Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '12

 
Kategori
Kitap
 

Gönül Kapısından İnciler / "Bir yürek kitabıdır"

Gönül Kapısından İnciler / "Bir yürek kitabıdır"
 

Pursaklar Ayyıldız Anadolu Lisesi web sitemizi ziyaret ediniz. (Yakın zamanda kitap resmi konulacaktır.)


 Bugün sizlere tanıtacağım kitap benim için özel anlam taşıyor. (Ve bu sebeple, bu tanıtımı yapmayı ulvî bir görev addediyorum.) O kadar ki, yıllarımın hasreti sonucunda Eylül 2011 ‘de gün yüzüne çıkan kitaplarım; “Oyma Sandığımda Saklı Renklerim” (Hikâye)  ile “El Yüreği Tutunca” (Şiir) kitabım kadar bana heyecan ve onur veren bir kitap çalışması bu.


Kitabın adı: “GÖNÜL KAPISINDAN İNCİLER”… Bir şiir kitabı. Eylül 2011'de başlayan hummalı bir çalışma sonucu, nihayet 17 Mayıs 2012'de kitabımızı okuyucusuyla buluşturduk.Şiir kitabımızın -Eğitimci yönümün naçizane kanaatine göre-- Edebiyat dünyası ile Eğitim dünyasında yeri çok özel ve çok anlamlı. Elbette, bu kitabın Editörlüğünü üstlenen ben de böylesi önemli bir çalışmada yer almaktan, ter dökmekten gurur ve sevinç duyuyorum.


Kitap, okulum Pursaklar Ayyıldız Anadolu Lisesi’nin “Ayyıldız Kitaplığı” serisinin 3. Kitabı. Kitabı oluşturan şairler okulumuzda öğrenim gören yirmi üç öğrenci. Yirmi üçü de; genç olduğu kadar “yüreğin dilini konuşturan” ve “yüreğini cesaretle yazabilen” gönül ehli. Cesur öğrencilerimi “ilk eserleri” olan şiir kitapları için “bu yazı vesilesi ile” bir kez daha kutluyorum.

Kitabımızı tanıtabilmek adına kitabın “Önsöz”ünü  sizlerle paylaşmadan evvel ; ikişer (bazı öğrencilerimizin üçer) şiirleri ve “söz incileri” ile “Gönül Kapısından İnciler” şiir kitabını (104 sayfa; 55 şiir) oluşturan “Genç Şairleri”  sizlere takdim etmek istiyorum:
 

 Enes AKKÜL, Kübra AYMAZ, Leyla BARIŞ, Muhammet Cahit BEKCİ, Recep CAN, Çağrı ÇAĞALDOĞAN, Gamze Nur EKŞİ, Recep Buğra EMEKTAR, Esra Nur ERDOĞAN, Merve GENÇ, Ayşe GÖREN, Çağrı GÜLER, Büşra GÜMÜŞSOY, Ayşe GÜREL, Merve KAYA, Yunus Emre KOÇAK, Yasin ÖZDİL, Betül ÖZTÜRK, Burak SAĞLAM, Esra SAYGILI, Hatice SİZEN, Esra Zeynep YILDIZ, Zeliha YILMAZ.

Kitabımıza katkı sağlayan bütün yürekli öğrencilerimi ve kitabımıza destek veren tüm büyükleri   huzurunuzda tebrik ediyor ve onlara teşekkürlerimi sunuyorum.

Kitabımızda, ayrıca güftesini benim yazdığım, bestesini okulumuz Müzik Öğretmeni Ahmet Evren ESEN’in yaptığı  “AYYILDIZ ANADOLU” isimli Okul Marşımız da yer almıştır. Yine ben ve Ayşegül KEZER FİGEN Hocamız(Matematik Öğretmeni)’ın ikişer şiirimiz ile gençleri teşvik amacıyla kitaba girmeyi uygun bulduk.

Kitabın Önsöz’ünde de belirttiğim gibi: Gençlerin elinden tutulduğunda çok güzel projeler hayata geçiyor. Bu projeyi, yaşanan bu güzelliği ve bu “GÖNÜLLÜ” çalışmayı sizlerle paylaştığım için mutluyum. Özellikle, genç nesille beraber ulaştığım güzellikleri bundan sonra da sizlerle seve seve paylaşacağım.

Genç şairlerden izin alabildiğim taktirde onların şiirlerini ve “incilerini”, sayfam aracılığı ile, zaman zaman sizlerle paylaşmayı da diliyorum. Şimdi sözü kitabımıza bırakıyorum:

ÖNSÖZ

“VARLIK MEYVESİNİN AĞACI SÖZDÜR”

A. GELENEKTE ŞİİR VE ŞAİR

-Kulağımızda Küpe: Divan ve Tasavvuf Şiiri-

“Şiir” kelimesinin sözlük anlamı hususunda çok değişik görüşler vardır. Kelime aslında Arapça olduğu için görüşler ve yorumlar da Araplar ve Arap diliyle uğraşan eski dil bilimcileri tarafından ileri sürülmüştür. Kanaatlerin en yaygın olanına göre “şiir” kelimesi “şuûr” ile aynı köktendir, “bilmek ve bir mânâyı kavramak” anlamındadır; hiç düşünmeden, önce kurup kararlaştırmadan söylenen sözdür.
 

Anlam konusundaki farklılıklara rağmen herkesin katıldığı görüş, şiirin en küçük biriminin kafiyeli ve vezinli iki mısradan ibaret olmasıdır. Buna “beyt”, Türkçe’deki söyleyişiyle beyit, denilir. Beyt ise ev demektir. Bir evin o adı alması için nasıl içinde insan olması gerekiyorsa, beytin içinde de mânâ bulunmalıdır. Mısra kelimesinin sözlükteki anlamı “kapı”dır; her evin kapısı –her halde o zamana göre- iki kanatlı olur. Kapı kanatları nasıl ayrı ayrı birimlerse, mısraların da ayrı ayrı kurulması mümkündür. Ve bir evin yapımı kapısı takıldıktan sonra bitirildiği gibi, iki mısra tamamlandıktan sonra beyit bitirilmiş olur. Bu tanıtma bize beyitin bir cümle – bir bakıma en azından iki cümlecikten oluşan bir cümle- anlamı içerdiğini bildiriyor.

Divan şiirinde her beyitte -veya şiirde- bir mânâ bulunması gerekiyordu. Divan Şairleri de “bikr-i mânâ”, diğer deyişle, söylenmemiş bir anlam, bir nükteli söz bulmayı, daha doğrusu var etmeyi amaç edinirlerdi. Bu amaca erişmek için kıvrak bir zekâ sahibi olmak, dili incelikleriyle bilmek ve nihayet pek çok şiiri ezberde bulundurmak lâzımdır. Sonuncu şart şunun için önemliydi: Hafızasında pek çok şiir bulunduran ve çok şiir okumuş olan bir şair başkalarının birikimlerinden, tecrübelerinden yararlanabilirdi. Bikr-i mazmûn bulmak öyle pek kolay değildi. Bunu başarmak için, dili yoğurma işini, edebî sanatlardan bir sürü hüneri bilmek gerekiyordu.
 

Belâgatçiler mânâyı bir dilbere, edebî sanatları da onun giyinip kuşandıklarına, takındıklarına ve süründüklerine benzetmişlerdir. Tabiattaki varlıklar ve olaylar kendi durumları içinde ne kadar mükemmel, ne kadar hoşa gidici olurlarsa olsunlar, onları salt göründükleri halleriyle konu edinmek bir güzeli sadece örtünmesi gereken yerlerini örterek ortaya getirmek gibi görülüyordu. Her zaman gözümüzün önünde duran, her gün bizim veya çevremizdekilerin başından geçen şeylerin tekrar edilmesi ne kadar sıkıcı, ne kadar heyecansızdır! O halde ne olmalıdır; ya her şey istediğimiz biçimde yeniden kurulmalı, yapılmalı veya beğeneceğimiz, haz duyacağımız bir kılığa sokulmalıdır. Sanat söz konusu olunca “ibdâ’” (yaratma) dediğimiz işte bu eylemdir. Zaten, iki dünya var; biri içinde yaşadığımız tabiat dediğimiz dünya; diğeri sanatın dünyası. Her iki dünyanın da kendine göre kanunları var; sanatın dünyası sanat kanunları ile, içinde yaşadığımız dünya fizik kanunları ile devam ediyor.  

Dîvân Şâiri iki hüneri yeni MAZMUN bulmakta, mânâ yaratmakta çok kullanmıştır: Hüsn-i Ta’lîl ve Teşbih. Aslında hüsn-i ta’lîl bir tür teşbih hüneridir. Fakat gördükleri iş bakımından karşılaştırıldıkta teşbihe hiç benzemez. Hüsn-i ta’lîl bir durumu, bir oluşu, bir varlığı herkesçe bilinenden başka bir biçimde oluşturmak, açıklamak ve anlamlandırmaktır. Bunu yapmak için söz konusu unsur çok defa değiştirilir; canlıyla cansız kılınır veya aksi yapılır. Dîvân Şâirlerinin mânâ üretmekte yani yeni mazmûn bulmakta kullandığı sanat budur. Teşbih ise bir durumu, bir varlığı, bir oluşu mükemmel, daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir. Fakat burada, benzetme yönü, benzeyenle benzetilen arasında ortak yanlar çok önemliydi. Şâirin görevi, bu ortaklıkları belli kuralların dışına çıkmadan, bulmak, sağlamak ve okuyucuyu benzerlikteki tutarlılığa inandırmaktı.
 

Dîvân Şiirinde şiirin malzemesi yüzyıllar boyunca oluşmuştu, oluşmaktaydı. Bir şâir, kelime ve cümle bilgisiyle beraber aruz ve kafiye bilgisini de edinmeliydi. Sonra, belâgat ve şiir sanatları bilgisi geliyordu. Şâir şunları bilmeli ve uygulamalıydı:
 

• Kelimelerin herkesçe bilinenlerini seçmeli, bunlardan hangilerinin şiir içinde kulağa ve zevke hoş geleceğini bilmeli ve bunları akıcı bir söyleyiş sağlayacak tarzda yerleştirmelidir.
• Sözde üslûp ve edayı; bunu sağlayacak ihâm, ta’rîz, teşbih ve istiâre gibi söz sanatlarını bilmelidir.
• Kendinden önce yaşamış büyük şâirlerin övünme ve alçak gönüllü davranma, şükür ve şikayet, yerme ve övme, nefret etme ve beğenip sevme, savaş ve barış tabirleri; bahar, yaz, kış, yağmur, rüzgar tarifleri; gece ve gündüz, gök ve yıldız tasvirleri, sevgililerin oturduğu yerin sıfatları gibi hususlardaki “üslûp ve ifadelere” uymalıdır.
• Beytin iki mısraı arasında bir tenasüp, kelime ve kavramlar arasında anlam bakımından uyumluluk olmalıdır.
• Esasta, konu ve mânâ hırsızlıkları ayıplandığı halde, şair birisinden bir deyim, bir tabir alacaksa onu başka bir mânâda kullanmalıdır; veya birisi güzel mânâyı, kelimelerin telaffuzlarını bozarak akıcı olmayan bir vezinle söylemişse; onu kulağa ve zevke hoş gelen ibarelerle ve akıcı bir vezinle ifade etmelidir. Bu tür sirkatler (mânâ ve kavram çalmalar) hoş görülür.
• Telmihlerle, ihamlarla anlam zenginleştirebilmek için çok hikâye, lâtife ve atasözü bilmelidir.
• Geçmiş yıllarda yaşamış bilgelerin, şairlerin hayatları, meslekleri, düşünce ve duyguları hakkında bilgi edinmek için onların divanlarını sık sık okumalıdır. Böylece şiirle ilgili somut bilgileri en mükemmel örneklerden edinebilir.
• Ve nihayet ne kadar yetenekli olursa olsun, başlangıçta, yazdığı şiirleri, şiirden anlayan üslûp sahibi sanatkârlara okuyarak tashih ettirmeyi de ihmal etmemelidir.

Değişik kaynaklarda şair için konulmuş, yukarıda saydığımız kurallara benzer kurallar var. Fakat söylenenler aşağı yukarı aynı şeyler. Çünkü bu kurallar Divan Şiirinin ortak değerleridir. Bizim dikkatimizi çeken özellik şairliğin de şiir gibi belirlenmiş kuralları olduğudur.

“Gerçek Şâir” nitelendirilen şâirlerden  bir kısmı yaratma, icat etme sınıfına giren şairlerdir. Bunlar kendi zihin ve düşünme gücüyle orijinal hayal, yeni mânâ bulmak yeteneğine sahiptir. Fakat böyleleri gerçek Seyyid, yani Peygamber soyundan gelmiş kişi gibidirler, pek az bulunurlar. Kalanı da kendilerinde sadece vezinli söz söyleme  yeteneği olanlardır. Bunlar buldukları her sözü, her mânâyı vezinli ve kafiyeli olarak ifade ederler. Bu suretle kendilerini şair zannedip kendilerini gerçek şairler arasında sayarlar. Şiirden anlayanlar böylelerine pek değer vermezler. Şiir yazma yeteneği insanların çoğuna verilmiştir, fakat yeni bir anlam vücuda getirmek ve söze can vermek herkeste bulunur bir özellik değildir. Nitekim madenlerin her türlüsü toprakta bulunur, ama her toprakta altın ve gümüş, her ülkede inci ve kıymetli taş bulunmaz; her geyiğin göbeğinden misk elde edilmez.

Tek cümle ile ifade etmek gerekirse, şiirde asıl olan mânâyı bulmak, sonra onu teşbih, istiâre, tezat gibi sanatlarla bezemek ve nihayet tevriye, iham, istiare, telmih  sanatları ile çağrışımlar yapıp zenginleştirmektir. Dikkat edilirse, bu tür şiirde kullanılan madde geniş anlamıyla tabiattır.

Halbuki  ideal bir dünyayı düşleyen; içinde yaşadıkları fizik âlemin bütün kavramlarını kendi düşünceleri ve duyguları doğrultusunda yeniden mânâlandıran, kısacası yeni bir dil yaratan “Mutasavvıf Şâirlerin” tavırlarını anlamak için onların dilindeki şiir ve şair  kavramlarını da bilmek lâzımdır:  Bu şairlere göre söz, yaratıkların Yaratıcı’yı anma ve O’na şükretme aracıdır. Kutsaldır söz. Çünkü Allah’ın sıfatlarından biri de Kelâm(söz)dır. Allah “OL” emriyle yani “söz”le yaratmıştır. Dolayısıyla varlık meyvesinin ağacı sözdür. Bilgi ve görgü meyvesi de sözdür. Çünkü insan bildiklerini ve gördüklerini sözle anlatır. Yaratılışın tarihini oluşturan olaylar inci taneleri, o taneleri birbirine bağlayan da sözdür. Allah’ın elçileri sözle gönderilmişlerdir. Allah’ın onlara bildirdikleri “vahy” denilen “söz zarfı” içine konulmuştur. Kısacası; insanı diğer yaratıklardan ayıran sözdür. İnsan, sözle diğer yaratıklardan üstün olur.

Şairler, kalpleri Allah’ın hazineleri olan kişilerdir. Onun için Allah’ın gönderdiği ilham rüzgarlarıyla kalplerinin denizleri dalgalanır ve mânâ incileri kenara gelir. Bu mânâ incilerinin süslediği söz gelinleri ile herkesin kalbini büyülerler. Gerçek şair, âlemdeki birçok sırrı, gizli hakikatleri açıklar, sebeplerini bildirir. Mesnevîler yazarak ermişlerin vardıkları makamları tanıtır. Tanrı’dan gafil olanları uyarır. Güzellik, aşk gibi kavramları açıklar, aralarındaki bağları gösterir. Bunlardan hareketle güzellerin âşıklara cilvesini anlatır; aşk ateşi ile tutuşmuş olanların yakınmalarını, çığlıklarını bir destan yapar. Bu şairlerin tasvir ettikleri güzellik yüz, göz, ben, kaş, endam tasviri gibi görünür, fakat hakikati araştırılınca adı geçen güzellik unsurlarını yaratan yüce Allah’a şükürdür. Güzellik denen maddî olgular, gerçekte iç bilgisine sahip kişiyle yani ârif ile Allah arasında bir perdedir. Kalıba, şekle değil; mânâya bakanlar her güzelin güzelliğinde mutlak güzel olan Allah’ın güzelliğinin sırlarını görürler; resimde ressamı, varlıkta var edeni temaşa ederler. Dolayısıyla şairler Yaratıcı’yı; yaratıcılığının öncesi ve sonrası olmayanı ve insanı en güzel şekilde yaratmış olanı anlatırlar. 
 

B. GELECEKTE  ŞİİR VE ŞAİR

-Elimizde Meşale: Genç Yüreklerin Şiiri-

Değerli Okuyucular,
Ayyıldız Kitaplığı serimizin üçüncüsü “Şiir” kitabımızla karşınızdayız.

Öğrencilerimiz, “gönül evlerinin mısra kapılarını” okuyuculara açarak “mânâ incileri” ile varlık buldular. Elinizdeki kitapla ”güzel bir eser vücuda getirmenin” lezzetine erdiler.
 

Eminim ki, siz de bizim duyduğumuz heyecanı duyuyorsunuz şu an. Heyecanımız ve gururumuz büyük. Çünkü, tam yirmi üç yürekli genç, dillerinden cesaretle dökülen incileriyle yüreğimizi titreten tam yirmi üç genç şair; “geleceğin güçlü şairleri” var, karşımızda…
 

Onlar ki, hayat yolunun en güzel yıllarında terlemenin, üretmenin, okumanın, yazmanın önemini kavramış ve “içlerindeki birikimi”, “iç ateşlerini” insanla, hayatla paylaşmayı göze almış birer cesur yürek. Her bir gencimizin dilinden paha biçilmez “söz incileri” dökülüyor. Ve yüreğimize damlayan her bir inci bizim için çok değerli… İşte, bu incilerdir “BİR YAZI”da toplanan.

Öğrencilerimizin duygularını, heyecanlarını; hayatı (insanı, edebiyatı, şairi ve şiiri )öğrenme ve paylaşma arzusunun ürünü şiirlerle elinizdeki şiir kitabımızı oluşturduk. Ayrıca, şairlerimiz hayatı, insanı, benliği, aşkı, şiiri nasıl gördüklerini de sizlere aktarmak istediler. Bu istek “Şairin İncisi” köşemizin de ilham kaynağı oldu.
 

Gençler, ellerinden tutulduğunda, yol gösterildiğinde içlerindeki cevheri açığa çıkaran bitmez tükenmez birer hazine. “Ayyıldız”ı ve yarınlarımızı bu yürekli gençlerimize emanet edeceğimiz için bahtiyarız. Bizlere düşense hazinelerimizin elinden “her ân”  tutabilmek, onların yüreğine inanmak, onlara “hayatın her alanında” söz hakkı verebilmektir.

Bu kitap, genç yüreklerin tutuşturduğu geleceği aydınlatan bir meşaledir. Şiirlerini bizimle paylaşan genç şairlerimize teşekkür ediyoruz.
 

Elinden tutmak, yüreklendirmek deyince gençlerimizi yalnız bırakmayarak şiirleriyle kendi “söz zarfını” açık yüreklilikle bizimle paylaşan okulumuz Matematik Öğretmeni Ayşegül KEZER FİGEN’e de teşekkürü bir borç biliriz.

Genç şairlerimizin şiir kitabının oluşmasında bizlerden desteğini esirgemeyen, “inci tanelerini” toplamak için kitabımızın yanına varan bütün yürekli insanlara şükranlarımızı sunarız.
Saygılarımla.
                                                                                                Ranâ İSLÂM DEĞİRMENCİ
                                                                                           Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
                                                                                                        Editör

………………
Gençlerin coşkusu ve büyük emeği sonucu ortaya çıkan “GÖNÜL KAPISINDAN İNCİLER” kitabının hak ettiği ilgiye kavuşması dileğimle…Yegâh Elif

 

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..