Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Görelilik Kuramı'ndan Dekolteye Tümdengelim

Einstein'in Görelilik Kuramı'nı bilirsiniz. Uzaklığın ve zamanın gözlemciye bağlı olarak değişebileceğini ifade eder. Bu bakış açısının hayatımızı ne kadar etkilediğini, ne oranda belirleyici olduğunu düşündünüz mü hiç? Dikkatli baktığımızda, başımıza açılan birçok derdin temelinde bu Görelilik Kuramı'nın olduğunu farkedebiliriz.

Şimdi bir işyerine gidelim. Hanımlar, beyler; herkes işinde gücünde. Ya da öyle olması gerekir. Ama işin içinde insan varsa sorun da o noktada başlıyor. Çünkü iletişim, insanın kendisini ifade edebilmesinin temel taşıdır ve biri diğerinin varlığını farkettiğinde iletişim başlar. Yani aslında işinde gücünde görünen hanımlar, beyler aynı zamanda başka birşey daha yapıyorlar; diğerleriyle iletişim halindeler. Peki o zaman nasıl bir durum ortaya çıkıyor? Bunu irdeleyelim biraz. İşyerinde çalışırken aynı zamanda da diğerleri ile bir ilişkiyi devam ettiriyoruz. Dosyayı uzatan bir elin zerafeti, telefonla talimat veren amirin olumlayıcı sözleri, "Ben hallederim" le süslenen yardımlaşma ifadeleri ve tabi sınırları zorlayan güzellikler. Bazı durumlar ise işyerinde sıradışı olarak kabul edilir. İş arkadaşlarımızla dialog halindeyken sergilediğimiz tavırlar, vücut dilimiz, kılık kıyafetimiz( siz burada dekolte giyimi anlayın) bizim için son derece "normal" olsa da bazıları için "sınırötesi" kabul edilebilir.

Bu durumda ortaya şöyle bir resim çıkıyor. Bir tarafta işyerinde çalışmaya odaklanmış "normal" bir kitle, diğer yanda bu "normal" i normal olarak yorumlamakta zorlanan, bu yüzden aklı iş dışına kayan başka bir kitle. Açıklamamız biraz şeytanın avukatlığını yapmak gibi oldu ama devam edelim. Hem de "kendi kriterlerimize göre normalsek, diğerleri bundan başka anlamlar çıkarıyorlarsa bize ne?" diyerek devam edelim. Örneğin "hayır" demeyi bilen bir kadın, bazı erkekler için" belki" olarak algılanabilecek bir dekolte kıyafetle işyerinde çalışıyorsa, bu durumdan kimler, nasıl etkilenecektir? Aslında kadın için sorun yok gibi gözüküyor. Özgüveni var ve "Ben kendimi bildikten sonra kime ne? Yok yere anlam çıkarmasınlar" diyerek kendisine göre mantıklı bir açıklama getiriyor. İşyerinde hoş bir kadının dekolte kıyafetinden etkilenen erkek için de durum açıklanabilir gibi; "belki" ya da "davet" olarak algıladığı mesajı takip edecektir. "Belki" ler devam ettiği sürece, amacına ulaşana ya da bıkana kadar beklentileri sürecektir. Bu durumla ilişkili üçüncü bir kitle daha var; dekolte giyen kadınlara aşk ve sahiplenme duygusuyla bağlı erkekler. Bu erkeklerin, kadınlarının başka erkeklerin hedefi olmasını kabullenmeleri ya da aşık oldukları kadınlarla iletişim kazası yaşamayı göze almaları gerekir.

Bu üçüncü gruptakilerin durumu geçekten kolay değildir. Çünkü ortadaki sorun görecelidir. Dolayısı ile çözümü de pek kolay olmayacaktır. Dünyanın en zor şeyi hayata başkasının gözleriyle bakabilmektir. Parmak izimizden tutun, bizi tamamlayan herşeyimizle eşşiz birer varlık olduğumuz halde, zaman zaman "ruh ikizimizi bulduk" gibi sanrılara kapılırız. O zaman da farklılıkları nasıl hazmedeceğimizi iyi düşünmemiz gereklidir. Hele, aşk gibi gerçeküstü bir durum ortadan kalktığında, yani faklılıklarımızı farkettiğimizde, şaşırmamalıyız. Neyse, konumuza dönelim. Sahiplenen aşık, partnerinin dekoltesi ya da davetkar olarak algılanan hareketleri karşısında yaşadığı örselenmeyi nasıl çözecektir? Çözüm olasılıklarından birisi olarak; kadın, sırf diğeri istiyor diye kıyafet ve davranışlarını daha resmi ölçütlere indirgeyebilir.( Bu arada meyilli davranışlar konusunda erkeklerin suç dosyasının bir hayli kabarık olduğunu da vurgulamalıyız.) Bu değişiklik, problemi geçici de olsa bir çözüme ulaştırır gibi gözüküyor. Bu fedakarlığın içtenliği, bilinç altında basınç oluşturmaması ve sonrada başa kakılmaması koşuluyla bir denge noktasına varılabilir. Uğruna fedakarlık yapılan partnerin '' taşıma suyla değirmen dönmüyor'' diye düşünmemesi başka bir gerekliliktir. Dekolte sorunun çözülmesine rağmen aynı minvalde başka problemlerin( davetkar olarak algılanabilecek davranışlar gibi) devamı halinde dağ fare doğuracaktır.

Diğer bir seçenek olarak, karşı taraf üzülmesin diye herşeye rağmen, onu doğal haliyle benimseme çabaları da kolay bir çözüm üretemeyecek gibi gözüküyor. Burada kadınların "Beni tanıdığında da böyleydim. Sahiplendikçe beni değiştirmeye kalkıyor" şeklindeki yakınmalarına hak vermek zorundayız. Zaten asıl sorunumuz erkeklerle. Ne oluyor da tanıma, sevme, benimseme aşamasında bütünün güzelliğini bozamayan parçalar, bütünü tehdit eder hale geliyor? Olayın özünde Makyavelist bir samimiyetsizlik ya da kendini kandırmaca mı var? Yoksa insanların tatminsizliği mi? Veya ulaşılmazlığın büyüsü kaybolduğunda fark edilen "Kral çıplak" ya da "Pardon! Sizi aşık olacağım insan sanmıştım" durumu mu?

Yukarıda sergilemeye çalıştığımız labirentin bir çıkış yolunun olduğuna dair iyimser bakış açımızı diri tutmak istiyoruz. Çünkü insan varsa umut da vardır. Ama bu görelilik durumunun nelere malolduğunu düşündüğümüzde konunun önemi daha belirgin hale geliyor. Kimbilir kaçımız böyle sorunları aşamadığımızdan, koca bir ömür boyunca karşımıza çıkabilecek en mükemmel insanlara veda etmek zorunda kalmışızdır? Bu, doğanın özünde var olan bir "kaç ya da savaş" reaksiyonudur. Kaçarak bir "Issız Adam Refleksi" sergilediğimizde, ömrümüzün geri kalanını, özlediğimiz o insanın bizi inciten tavırlarından arınmış halini arayarak geçirebiliriz. Bu seçici algı durumu da diğerlerindeki farklı güzellikleri görmemizi büyük olasılıkla engeller. Bazen, birkaç benzer özellik bulduğumuz birilerine kapılıp, duvara toslarız. Savaşarak onu kazanmaya çalıştığımızda ise karşı tarafı incitmeden, kendimizi kandırmadan, kısacası bir çuval inciri berbat etmeden bunu başarmak o kadar zordurki. Hemcinslerimiz kızmasın ama erkek aklı böylesi büyük bir sorunun üstesinden gelemez. Çözüm? Belki de vardır. Şimdilik bu görelililk durumunun kaybettirdiklerine üzülmeye devam ediyoruz. Ama belki de hayat bu kadar ayrıntıyı içine sığdıracak kadar uzun değildir. Son gün, vazgeçmek zorunda kaldıklarımız için pişmanlık duyarsak , heba ettiğimiz onca güzellik için birilerine özür borcumuz olacaktır...

 
Toplam blog
: 68
: 644
Kayıt tarihi
: 17.11.08
 
 

1964 İstanbul doğumluyum. Bekarım. Çocuk hastalıkları uzmanıyım. Halkla İlişkiler ön lisans ve İk..