Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '07

 
Kategori
Kültürler
 

Gönle gelen ihtar

Gönle gelen ihtar
 

Günün siyasî ve beşerî nefis kavgalarından bunalan gönlün huzur bulduğu mânâ âleminin hikmetlerinde ne güzellikler ne cilveler tecellî ediyor...

Bu yazının başlığını teşkil eden *Gönle Gelen İhtar* güzel bir tevâfuk eseri karşıma çıkan bu kabil bir cilvenin bir dörtlük olarak ilham ettiği ve iki dörtlük bir şiir olarak kayda geçtiği cuma gününe tekabül eden bir tarihte Cuma öncesi bir sohbette arif kişilerden dinlediklerimden toparlayabildiklerimin keza dile getirildiği bir dörtlükle şiirlerimi geçtiğim iki şiir sitesinde aynı zamanda yazılmış ve o zaman ikisi birlikte bir şiiri teşkil eden her iki dörtlüğün ilham hikâyesi şerh olarak geçmişti...

Bu günün atmosferinin de gönle duyurduğu böyle bir ihtiyaçla o iki dörtlüğün bu sefer, başa alınan ilham hikâyesini blog olarak geçip sonuna da şiiri eklemek suretiyle o gün yazılan şiir ve hikâyesini aynen buraya naklediyorum; selâm ve saygıyla...


İkisi birlikte bir şiir teşkil ettiği bu iki dörtlüğün, hayatın gerçek sahnelerinden, hakiki bir hikâyesi var:

Bir tarihte Erzurum'dan Ankara'ya, karadan, hususî bir yolculukta, öğle vaktiydi; Sivas'a uğradık... Sivas'ın meşhur tandır kebabının lezzetini o zaman tatmıştım... Yemekten ve biraz eyleştiken sonra, yola çıkmadan; daha evvel bir kaç kere niyet etmiştim, bu zamanda nasip olacakmış; kezâ, yine Sivas'a has meşhurlardan bir *Sivas Bıçağı*! Hazır, gelmişken, vakit de var, bir sorayım dedim; hem de tam adamına sormuşum, bana bir zat tarif etti, evvelâ meslekî benzerlerinden farklı, zâtına has olan hususiyetlerinden bahsetti, sonra da *mutlak ondan al* diye tembih ederek adresini de iyice belletti, ki, çok da kolaymış... Biraz ilerdeydi Sanayi. Orda girişte *Erzincanlı Hafız*'ı sordum, hemen yanı başta diye gösterdiler... Dükkânına girdim, kapıdan girerken beyaz göğerçinlerin kanat çırpışlarıyla karşılaştım; kuşlara meftunmuş ve kuşlarla doğrudan konuştuğuna ben de şahit oldum...

Girdiğimde karşısında bir zat vardı, biraz şaşkınca, oturduğu yerden Hafızın yüzüne hayranlıkla, şaşkınlık arasında bakar vaziyette; iki üç kuş da pür dikkat dinler halde, Hafızın Ona bir ihtârı ilk kulağıma gelen lâf olarak dikkatimi çekti: *Destursuz girer, destursuz oturur, ustanın işine başınla karışırsan başın gider* diye... Neticede adamın işini gördü, istediğini verdi ve kuşlarıyla uğurladılar adamı... Geri döndüğünde, bana yöneldi ki, o ana kadar, hiç kıpırdamadan girdiğim ilk andaki gibi yerime çakılı onu bekliyordum; herhalde ne istediğimi soracaktı ki, ben artık ağzımı açarak, evvelâ bir selâm verdim, selâmımı aldı ve otursana ne ayakta bekliyorsun deyince, cevâbı hazırlamıştım, zâten hakkında da bilgi almıştım:

-*Estağfirullah üstâdım; destursuz oturmak ne haddim* dememe; âriflere mahsus bir teslimiyet hâliyle tebessüm etti ve bana bir iskemle vererek oturttu.

Bir *Sivas Bıçağı* alacağımı söyledim, parmağıyla, kapı girişinin karşısındaki bir yazıyı işaret etti: *Burada hazırı yok satar, sipariş alırız*. Önceden bıçak yapıp, hazırlayıp, bıçak satma kat’iyyen prensibi dışında.... Verilen siparişe göreyse, bıçağın mükemmeline sahip olma şansı var her bıçak alanın...

Siparişime göre not aldı ve:

-Bu bıçak -yine parmağıyla gösterdiği- şurada asılı kalacak, almak için gelen zata teslim edilecektir dedi... Daha hiç bir şey sormadan parasını ödedim, Allahaısmarladık ederken, yine o ilk konuşurkenki yüzünün sürûrlu haliyle kolumdan tuttu, girerken rastladığım hali, hikmetâmiz ifadelerle anlattı:

İş esnasındayken, adam elini uzatarak bir şeye karışmak, müdâhâle etmek istemiş, az daha eli gidecekmiş... Bunun üzerine de, şu oluşan şiirdeki, ikinci kıtadaki, dile getirmek istediğim *üç hâlde kendini tutma* teyâkkuzunu hikmetleriyle idrâkime yerleştirdi....

Bir iki sene sonra idi, Erzurum Atatürk Üniversitesinden bir kadîm dostum, Prof.Dr. Selçuk ÜNLÜ (o zaman doçentti) arabasıyla o güzergâhtan Ankara'ya gidiyorken tevâfuk oldu rastlaştık, usulen, bir isteğin var mı diye sorulur ya, o kabilden sorunca, unutmuştum aslında, birden hatırıma geldi; var ya, Selçuk Bey; uğrayabilirsen çok memnun olurum deyip, durumu anlatınca, o da, daha da çok istekle, kendisini de bir merak sardığından, özellikle uğrayacağını söyledi...

Döndüğünde, bıçak elinde, gülerek odama girişiyle ilk anlattığı şu oldu:

-Senin tarif ettiğin gibi gittim, Sanayide sorar sormaz gösterdiler. İçeri girişimle, adamın, hiç bir şey sormadan, bana hitabına karşı hâlâ hayret içindeyim; daha yüzüme bakar bakmaz demesin mi:

-*Sen şu emanet bıçağın emânetçisi misin? *

Benim, Elimle bir şeride yazdığım ismim bıçağa yapışık olarak bana geldi.

Birinci kıtadaki sözler de, bu sabah Cumadan evvel bir sohbetteki irfan ehli zatlardan toparlayabildiğim kadarıyla kaptığım ifadelerden dilime düşenler...

Gönle gelen İhtâr

Derviş diyor ki sırren:

Nedir bu mâhir ellere ayak
Nedir bu mahfî dillere dudak
Şu âlem ki bize seyrân-gâhdır
Gözünü aç bir şu âleme bak.

İhtâr edildi hemen:

Ustanın yanında elini tut
Alîmin yanında dilini tut
Ki elin gönlün yaralanmasın
Veli huzurunda kalbini tut.

Pendik; 08.09.06

Mustafa Benkli

 
Toplam blog
: 9
: 723
Kayıt tarihi
: 06.01.07
 
 

Zağgiliyim; Erzurum'un Kargapazarı dağları eteğindeki bu ücrâ, çiçek yurdu, şirin mekânda Dünyâ'ya g..