Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '16

 
Kategori
Öykü
 

Gölge

Kayserili Ersel arkadaşımız, Kuşadası’ndaki kültürel değişim ile ilgili bana bir öykü anlattı. Bu öykü, çok eskiden Ada’da yaşayan yörüklerle ilgili bir sahneyi ve Ada’nın bugünkü durumunu gözümüzün önüne seriyor.

Güneş henüz tembelliğini üzerinden atamamışken Hüseyin Emmi Kese dağının tepesine sofrayı çoktan kurmuştu. Güne erken başlamalıydı, hatta güneşten önce sürülecek tarlalar vardı, otlanacak koyunlar…

Peynirini, süzme yoğurdunu, yenilen yumurtaların kabuklarını bezin içine topladı. Domates kabuklarını öylesine saçtı ortalığa.

Koca dağ neredeyse Hüseyin Emmi’nindi. Bu arada güneş nar gibi kızarmış dikiliverdi Hüseyin Emmi’nin karşısına. Ayağa kalktı, masmavi deniz ve tuzlu kumsala daldı gözü.

Hüseyin Emmi sevmezdi denizi. Tuz toprağın bereketini götürür derdi. Hem çorak topraktan ne beklenirdi ki. Bir iki adım attı, denizin ortasında devasa kara bir gölge üzerine üzerine geliyordu. Hüseyin Emmi’nin hesaplarına göre yüz dönüm tarlanın alanı kadar vardı devasa şeyin denizdeki gölgesi.

Gözleri daldı gitti, bu güne kadar böyle bir olayla karşılaşmamıştı. Dalgınlığını Hasan Emmi bozdu:

-Hayrola Hüseyin, öküzün tirene baktığı gibi nereye bakarsın?

Kısa bir şaşkınlıktan sonra Hüseyin Emmi’nin aklı başına geldi:

-Sorma Hasan, bu hiç hayırlı bir gölge değil. Hayır mı şer mi çözemedim ama gelinlerini al, daha da buralara yaklaşma. Gölgesinden büyük belası var bunun.

 

 -Dur hele Hüseyin ne dersin, ne olmuş gelinlerime, başlarına kötü bir şey mi gelecek?

 

-İyiyi kötüyü anlamam ben, anladığım, aha bu ahali o gölgeye öküzün tirene baktığı gibi bakacak, ortada ne öküz ne de tiren kalacak…

Hüseyin Emmi aldı bohçasını beş adımda indi Kese dağından aşağı. Hasan Emmi şaşakaldı anlayamadan olanı biteni. Kaldı bir başına Kese dağının tepesinde. Seyreyledi gölgeyi ta ki süt gibi beyaz on köy kadar büyük bir koca gövdesiyle limana yanaşana dek.

Köylüler toplandı, seyre daldılar. Gemiden ilk inenler görüldüklerinde babalar kızlarının, kocalar karılarının gözlerini kapatıyorlar, tekme tokat eve postalıyorlardı.

Hüseyin Emmi ortalıktan kaybolmuş, kimse nereye gittiğini görememişti.

Ada’nın yaşamı yavaşça ama kökten değişmeye başlamıştı. Değişikliğe en çok üzülen ve şaşıranlar ihtiyarlar oluyordu. Artık yeni yetmeler sözlerini dinlemiyor, eski alışkanlıkla ibriklerini kendileri dolduruyorlardı.

Hasan Emmi yaşlanmış, olan bitene akıl sır erdiremiyordu. Eskiden üç beş aile bir araya gelir, laf lafı açar, tarladan, koyundan, keçiden, şenliklerden konuşulurdu. Aile boyu herkes birbirine saygılı, gülüşmeler eşliğinde çaylar yudumlanır, gecenin sonunda evlere dağılınırdı.

Şimdi gece gündüz kalmamıştı, gâvurun getirdiği paraya ve gürültü patırtı eşliğinde içkili eğlencelere esir olmuşlardı.

Giyinmek dediğimiz şey sadece örtünmek değildi; geleneklerimizin, kültürümüzün ve kimliğimizin bir parçasıydı. Şimdi, kıçına bir don geçiren sokağa fırlıyor, diye düşündü Hasan Emmi.

Bir gün sokakta Hüseyin Emmiyle karşılaştılar. Hüseyin Emmi sırtında kıl torbası, Hasan Emmiyi görünce kucaklaştılar.

 

“Gâvur ne bok yediğini biliyor aha bu itin dölleri kaybolup gitti. Boşa demedim bu gölge uğursuzdur diye.”

 
Toplam blog
: 137
: 158
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

1958 yılında Söke'de doğdum. Esnaf çocuğu olarak ilk, orta ve lise eğitimimi Aydın ili Söke ilçes..