Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '08

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Gölgesi düşmüş üç uygarlığın İstanbul'u

Gölgesi düşmüş üç uygarlığın İstanbul'u
 

Kültürlerin beşiği İstanbul


İstanbul, dünya üzerindeki sayılı eski yerleşim alanlarındandır. Bir kıyaslama yaparsak, Sultan Mehmet, İstanbul'u aldığında ve Fatih olduğunda henüz Amerika kıtası da, Avustralya kıtası da, Antartika da keşfedilmemişti. Fakat, Sultan Mehmet, İstanbul'u alıp Fatih olduğunda ve bu kenti Osmanlı İmparatorluğu'nun "payitaht"ı yaptığında İstanbul kenti çok eskimişti. Çünkü, İstanbul da ilk yerleşim alanları bugün Küçükçekmece'nin 1.5 km uzağında bulunan Yarımburgaz'da başlamıştır. Yarımburgaz mağaralarında bulunan insan yapısı çeşitli çizimler Paleolitik Çağ'a tarihlenmektedir. Paleolitik Çağ, hepimizin bildiği gibi dünya tarihinin günümüzden 2 milyon öncesinde başlayıp 10 bin öncesinde bitmiş bir tarih dilimidir.

Öte yandan, İstanbul'un Anadolu yakasında bulunan ve Kadıköy ilçesinin sınırları içinde yer alan Fikirtepe semtinde ve yine İstanbul'un Anadolu yakasında bulunan Pendik ilçesinde Kalkolitik Çağ'a ait yerleşim alanları bulunmuştur. Kalkolitik Çağın M.Ö. 5000 ilâ 3000 yılları arasında yaşanmış olduğunu kabul ediyor tarihçiler. Kalkolitik Çağ'da taş aletlere yeni bir maden eklenmiştir: Bakır. O halde demek istediğim şudur; İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından alındığında yerleşim olarak kullanılması bakımından oldukça eski bir kenti ele geçiriyordu. Fakat, yine de bugünkü İstanbul kentinin çekirdeği İÖ.7. yüzyıla aittir. Bu kentin çekirdeğini oluşturanlar ise Megaralılardır. Megaralılar İÖ 680 yılında ve İÖ 660 yıllında olmak üzere iki koldan göçe başladılar. Çünkü, Megaralılar'ın ülkesi olan Yunanistan, Dorlar tarafından işgâl edilmeye başlanmıştı. İÖ 680 yılında Dorlar'ın işgâlinden kaçan Megaralıların bir kolu Propontis'i (Marmara Denizi) geçerek bugünkü Kadıköy'e yerleşmişlerdir. Çeşitli kaynaklar Yunanistan'dan buraya gelen Megaralıların buraya Kalkhedon adını taktıklarını söylemelerine karşın bu görüş yanlıştır. Çünkü, asıl yazılışı ve söylenişi Chalkedon olan bu yerleşim merkezinin adı Fenikeliler tarafından konulmuştur ve "Yenişehir" anlamına gelmektedir.

İster Chalkedon ister Karchedon olsun bu Fenike dilince yazılmıştır. Fakat, ortada tarihçilerin henüz çözemediği bir sorun vardır, adının Fenikelilerin koyduğu Kalkedon'a ilk yerleşenler kimlerdir? Fenikeliler mi, Megaralılar mı? Kadıköy hakkında bir de az bilinen belki de çoğumuzun bilmediği bir ad vardır ki o da "Kalıcı Dünya"dır. Evet, 1350 yılında Kalkedon Osmanlıların eline geçince Osmanlılar buraya "Kalıcı Dünya" adını vermişler fakat fazla kullanmamışlardır. Fatih Sultan Mehmet, birgün ilk kadısı Hıdır Bey'e makam ödeneği vermek ister. Düşünür taşınır ve "Kalıcı Dünya"yı ya da Kalkedon'u kadısı Hıdır Bey'e arpalık olarak verir. İşte, o günden bu güne kadar bu yerleşim yeri Kadıköy olarak anılır. Yukarıdaki paragrafta Yunanistan'ın işgâlinden kaçan Megaralıların iki koldan göçe başladığına değinmiştim. İlk kol Kalkedon'a yerleşmişti. İkinci kol Yunanistan'dan ayrılmadan önce Delphoi tapınağında bulunan kâhine akıl danışmışlar ve bu kâhinden bir yerleşme alanı dilemişlerdir. Kâhin "Yolunuza devam edin karşınıza körler ülkesi çıkacak işte o körler ülkesinin karşısını kendinize yurt edinin" demesi üzerine Megaralıların ikinci kolu başlarında Trak kökenli komutan Byzas olduğu halde yola çıkmışlardır. Onlar birinci koldan yola çıkan Megaralılar gibi deniz yoluyla değil de karayolu ile göçe başladıklarından bugünkü Sarayburnu önlerine geldiklerinde şaşırmışlardır. Çünkü, bulundukları topraklar olağanüstü bir güzelliğe sahiptir. Karşılarında ise Kalkedon durmaktadır. Kalkedon'da yerleşim kurulmuştur.

Fakat, bu ikinci koldan göç eden Megaralılar Sarayburnu gibi muhteşem bir yeri görmeyip de karşı tarafı yurt edinenleri yadırgamışlardır. Bu sırada akıllarına Delphoi tapınağındaki kâhinin sözleri gelmiştir. Ve şuna karar vermişlerdir: Sarayburnu'nu (Bugünkü adı ile) görmeyip de karşı tarafı yurt edinenler olsa olsa kördür. O halde kâhinin işaret ettiği körlerin yurdu karşı taraftır ve bizim yurdumuz da onların karşısıdır". Böylece İÖ 660 yılında yola çıkan Megaralıların ikinci kolu burayı kendilerine yurt edinerek bir de ad koydular: Byzantion.Byzantion kısa sürede büyük gelişme gösterdi. Çünkü, bu yerleşim bölgesi hem ulaşım açısından hem de savunma açısından son derece uygun bir yerde bulunuyordu.

Çeşitli tarihlerde Byzantion Perslerin, Spartalıların, Galatların, Makedonyalıların işgâline veya saldırılarına uğradı. İÖ 74 yılında ise artan saldırılara karşı Bitinya kralı IV. Nikomedes bir vasiyette bulunarak Byzantion da içinde olmak üzere ülkesini Roma'ya bağladı. İS 73 yılında ise Roma'nın eyaleti oldu Byzantion.İstanbul'un bu ilk dönemine ait hiçbir iz elimizde yoktur. Yalnız Paleolitik Çağ'a ait bazı çizimler Yarımburgaz mağaralarında durmaktadır. Roma'nın bir eyaleti olan Byzantion, Roma'nın ikiye bölünmesinde etkili olmuştur. Nitekim, Roma'da başgösteren iç huzursuzluk sonunda I. Constantinus Byzantion'u Roma'nın başkenti olarak duyurdu. Bu sırada tarihler İS 330 yılını gösteriyordu. I. Constantinus başkent yaptığı kentin adını da değiştirdi ve Konstantinopolis adını koydu.

Konstantinopolis'in kaderini değiştiren olay ise I. Constantinus'in Hıristiyanlığı resmi dini olarak kabul etmesidir. 395 yılında ise Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesi ile Konstantinopolis, Doğu Roma İmparataorluğu'nun başkenti olmuştur. Bu tarihlerde Batı Roma İmparatorluğu ile Doğu Roma İmparatorluğu ilişkileri hem dini, hem siyasi hem de kültürel açıdan iyiden iyiye kopmuştur. Çünkü, Batı Roma İmparatorluğu dini bakımdan pagan (çok tanrılı) bir dine sahipken, Doğu Roma İmparatorluğu Hz. İsa'nın dini olan Hıristiyanlığı devlet dini olarak seçmiştir. Dil ve yazı olarak Lâtin alfabesini kullanan Batı Roma İmparatorluğu'na karşılık Doğu Roma İmparatorluğu Grek alfabesini seçmiştir. Bu sırada Trakya'dan getirilen halklar sayesinde Konstantinopolis çok kısa zamanda Roma'nın nüfusunu geçmiştir. İşte tarihte hiçbir zaman Bizans İmparatorluğu adı ile anılmayan Doğu Roma İmparatorluğu'nu 19. yüzyıl tarihçilerinin Bizans İmparatorluğu diye ayırmalarının nedenleri bu farklılıklardır. Yani, dini ile, dili ile ve siyasal yapısı ile Batı Roma İmparatorluğu'ndan apayrı bil imparatorluk olan Doğu, 19. yüzyıl tarihçileri tarafından Bizans İmparatorluğu olarak adlandırılmıştır. Yoksa, Doğu Roma İmparatorluğu hiç bir zaman kendisine Bizans dememiştir. 19. yüzyıl tarihçilerinin Bizans dediği Doğu Roma İmparatorluğu geniş bir alanda egemenliğini sürdürmüştür.

Fakat, bugünkü İstanbul o günkü adı ile Konstantinopolis yani Constantinin kenti olan bu kent Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olması nedeniyle ayrı bir özelliğe sahipti. Bir kere Hırıstiyanlık dünyasının merkezi oluvermişti İstanbul. Böyle olunca ortaya Sanat Tarihinde "Başkent" ekolü olan bir yapılanma doğmuştu. Başkent ekolü mimariden, resme, resimden freske, freskten mozaik sanatına büyük yenilikler ve değişiklikler getirdi. İstanbul'un, Bizans'ın başkenti olması nedeniyle şansı vardır. Bu şans elbette Bizans'tan bize kalan kültür değerleridir.

Bin yılı aşkın bir zaman Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olmuş İstanbul için günümüze gelen Bizans eserleri oldukça azdır. Fakat, bu bile bizim için önemli bir tarihi mirastır. İşte Bizans İmparatorluğu'ndan günümüze gelen önemli yapılar: Aya İrini (Hagia Eirene) 6. yüzyıl yapısı, Sultanahmet'te. Ayasofya (Hagia Sophia) bugünkü durumu 6. yüzyıldan kalma, . Fakat daha eski bir yapının yerine yapıldı. Çünkü ilk yapı ayaklanmada yakıldı, Sultanahmet'te. Hagia Theodoros Kilisesi (Vefa Kilise Camisi ya da Molla Gürani Camisi) 10. yüzyılın sonu ya da 11. yüzyılın başlarına tarihleniyor, Vefa'da. Khora Manastır Kilisesi (Kariye Camisi-Müzesi) 14. yüzyıl yapımı günümüze gelmiştir. Oysa ilk yapımı daha da eskidir, Edirnekapı'da. Konstantin Lips Manastır Kilisesi (Fenari İsa camisi) 10. yüzyıl ve 14. yüzyıl yapımı iki kiliseden oluşur, Vatan Caddesi'nde. Miraleion Kilisesi ( Bodrum Camisi) 10. yüzyıl yapısı olduğu sanılıyor, Laleli'de. Pantepoptes Manastır Kilisesi (Eski İmaret Camisi) 11. yüzyıl sonlarında yapıldığı sanılmaktadır, Vatan Caddesi'nde. Pantokrator Manastır Kilisesi (Zeyrek Kilise Camisi) 12. yüzyılda yapılmış birbirine bitişik üç kiliseden meydana gelmiştir, Unkapanı Zeyrek'de. Sergios ve Bakkhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camisi) 6. yüzyıl yapısıdır, Kumkapı Küçükayasofya semtinde. Studios Manastır Kilisesi (İmrahor Camisi) 5. yüzyıl yapısı, Samatya'da. Theotokos Pammakaristos Manastır Kilisesi (Fethiye Camisi) 12. yüzyıl yapısıdır, Fatih Çarşamba semtinde.Bunlar elbette Bizans İmparatorluğu'nun dini mimarisinden örneklerdir. Bunların yanında sivil mimari yapıları da vardır.

Saray olarak Tekfur Sarayı Edirnekapı ile Eğrikapı arasında günümüze gelmiş Bizans saray örneğidir. (Blakhernai). Su yapıları olarak Valens Su Kemeri günümüze kadar gelmiştir, fakat bu su kemeri erken Bizans dönemi yani Roma İmparatorluğu dönemine ait bir yapıdır. 4. yüzyılda İmparator Valens tarafından yaptırılmıştır. Bozdoğan Kemeri olarak da anılmaktadır. Bir başka su yapıları ise elbette sarnıçlardır. İstanbul, sarnıç bakımından ya da sarnıç kalıntıları açısından oldukça zengindir. Bugün tarihi yarımadanın hangi yerini kazsanız hemen hemen her yerinden bir sarnıç çıkmaktadır. Zaten altı bir başka zengin kent olan İstanbul'a yapılmakta olan Marmaray Raylı Tüp Geçit projesi bu nedenle sık sık durmaktadır. Çünkü, İstanbul kentinin tarihini değiştirecek arkeolojik kalıntılara her dozer kepçesinde rastlanmaktadır. Fakat, yine bu sarnıç bolluğundan günümüze gelen en önemlileri Binbirdirek Sarnıcı ve Yerebatan Sarnıcı'dır. Binbirdirek Sarnıcı 4. yüzyılda yaptırılmıştır. Kapladığı alan 3600 m2'yi geçmektedir. Yüksekliği 12 metredir. 224 sütunu olmakla birlikte günümüze 212 sütunu ayakta kalmıştır. Bir başka sarnış ise Yerebatan Sarnıcı'dır. Sultanahmet'te bulunan bu çok tanınan sarnıç 6. yüzyılda yapılmıştır. 9500 m2 alanı kapsar ve bu nedenle kentin en büyük sarnıçıdır. 8 metre yüksekliğinde 336 sütunu vardır. İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan zamanında büyük bir yenileme geçiren bina gezinme yollarıyla da rahatlıkla gezilebiliyor. Işıklandırma sistemi ve ses düzeni de konunca Yerebatan Sarnıçı oldukça ilgi çekici bir duruma getirildi.

Bizans'ın askeri mimarisine örnek ise İstanbul Surları'dır. Haliç, Marmara Denizi ve karadan İstanbul'un tarihi yarımadasını "Suriçine" alan bu surlar bugün pek korunaksız gibi gözükse de, zamanında bu surların kademeli olarak kenti nasıl koruduğunu teknik çizimlerde görebiliyoruz. Uzunluğu yaklaşık 21-22 km kadardır. Bizans'tan günümüze bir de anıtlar kalmıştır. Kentin çok değişik yerlerinde çeşitli amaçlarla dikilmiş sütunlar, dikilitaşlar vardır. Ancak, yine en önemlileri bir semte adını da veren Çemberlitaş'dır. 40 metre yüksekliğe ulaşan bu sütunu I. Contantinus diktirmiştir. Bu sütunun üzerine ise I. Constantinus kendi heykelini koydurmuştur. Hz. İsa'nın çarmıha çakıldığı çarmıh ve çiviler bu sütunun altındaki odalarda saklıdır.

Benim, bir başka yazımda da savunduğum gibi, yeni bulunan odalarda Hz. İsa'nın mezarı da buradadır. Sonucu merakla bekliyorum. Bizans'ın anıtlarının bulunduğu bir başka yer ise Hippodrom'dur. Sultanahmet semtinde bulunan Hippodrom'un yapımına 2. yüzyılda başlanmıştır. Hippodrom'da bugün görebileceğimiz tarihi eserler; Mısır dikilitaşı, Örme Sütun ve bir zamanlar üç yılan başı olan fakat bugün yılan başları olmayan bu nedenle de Yılanlı Sütun ya da Burma Sütun'dur. Bin yıldan fazla İstanbul'u başkent seçmiş Doğu Roma İmparatorluğu'nun elbette muhteşem imparatorluk sarayları da vardı. Ancak, Sultanahmet meydanından Cankurtaran'a kadar uzanan geniş arazide kurulu bulunan bu muhteşem Bizans sarayından günümüze ancak yer döşemesi olarak kullanılan mozaikler kalmıştır. Büyük Saray olarak anılan bu sarayın mozaikleri Sultanahmet'te bulunan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'nde sergilenmektedir. Olağanüstü güzellikteki bu mozaikler bir zamanların Büyük Sarayı'nın da ne kadar görkemli olduğunu bizlere göstermektedir. Bu saray 1204'ten 1261'e kadar Lâtin İmparatorluğu'nun işgâlinde kalan Latinler tarafından talan edildi. Yağmalandı. Fatih, İstanbul'u aldığında bu saray harabe durumundaydı. İşte bu sarayın bulunduğu alana Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camisi ve Mimar Sinan'ın hamamları yapıldı.Ve tabi ki İstanbul 1453 yılından sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun eline geçti ve bu kez Osmanlı'nın başkenti oldu.

Fatih Sultan Mehmet, büyük bir imparatorluğu yıkmış ve onun yerine kendi imparatorluğunu büyütmüştür. Fatih, uzun zaman fethettiği kente Konstantinopolis demeye devam etti. İşgâlden sonra kentin düzeni sağlandıktan sonra kaçan Rumlar geri çağrıldı. 1517 yılına gelindiğinde İstanbul yeni bir önem kazandı. Çünkü, bu tarihte Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden zaferle döndü ve kutsal emanetleri İstanbul'a getirerek "Halife" ünvanını aldı. Bu aynı zamanda İstanbul'u Halifeliğin de başkenti durumuna getirdi. Fakat, Osmanlı geç dönemlere kadar Halifeliğin hiç bir gücünden yararlanmadı. İstanbul, Osmanlı'nın eline geçince uzun süren barış ortamı sağlandı. Ancak yeniçeri ayaklanmaları, büyük depremler, büyük yangınlar İstanbul'u hiç bırakmadı. Buna rağmen Osmanlı İmparatorluğu başkenti İstanbul'a muhteşem eserler yapmaya başladı. Osmanlı'nın İstanbul'a ve Balkanlara yapmış olduğu anıtsal eserler Anadolu'da yoktur. İşte bu bağlamda Osmanlı'nın Anadolu'yu ihmal ettiği de ortaya çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'da, Bizans İmparatorluğu gibi şimdiki İstanbul'a çok değerli tariihi eserler bırakmıştır. Bu eserleri de Bizans'ta olduğu gibi dini, sivil, askeri, gündelik gereksinimler için yapılan eserler olarak sınıflandırabiliriz. Dini yapılarda elbette camiler ilk sırayı alır. Ki bunların en önemlileri şöyledir: Beyazıt Camisi 1501-1506 . Dolmabahçe Camisi 1852-1854. Eyüpsultan Camisi 1458-1459. Fatih Camisi 1463-1470. Lâleli Camisi 1759-1763. Mihrimah Sultan Camisi 16.yüzyılın ikinci yarısı. Nuruosmaniye Camisi 1741-1755. Nusretiye Camisi 1823-1826. Ortaköy Camisi 1854. Rüstem Paşa camisi 1562. Sultan Ahmet Camisi 1609-1617. Süleymaniye Camisi 155-1559. Şehzade Camisi 1548. Yeni Cami 1597-1663. Bunun yanında İstanbul'un çeşmeleri de büyük bir anıtsal özellik taşır. III. Ahmet Çeşmesi 1728 Sultanahmet'te bulunuyor. Alman Çeşmesi Alman İmparatoru II. Wilhelm'in 1901 yılındaki armağanıdır. Saliha Sultan Çeşmesi Azakkapıda bulunan bu çeşme 1732 tarihlidir ve I. Mahmut'un annesi Saliha Sultan tarafından yaptırılmıştır. Tophane Çeşmesi 1732 tarihlidir. Valide Çeşmesi Beşiktaş ile Maçka arasındadır. Abdülmecid'in annesi Bezmiâlem Valide Sultan tarafından 1839 tarihinde yaptırılmıştır. Osmanlı'dan günümüze kalan gelen ticari yapıların başında Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gelmektedir. Han yapıları da Osmanlı'da ticari yapılar olarak günümüze gelmiştir. Büyük Valide Han, Büyük Yeni Han, Çuhacı Han bu hanlara örnektir. Osmanlı'nın sarayları ise günümüze gelmesi bakımından önemlidir. Beylerbeyi Sarayı, Çırağan Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı Osmanlı saraylarını örneklerken; Aynalıkavak Kasrı, Ihlamur Kasrı, Küçüksu Kasrı da Osmanlı'nın kasırlarına örnektir.

İstanbul'un kısa bir tarihini günümüze gelen tarihi eserleriyle anlatmaya çalıştım. İstanbul önemlidir. İstanbul çok yaşlı ama bir o kadar da gençtir. 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olacak İstanbul, Avrupa'da bu ünvana en yakışır ülkedir. Aslında, bu ünvanı biz hiç kimseden almadan kendimiz yaşatmalıydık. Büyük kültürel geçmişiyle İstanbul Avrupa'nın sürekli "Kültürel Başkenti" olmalıdır. Şimdi 2010 yılına hazırlanan İstanbul umalım ki bir başlangıcı da yapmış olur ve İstanbul'un kültürel mirası anımsanır ve İstanbul gerçek değerini bulur.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..