Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '19

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gönüllü Sömürge Olmak (8)

Sömürge toplumlarına bir başarı öyküsü olarak sunulan: “Batılılaşmış, Medenileşmiş Ülkeler” sınıflandırılması, yeni tip sömürgeciliğe bir kılıftır. “Batılılaşmak”, ne yazık ki, sadece ekonomik boyutla sınırlı değildir.  Eğer öyle olsaydı: Ekonomik boyutta zenginleşen Doğulu ülkeler, Batının çekim alanından çıkar, kendi medeniyet ve kültür değerleri ile yaşamlarına devam ederlerdi.

Batı tipi ekonomik modelle bir refah toplumu olabileceğini hayal eden ülkeleri bekleyen en büyük tehlike; Ülkede zengin ve yoksul arasındaki gelir dağılımının kapanmaz bir şekilde açılması ve toplumun-devletin büyük miktarda ödenemeyecek  borç batağına saplanmasıdır.

Yukarıda Batılılaşmak konusundaki  iddialarımızın arka planını Çin ve Japon yetkililerden dinliyoruz.

...

1840’lı yıllarda Çinli entellektüeller, Çin medeniyetinin her bakımdan dünyanın en büyük medeniyeti olduğunu ileri süren eski bir görüşü modifîye edip tekrar gündeme getirmeğe çalıştılar. Çinli hükümdar Wei Yuan, Barbarları kontrol edebilmek için barbarların sahip bulundukları ileri teknolojinin tüm ayrıntılarıyla öğrenilmesi için Çinlileri teşvik kararı aldı. Ne var ki, arzulanan değişiklikler sadece teknoloji sahasıyla sınırlı kalmadı. Teknolojideki etkinlik, sosyal sistemin bütününün bir ürünüdür. M. Chiang şunları yazmaktadır: “Biz, Batı’nın bizi mağlup eden toplarının sırlarını öğrenme arzusuyla yola çıktık. Amacımız edindiğimiz bilgileri kullanarak düşmanlarımızı yenmekti. Topları incelerken mekanik bazı buluşlara, buradan ise ister istemez siyasi reformlara geldik. Bu ise bizi kaçınılmaz olarak Batı’nın siyasi felsefesine götürdü. (1)

...

Japonlar kendilerini birkaç asır dünyadan bütünüyle tecrit ettikten sonra, 1853 senesinde sınırlarını Batılı ürünlere açmağa mecbur kaldılar. Hayatta kalabilmek için hızlı düşünmek, çabuk karar verebilmek zorundaydılar. 1867 senesinden İtibaren Meiji hanedanına mensup hükümdarlar Japonya’nın hayret uyandıracak bir hızla Batılılaştırdılar. Batı’nın yalnızca bilim ve teknolojisini almakla yetinmeyip, yaşam tarzını da benimsediler: Saçlarının kısa kesilmesi yasal zorunluluk oldu. Batılılar gibi giyinip. Batılılar gibi eğlenir oldular. Dönüşüm öylesine başarılı oldu ki, 1970’li yıllara gelindiğinde tüm dünya Japonya’nın Batı’yı Batı’nın silahı ile vurur hale geldiğini kabul etmek zorunda kaldı. Japonya, ekonomik özgürlüğünü kazanmıştı, ama ne var ki kültürel bağımsızlığını kaybetmişti.(2)

...

Gönüllü Batılılaşmak veya uzun vadeli bir hesapla Batılılaştırılmak

Bu konuda İngiliz (İskoç) Diplomat David Urquhart (1805-1877) bakınız bizlere neler aktarmaktadır:

“...Türkler İstanbul’u ele geçirdiler ama bu daha dün gibidir. Dört asır: böyle bir milletin hayatında hiç bir şey değildir. Türkler İstanbul’u göçebe bir aşiret olarak değil, fakat küçük bir akıncı ordu olarak fethettiler. Onlar İstanbul’u kılıçları ile değil, karakterleri ile fethettiler. Onlar İstanbul’u fethedebildiler çünkü; burada oturan halk, onları kendi hükümetlerine tercih etti...

Türkiye’nin coğrafî durumu çok mükemmeldir. Askerî gücü de böyledir. Ancak bütün bunlardan çok daha mühimi bu insanların karakterleridir. Bir millet ki aynı zamanda hem çok dürüst hem de savaşçı olsun… bu insanlık tarihinde çok nâdir rastlanan bir hadisedir. Bu durum Türklerde var ama Avrupalılarda yoktur. Bundan dolayı Türklerin yaşamaya devam edeceklerini, fakat Avrupalıların yok olacaklarını söylüyorum. Asker bir millet, asker bir hükümetten oldukça farklıdır.”

Osmanlı İmparatorluğunun bekasının şartı, Türklerin bizi taklit etmemesi ve bize benzememelerdir. Bu söylediğim, General Valentini’nin 1828-29 seferberliği esnasında yazdığı ve bu konu üzerinde herhangi bir şey öğrenmek isteyenlerin okumaları gereken kitabında söylediklerinden başka bir şey değildir.

General Valentini, Türk Askerlerinin Tuna boylarında müstahkem yerleri müdafaa ederken gösterdikleri kahramanlıkları tasvir ettikten ve bunun sadece bu milletin içindeki itici güçten kaynaklandığını gösterdikten sonra şöyle der:

-“Biz, onlar kendileri olarak kaldıkları müddetçe onlara tesir edecek bir şey yapmamalıyız.’Bu şartı ortadan kaldırın, Türkleri bizim gibi konuşur hâle getirin, din dediğiniz, sorumluluk duygusunu bütün hareket ve saiklerden çekin, orada da Avrupa’da gördüğümüz gibi herşeyin merkezde yoğunlaştığı, mahalli varlığın ortadan kalktığı ve herşeyin anlık boş konuşmalarla alınıp verildiği bir vaziyet ortaya çıkar. Ardından insana saygının kaybolması, küfür, toplumun keskin hatlarla sınıflara ayrılması, ferdî menfaatlerin ön plana çıkması, iştiyaksızlık, gelecek ve haksızlığa isyan duygusu yok olacaktır…”

…Şimdi meselenin esas noktasına geliyorum. O da şudur: Deniyor ki: “Niçin önceleri Türkiye’nin, Hristiyan tebaasından gelebilecek bir tehlike ile karşı karşıya bulunmadığını söylediğiniz halde, şimdi Türkiye’nin yakın bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu söylüyorsunuz?”

-Ben daha önce ne söylediysem bugün de aynı şeyi söylüyorum. Türkiye 1833’teki gibi, 1867’de artık Hristiyan tebaasından gelecek bir tehlike ile karşı karşıya değil. Ben ilk defa bu fikri ileri sürdüğüm zaman Avrupa’da hayretle karşılandı. Bununla beraber ben Osmanlı Devleti’nin tehlikede olduğunu hem de en yakın zamanda zuhur edecek bir tehlike ile Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğunu söylüyorum. Fakat artık bu tehlike Hıristiyan vatandaşlarından değil, Müslümanlarından kaynaklanmaktadır.

Tehlikenin esas kaynağı Babıâli’nin, Batılı nasihatçıların dinlenmesinden kaynaklanmaktadır. Hükümeti oluşturan, kendisi olmaktan vazgeçip Avrupai muaşeret kaideleri ve hayat tarzına kendisini kaptırmış devlet adamları tehlikenin kaynağıdır..”(3)

İngiliz/İskoç Diplomat ne demektedir? Türkler için asıl tehlike, Avrupai muaşeret kaideleri ve hayat tarzına kendisini kaptırmış devlet adamları’dır.

...

Batılılaşmak ve Batılılaştırılmak konusunda sözü şimdi de Robert Kolej’in kurucularından Amerikalı Rahip Cyrus Hamlin'e (1863) bırakıyoruz:

“..İstanbul’un düşüşü birçok yazar tarafından Hıristiyanlığın ve medeniyetin kıyameti addedilir. Fetih, Avrupa’yı ve medeni dünyayı gafil avlamıştır. Fakat belki de fetih, Doğu’da savunmaya geçmiş Hıristiyanlığın, imhasından ziyade kurtuluşu idi; doğrudan reforma taşımasa da en azından yozlaşmasına mani olmuştur..”(2)

-“..Fetih matbaanın icadıyla neredeyse aynı zamana denk gelmiştir, ki klasik ve batı öğretileri Avrupa’da yayılırken, basın bunları muhafaza etmeye ve çoğaltmaya hazırdı. Yunan kültürü üzerine çalışmalar okullarda yayıldı. Bu dönemde Grek Yeni Ahit’i muazzam alaka görmüş ve hakkında bir hayli araştırma yapılmıştır. Hatta denilebilir ki İstanbul’un düşmesi Avrupalı zihniyetine Yeni Ahit’i kazandırmıştır.” (4)

…Osmanlı İmparatorluğu’na duyduğum alâka. Amerikan Meclisi tarafından bir liseyi idare etmek ve kendimi eğitime adamak ve tam otuz beş senelik vazife hayatımı sürdürmek üzere 1837 senesinin Şubat ayında Kostantiniyye’ye atanmamla başlar. O sıralar imparatorluk buhranlı günler yaşıyordu. Doğuşundan itibaren üç asır boyunca Hıristiyanlık âlemi için büyük tehdit teşkil eden bu imparatorluk artık kuvvet kaybediyor, daha doğru bir tabirle yerinde sayıyordu. (5)

Misyoner Cyrus Hamlin Robert Koleji kurmuş ve aradan yaklaşık 54 yıl geçmiştir...

 “…6 Aralık 1917 Tarihinde ABD Dışişleri Bakanı, Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı’na bilgilendirmek adına bir mektup gönderir. Mektup; ABD’nin, Türkiye ve Bulgaristan’a savaş açması durumunda ülke olarak kayıp ve kazançların ne olacağı üzerinedir.

Senato Dış İlişkiler Komitesi, İttifak Devletleri’nin iki küçük üyesine savaş açmamak için (ABD Başkanı) Wilson’un ileri sürdüğü nedenlerle yetinmemiş ve Kongre Başkanı, Dışişleri bakanı Lansing’ten, yönetimin tutumu hakkında geniş ve tam bilgiler verilmesini istemişti.

Lansing, “Türkiye ve Bulgaristan’a karşı savaş açmanın uygun olmadığı” yolunda uzun bir muhtıra ile cevap verdi. Bu muhtırada “İtilâf Devletleri’nin Türkiye ve Bulgaristan’a karşı savaş açması yolunda, Amerika’dan bir istekte bulunmadıklarını ve Amerika’nın, hele şu sırada Doğu’da savaş için hatırı sayılır bir kuvvet hazırlayamayacağını” anlattı. Lansing devamla: “Öte yandan bu sorun’un, ilkin temel olarak bir savaşa başlamasının moral etkisi ve ikinci olarak da, Türkiye ve Amerika’nın birbirlerini uğratabilecekleri dolaylı zararlar bakımından göz önünde tutulması gerekir.

Türkiye’nin Amerika’daki çıkarları hiçbir değer taşımazken, Amerika’nın Türkiye’deki çıkarları pek çoktur.

-Başlıca kültür kuruluşları (Okulları-canmehmet) milyonlarca dolar değerindedir.

-Bu kuruluşlar ya kapatılacak, ya da el konacaktır.

-Okullar yeni açılmış ve çalışmaktadır;

Birçok Türk de buralara devam etmektedir.

-Bu(rada) gerçekten değerli nüfuzumuz kaybolacaktır.  (6)

Önemine binaen ABD Dışişleri bakanının görüşlerini tekrar edersek;

Bir savaş sırasında Osmanlı Devleti’ne ait topraklarda faaliyet gösteren Amerikan (Misyoner) okullarında yetiştirilen “gerçekten değerli (Türk) nüfus” kaybolacaktır.”

Yabancı/Misyoner Okulların önemi bu kadar mı? Elbette değil...

Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması için, “..Müttefikler, Nisan 1920 ortalarında San Remo’da toplanarak Türk Antlaşması’na karar verdiler. Amerikan ve İngiliz petrolcüleri anlaşma teşebbüsüne giriştiler. Amerikalılar aradıkları çıkarı San Remo’da sağlamışlardı..”(7)

Amerikalılar, Osmanlılarla fiili bir savaşa girmedikleri halde, İngiltere ve Fransa’nın aralarında paylaştıkları Osmanlının mirasından pay isterler. Bu talep karşısında şaşıran Fransızlar:

-“Yahu! Siz, Türklerle bir savaşa girmediniz, ne mirası, ne payı?” dediklerinde, Amerikalılar;

-“Aaa… Olur mu? Biz uzun yıllar Osmanlı Devletindeki okullarımızda adam yetiştiriyoruz.” Derler.

-Peki, bahsedilen bu adamlar ne için ve hangi amaçla yetiştirilmektedir?(8)

...

Batılılaşarak Gönüllü Sömürgeleşmek konusunu bitirirken ilgili bölümler özetlenirse:

-Batılılaşmak veya başkalarını taklit etmek : Bilerek veya bilmeyerek, kendini, değerlerini ve içerisinde doğduğu toplumu, kültürü ile birlikte reddetmektedir.

-Başkası olmaya çalışanlar, kalıcı olarak kimliğini kaybetmektedir.

-Şehirlerimizin ana caddelerindeki büyük mağazaların kapılarında nerede ise Türkçe tabela kalmamıştır.

-Özel okullar: Ana okulundan itibaren çocuklarımıza İngilizce şarkı öğretmeyi, Batı kültüründe insan yetiştirmeyi “çağdaşlık” ve bir marifet olarak sunmaktadır. Sunmaktadırlar da: Bu şekilde yetişen çocuklarımız büyüdüklerinde, kendilerini nereye ve hangi kültüre ait, yakın göreceklerdir?

-Batılılaşmanın gerçek yüzünü görmek isteyenlere, Dünya Bankasının verilerini aktaralım: “Dünya nüfusunun en zengin %20’si, 1960 yılında, en yoksul %20’den 30 kat fazla gelire sahipti. Bu 30 katlık fark 1997 rakamlarına göre 82 kata çıkmıştır ve bu artış son derece ürkütücüdür. Bunun yanısıra dünya tüketiminin % 86 sını en zengin % 20’lik nüfus yapmaktadır.”

-Sömürgeciler, işgal ettikleri topraklardan çekilmeden, çıkarlarını devam ettirecek sistemi kurmakta ve yerel halkın arasından kendilerine hizmet edecekleri (yerel misyoner okullarında eğiterek) sistemin başına yerleştirmektedirler.

-Osmanlıda Batılılaşma hareketleri  önce askeri, arkasından : Hukuk, eğitim ve sosyal alanlarda devam etmiştir. Askeri reformların dışındakiler: Fransız, Avusturya, Rusya ve İngilizler ‘in baskısı ile yapılmıştır. I.Dünya Savaşı’nı takiben, Cumhuriyetin kurulması ile birlikte: Kıyafet, hukuk, eğitim, yazı, dil ve kültür alanında reformlara devam edilmiştir. 

-Geldiğimiz noktada: Yemek, kahve, giysi kültürü tamamen Batılılaşmış, aile-komşuluk ve kadın-erkek ilişkileri anlamlarını kaybetmiştir. Evlilik: ("Aile Yuvası" yerine, kazanç-nafaka kapısı) bir fantezi; çocuk, aile için bir “başbelası” ; yabancı marka giysiler, İngilizce bilmek bir ayrıcalık-statü olmuş, tüm bunlara karşılık, İslam Medeniyeti ve Türk Gelenekleri yaşamımızdan çıkmıştır.

-Ne niyetlerle Batılılaşmaya çalıştık? Ancak, çoğunluğumuzla geldiğimiz içler acısı yerin farkında dahi değiliz. Bugün yeni yapılan konutlar: bir oda-mutfak şeklinde üretilerek, aile-evlilik bitirilmekte, gençler; evliliğe değil, birlikte yaşamaya zorlanmaktadır.  Batı, kendisini batırdı. Kendisi batarken bizi de peşinden sürüklemektedir.

-Gençlerimiz ve kadınlarımız, mobil telefon ve sosyal medyanın sahte dünyasına kendini kaptırmış; durumunu ve yaşamını hiç sorgulamadan “Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete!” misali yuvarlanıp gidiyoruz.

Sonsöz: İnsan olmak farkında olmaktır.

www.canmehmet.com

 

  • Kaynaklar:
  • (1-2) “3. DÜNYA’NIN BATILILAŞTIRILMASI”, Paul Harrison
  • (3) OSMANLI YANLISI İNGİLİZ DIŞ İŞLER KOMİTELERİ, Dr. Hüseyin Çelik.
  • (4) ROBERT KOLEJ’I KURAN MİSYONERİN ANILARI, Türkler Arasında, CYRUS HAMLIN, S.26
  • (5) ROBERT KOLEJ’I KURAN MİSYONERİN ANILARI, Türkler Arasında, CYRUS HAMLIN, S.26
  • (6) Laurence EVANS, “Türkiye’nin paylaşılması”; Dip not 44; Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı’na Dışişleri Bakanı’nın mektubu, 6 Aralık 1917; 763.72/8456 b.
  • (7) Fontaine Pierre, Petrolün Starları, Türkiye’nin Petrol Meseleleri, Türkiye’ye Petrol Tröstleri Nasıl Girdiler? Gülbenkyan kimdir? (Çeviren ve özetleyen: Erdoğan Alkan, s.24) “Osmanlının Tasfiyesi”, Cengiz Yazoğlu, sahife:568
  • (8)Daha fazlası için bakınız: http://www.canmehmet.com/robert-kolej-dosyasi-bir-misyoner-okulu-bir-imparatorlugun-hakkinda-gelebilir-mi-3.html

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..