Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Görme engellilerin ailelerinin çocuklarına ilişkin geliştirdikleri tutumlar

Görme engellilerin ailelerinin çocuklarına ilişkin geliştirdikleri tutumlar
 

Ana-baba ve çocuk arasında özellikle küçük yaşlarda kurulan bilinçdışı iletişim ve etkileşim en güçlü ilişki biçimidir. İlişkinin önemli bir kısmı hareketler, tatlı konuşma, okşama vb. sözel iletişimin dışındaki şekillerde yürümektedir. Çocuğu görme engelli olan ailelerin sergileyeceği tutumlar onun özrünü benimseyerek alışması ve buna uygun hareket etmesi, öte yandan kendilerinin bu soruna yaklaşımını ve çözümü konusunda seçeceği yöntemi basitleştirebileceği gibi, içinden çıkılmaz hale de getirebilir. Bu açıdan sergileyeceği yaklaşımın ne denli önemli olduğunu kavrayabilen ana-babaların, çocuklarının gelişimini ve yaşadığı koşullara uyumunu hızlandırabilmek için daha erken bir dönemde nasıl davranması gerektiğini öğrenmesi ve bu konuda ana-babalara yol gösterilmesi gerekmektedir. Çocuğun özrüne olan yaklaşımları ve özürle gelen sorunları çözmek için izleyecekleri yolları ana-babaların sahip olduğu psikolojik dinamiklerine, yaşamda tuttukları yollara, yöneldikleri hedeflere ve birer birey olarak kendilerini ortaya koyuş düzeyleriyle bağlantılıdır. Çocuğa yaklaşımları ve sorunları çözmek için izleyecekleri yollar büyük ölçüde bu değişkenler tarafından belirlenmektedir. Buna bağlı olarak, ana-babaların gösterdiği kişilik özelliklerine ve kendilerine özgü izledikleri yöntemlerle yaşam içindeki etkinliklerinin bütünü içinde diğer sorunlara yaklaştıkları gibi bu soruna da yaklaşacakları doğal bir sonuçtur.


Bu özel sorunun çözümü konusunda ana-babalara yapılabilecek en iyi yardım şekli, onların bireyler olarak ortaya koyduğu faaliyetlerin tümünüilgilendiren bir yardım olmalıdır. Bu sayede kendi duygularını daha iyi anlayabilen ve bu anlama çerçevesinde gelişen bir yaklaşım ve davranış biçimi benimseyenana-babalar kendi çocuklarının özrünü daha sağlıklı, daha yapıcı algılama yoluna girer ve dolayısıyla çocuk da ana babada oluşan böyle bir gelişmeyi çabucak hisseder ve benimser.

Ailenin çocuğunun özrüne alışmasını çabuklaştırabilecek en iyi yöntem, ana-babalarla yürütülecek terapi çalışmalarıdır. Bu amaçla, tek tek kişilerle ya da grup halinde terapi yapılmalıdır. Bu terapinin grup terapisi şeklinde yürütülmesinin bir başka önemi daha vardır: Toplumun çoğunluğu tarafından bilinmeyen ve yaşanmayan, buna karşın her özürlününgösterdiği bireysel özelliklerin farkında olan ana-babaların bir araya geldiğinde duygularını ve sorunlarını paylaşarak hem kendilerine hem de çocuklarına olan yaklaşımlarını geliştirebildiği unutulmamalıdır.[1]

Bugün için hala aile durumu; çocuğun içinde doğduğu, büyüdüğü, geliştiği, kişiliğini oluşturma sürecinde en fazla etkilendiği toplumun en küçük yapı taşı durumundadır.

Sonmers (1944) ailelerin tutumuyla kör gençlerin kişilik gelişimi ve sergilediği kişilik özellikleri arasında ilişki bulunup bulunmadığını 143 kör genç üzerinde araştırmıştır. Araştırmaya katılan yetişme çağındaki körlerin kişilik gelişim ve gösterdiği kişisel özellikler üzerinde ailelerinin onlara yönelik tutum ve tepkilerinin önemli rol oynadığı saptanmıştır. Araştırmada ana-babaların kör çocuklara gösterdiği tutum ve tepkilerin beş farklı özellik ortaya koyduğu bulunmuştur:

Çocuğunu ve özrünü olduğu gibi benimseme
Çocuk ve özrünü yok sayma şeklinde ortaya çıkan reddetme
Kör çocuğu aşırı koruyucu bir tutum sergileme
Çocuğu gizli ve kılık değiştirmiş şekilde istememe tepkisi
Çocuğu istemediğini ve benimsemediğini açıkça ortaya koyma

Bu beş çeşit tutum ve tepkiden özellikle gizli ve açık ortaya konan benimsememe, istememe tepkisi ile aşırı koruma durumunun çocukların normal gelişimine en fazla engel olan durumlar olduğu kabul edilmektedir. Bu gençlerin ana ve babalarıyla yapılan görüşmelerde, kör bir çocuğa sahip olmanın genel olarak bunalım ve üzüntü kaynağı olduğu belirtilmiştir. Ana-babalar arasında vaka incelemeleri yapılmış ve kör çocuğa sahip olmanın ne gibi duygusal çatışmalara yol açtığı araştırılmıştır. Duygusal çatışmalara yol açtığı saptanan belli başlı dört neden şöyle sıralanmıştır:

1. Bazı ana-babalar, tanrının kendilerini cezalandırmak için kör çocuk verdiği inancındadır.

2. Kimi ana-babalar kör çocuğa sahip olmanın kendilerinde zührevi bir hastalık bulunduğu kuşkusunu taşımaktadır.

3. Bazı ana-babalar, geleneksel kuralları çiğnemek, karı-koca arasında geçimsizlik, çocuk düşürmeye yeltenmek gibi uygun görülmeyen hareketlerin sonucu çocuklarının kör olduğu görüşündedir ve bu nedenle büyük bir suçluluk duygusu yaşamaktadır.

4. Bazı ana-babalar da kör çocuğun kendilerinde kalıtsal yetersizlik gibi onları küçük düşürücü bazı nedenleri anımsatıyor olması ve bunu diğer insanlara yansıtması şeklinde ortaya çıkmaktadır.[2]

Literatür gösteriyor ki sakat çocuğu olan aileler duygusal kayıp ve psikolojik travma yaşıyorlar. (Carroll1961) bu tür aileler çocuklarının şu anki durumlarıyla ilgilenmek yerine onların geleceği hakkında zihinlerini meşgul ediyorlar. Çocukları yaşamlarını sürdürebilmek için para kazanabilecekler mi ya da evlenecek birisini bulabilecekler mi? Aileler çözüm bulamazlarsa çocukların yetiştirilmesinde, gelişiminde ve sosyalleşmesinde gerekli rolleri üstlenemiyorlar.

Hindistan’ın köylerinde görme engelli kişilere karşı bir ayrımcılık vardır. Bu da aileler ve çocuk arasında duygusal ve sosyal ilişkilerin azalmasına neden oluyor. Aileler çocukların yetiştirilmesinde, düzgün okullarda eğitilmelerinde, onlara iş bulmada ve en önemlisi onlarla evlenecek birilerini bulmada çaresiz kalıyorlar. İleriki yaşlarda da görme engelli çocukların yardıma ihtiyaç duymaları nedeniyle aileler olumsuz duygulara kapılarak “keşke ölseydi” diye düşünüyorlar.[3]

Sommers’in kör gençlerin gösterdiği çeşitli kişilik özelliklerini inceleyen geniş kapsamlı araştırması başka bulgular da ortaya çıkarmıştır. Buraya kadar incelenen konulara ışık tutması bakımından bunlara da kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.

Araştırmada kör gençlerin toplumsal ve kişisel uyum sürecinde, gören akranları için belirlenmiş normların altında kaldığı saptanmıştır. Kör kızlar için belirlenen sonuçlar erkeklerinkine göre biraz daha elverişli bulunmuştur. Elde edilen belki daha önemli bir sonuç körlerin sorunlarının görme yokluğundan değil, bu fizyolojik durumun ortaya çıkardığı yetersizliğin toplumsal ilişkilerde engeller oluşturmasına dayanmaktadır. Buna göre körlerde rastlanan duygusal güvensizlik ve toplumsal uyumsuzluk durumu, görmemekten çok, toplumun körlere gösterdiği tavır ve tepkilerin sonucu şeklinde gelişmektedir.

[1] Heisler, 1972, s. 5-6 ve 8 (akt. Mehmet Emin Demirci, Homeros’tan Aşık Veysel’e Tarihte ve Toplum Yaşamında Körler, s. 87)

[2] Sonmers, 1944, s. 104 (akt. Mehmet Emin Demirci, Homeros’tan Aşık Veysel’e Tarihte ve Toplum Yaşamında Körler, s. 88)

[3] M. L. Mathur, The Use Of Media Materials And Role Training Programs With Parents in India, Journal Of Visual Impairment & Blindness, March, 1992

 
Toplam blog
: 15
: 1748
Kayıt tarihi
: 25.08.07
 
 

29.01.1983 Adana doğumluyum. Çocukluğumun geçtiği fakat çok net hatırlamadığım pek de sevemediğim bi..