Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

16 Eylül '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Gölgeler düşerken

Gölgeler düşerken
 

Gölgeler Düşerken


Güzelliğin hep coşku verirdi bana. Hızlı hızlı, koşar adım giderdim bulaşacağımız durağa. Seni sabırla, hasretle, en önemlisi de huzur içinde beklerdim. Seni görünce durur, bir süre uzaktan seni seyrederdim. Bir an evvel koşup sana sarılmak yerine, bir bardaktan yudum yudum su içer gibi bir tat alırdım seni seyrederken. Ama bilmiyordum, susuzluktan çatlamış topraklara damla damla yağmurun düşmesi mi daha iyi, yoksa bardaktan boşanırcasına yağan yağmur mu daha iyi gelirdi susuz topraklara? Sen beklemeyi sevmezdin, biliyorum. Bu yüzden zamanı fazla uzatmaz, sanki o an geliyormuş gibi adımlarımı hızlandırırdım yanına yaklaşırken. Ve bu oyunu sen bilmezdin, sana söylemezdim, ilk defa söylüyorum.

Gittiğimiz bir tek yer vardı; hep aynı çay bahçesi... Ve hep aynı masaya otururduk. Ellerini bulduğunda ellerim hiç konuşmazdık. Saatlerce sana bakardım. Avuç içlerini öper, tırnaklarını kendi avuçlarıma batırır, bir çocuğa sayı saymasını öğretir gibi defalarca parmaklarını sayardım. Bazen de uzun saçlarını bana doğru yaklaştırmanı ister, saçlarını öper, kokusunu içime çekerdim. Sanki saçlarının kokusu içimden hiç gitmeyecekmiş gibi gelirdi. Gözlerine uzun uzun bakardım. Gözbebeklerinde kendimi görür, hiç sıkılmadan saatlerce senin gözlerinden kendimi seyrederdim. Kırmızı önlüklü garson kız her zaman uzaktan bizi gözlerdi. Biliyorum, bizi gözlerken kendi sevdiğini düşünürdü. Ve bazen de, senin yerine, bizim yerimize kendileri oturtup öyle hayal ederdi. Ve hiç konuşmadan yüzündeki tatlı tebessümüyle soğuyan çay bardaklarımızı biz demeden değiştirirdi. Ve her defasında, yanımıza yaklaşırken küçük bir bebeği uykusundan uyandırmaktan korkar gibi sessiz olur, sanki ayak parmaklarının üstünde yürürdü.

Ve gölgeler düşerken ağaç dallarına senin bakışların derinleşirdi. Normal zamanlarda görmediğim, göremediğim bir derinlikti o bakışların... İçmeden soğuyan ve değiştirilen bir kaç çay bardağından sonra usul usul konuşmaya başlardın. Yüreğindeki kocaman özlem dünyasından sadece küçük bir alıntıydı anlatabildiklerin. Yağmur sonrasında tek tek düşen iri damlalar gibi vurucu olurdu sözlerin. Ve ben, o anlarda damla damla biriken suların sel olduğunu görürdüm.

Biliyor musun, ben o çay masamızı hiç unutmadım sevgilim. Kırmızı önlüklü, bize doğru gelirken yüzü gülümseyen garson kızı da unutmadım. Bir şeyi daha unutmadım biliyor musun; o garson kız, içmediğimiz, ya da yarısını içtiğimiz, bir süre sonra soğuduğu için değiştirdiği bardakların ücretini almıyordu. Oysa yaşamda her şeyin bir bedeli vardı; bu bir bardak çay olsa bile...

Ben sana ne çok âşıktım…

Yola çıkmadan önce defalarca ayna karşısında saçlarımı tarardım.

Her buluşma anımızda heyecandan içim içime sığmaz olur, kalbim küt küt atardı.

Buluştuğumuzda seninde gözlerinde tatlı bir tebessüm olurdu.

Bu mutluluğun gülüşüydü, içindeki sevincin yüzüne yansımasıydı…

En çok sen güzeldin o akşamlarda….

Şimdi sana ne kızgın, ne de öfkeliyim.

Kalbimdeki yerini içime gizledim kimse görmüyor, seni yine çok seviyorum ve bu sevgimin kimseye zararı yok…

Kaybetmek yada terk edilmekten öte bir duygu bu şimdi yaşadığım…

Biraz kırılmış ellerim, hepsi bu…

Biraz da yenilginin, belki de kıymet bilmemenin verdiği bir hüzün yakıyor kalbimi…

Biliyor musun, seninle ilk tanıştığımız gün bir yolculuğa çıktık ve hala aynı yolda yürümeye devam ediyoruz.

Ve yalan değil, bazen bir şarkıda, bazen bir çay bahçesinde otururken, bazen de kalabalık ortamlarda kendimi yalnız hissettiğimde hayalin düşüyor gözlerime…

Yine aynısın sen, hiç değişmemişsin, bardaklarımızın yarısı yine boş, kırmızı önlüklü kız bizi gözlüyor yine…

Biz ne saf çocuklardık sevgili…

Duru bir sevgi vardı paylaştığımız parmak uçlarında…

Yalan yoktu, her şey değerliydi, ucuz değildik.

Bir sevginin içinde sarhoş gibiydik, yaşamak bir mucize, her şey çok güzeldi, çok mutluyduk…

Seni sevmek böyle bir şeydi işte.

Fazla param yoktu ama istediğimiz yere gidiyor, istediğimiz kadar çay içebiliyorduk.

Benim gibi çayla simit yemeyi sende çok seviyordun.

Oysa şimdi her şey biraz kırılgan, biraz yorgun gibi…

Bir güneşin doğduğu yer, bir de sana olan sevgim hariç her şey değişmiş…

İnsanlar güzel bir şey bulduklarında daha fazlasını isteyip hızla tüketiyor.

Şimdi daha iyi anlıyorum; o günler hayatımın en güzel, en kıymetli hediyesiymiş bana verilen…

En güzel fotoğraflarımı o günlerde seninle birlikte çektirmişim.

Şimdi bir şeyi daha iyi biliyorum sevgili; bir aşkın ilk mektupları ne kadar çok insanın gönlünü dolduruyorsa, veda mektubunun son sözleri de o kadar ağır geliyor yüreğe…

Yüreğini uzak tutma, sevgiden, dostluktan ve aşktan... Yoksa bir demir parçası gibi paslanıyor insan farkına varmadan. Beni düşünme sen, boş ver, ben, bedava içtiğimiz çayların diyetini ödüyorum. Borcum çok, yanına gelemiyorum…

 www.mustafacifci.com

  

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..