri izlemek istiyorum,“ Helin Mustafa’nın kızıydı, kürtçede kuş yuvası anlamına geliyordu. Bu yuva yeteri kadar dagılmıştı ve daha fazla talan edilmemeliydi. Anaların yaptıkları “helinleri” korumak için, kanatlarını bu güzelligin üzerine germeleri gerekiyordu. Türk , Kürt, Laz veya Çerkez demeden barış için el ele verip, bu gayri insani gidişata dur demeleri gerekiyordu.
Helin’in babaannesinin gözlerine benzeyen gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Kasabada lise son sınıfta okuyor ve üniversiteye gidip, avukat olmak en büyük hayaliydi. Böylelikle çaresiz bırakılanların savunucusu, kolu-kanadı olacagını düşünüyordu. Naze Ana, haberleri Helin ile birlikte izlemeyi çok seviyordu. Çünkü Helin izledikleri her haberin ardından, kendi yorumunu da katarak, babaannesine aktarıyordu. Torunun beyaz, kadife gibi ellerini, yer yer çatlamış, nasırlı avuçlarının içine alıp, O’nun yorumunu ve açıklamasını göz göze gelerek bekliyordu. Helin son zamanlarda her gün müjdeli haberler veriyordu.
“Babaannecigim, sen o güzelim gönlünü ferah tut. Bugün de sevinebiliriz, ölen kimse olmadı. Kimselerin ocagına, şükürler olsun, ateş düşmedi. Barış görüşmeleri sorunsuz devam ediyor. Herhangi bir komplo olmazsa ve her şey yolunda giderse, herkesin yüzüne dünyanın en güzel-geniş gülümsemesi gelip, yerleşecek. Daha önemlisi de, bundan sonra analar ağlamayacak.” Helin barışla ilgili her haberin ardından, maviş gözlerini mutlulukla kırpıştırıp, muştular gibi yorumlarını ballandırarak gelişmelere katıp, babaannesine olup biteni, bütün maharetlerini sergileyerek, bir çırpıda anlatıyordu.
“İnşallah benim güzel kızım, inşallah.” deyip, torununun örgülü saçlarını okşayan Naze Ana, ellerini gökyüzüne kaldırıp, uzun uzun bildigi bütün duaları peş peşe mırıldandı. Her şey iyi olacak ve sonunda kazanan elbette insanlık olacaktı. Bu coğrafyada da, nihayet barış olanca mağrurluğu ile hüküm sürecekti. İnsanlık dolu günler uzak degildi.
Naze Ana torunun elinden tutup, dışarı çıktı. O’nun saçlarını okşamaya devam edip, pembe yanağına öpücükler kondurup, gönlünü aldı. Hava iyice kararmıştı. Köydeki evlerden cılız ışıklar saçılıyor, açlık sorunu olmayan köpekler koro halinde havlıyorlar cır cır böceklerinin çıkardığı tiz sesler kulakları tırmalıyordu. Gökyüzü her zaman oldugu erişilmeyecek uzaklıkta, ama biri digerinden daha parlak denile bilinecek yıldızlarla dopdoluydu. Akşam; anaların gözyaşı dökmedigi, barış güzelligindeydi.
 
Amsterdam, 2 Haziran 2013
 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..