Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '14

 
Kategori
Öykü
 

Görünmeyenler...

Görünmeyenler...
 

İçimizdeki sese yönelmekten, neden bu kadar korkarız diye söze girdi bir anda Anna. Bense ona gülümseyerek, dışarıdaki sese o kadar çok alıştırıldık ki şimdi kendimize dahi yabancıyız dedim. Dışarısı çok soğuk, fırtına, yağmur, anlaşılan o ki, doğa işleyişini tam anlamıyla sürdürmekte kararlı. Üşümekle birlikte, sıcak bir his kaplıyor o anda içimi, bu aşkta duyduğum bir hazda değil üstelik, anne sevgisinden aldığım hazda değil, ya da baba sevgisinden, belki de bir dostun sevgisiydi, hayır bu hissiyat onlardan hiç biri değildi. Bu doğayla ve de yaradılışımla, başbaşa kalmanın, kalabilmenin verdiği muhteşem bir histi. Bizi neden buraya bıraktılar sence dedi Anna, yüzüme endişeli bir bakışla. Hissediyor olmalısın dedim, aynı türün örneğiyiz sonuçta. Hissetmek mi neden ve neyi? Bir an için gerçekten mantığımla ve de algımla dünyada yapayalnız oduğumu hissetmeye başladığım anda; Anna yüzüme gülümseyerek, şaka yaptım, hissediyorum elbette, doğanın kapı ardındaki işleyişini, havanın gürlemesini, yağmurun damlalarını, kuşların sığınacak yer aramalarını.. Yalnız değilsin dedi bana teskin edici gözlerle bakarak. Saatlerce ona bakabilirdim ama yanış anlaşılmaktan korktum. Bir ruhun kendini sevmesini ve sadece kendine güvenmesini anlayabilirim dedi, samimi bir dille. Sanki beni sınıyor gibiydi, ondan korkmuyordum sadece alışmaya çalışıyordum bu duruma. Profesörler bizi bir haftalığına buraya kapatmıştı. Siz dahiler demişlerdi, siz kimlikleri ve de kişilikleri sorgulanması gerekenler, sizi istediğiniz dünyanın, o saf ve hala bir yerlerde temiz kalmış tarafına havale ediyoruz. Buna evet dediğimiz için buradaydık, üstelik daha önce de hiç tanışmamaış ve bir arayada gelmemiş getirilmemiştik.

Rüzgarın sesi gittikçe şiddetleniyordu, canı yanmış ve kapana kısılmış bir kurt gibi adeta ulumaktaydı rüzgar, ve beraberinde de akşamı getirmekteydi. Şömineye göz attığımda odunun sönmek üzere olduğunu fark ettim bir anda. Diğer odaya girip odunların olduğu yeri aramaya başladım. Bu dışarıdan bakınca küçük gibi görünen, ama aslında epeyce bir karmaşık duran ahşap evde, neyin nerede olduğunu yeni geldiğimiz için henüz kestirememekteydik. Ben odada odunların yerini arar iken Anna'nın gölgesi ışığın etkisiyle önüme düşüverdi. Sanırım aradığın şeyi diğer odada buldum, burada sadece yiyeceklerimiz var dedi. Bunu söylerken kendinden pek bir emindi. Elbette dedim ve sallana sallana gri koltuğuma kadar gidip uzandım. Neden gri dedi, biliyorsun hepimizin bir rengi vardır, mesela benimki turuncu, gördüğün gibi dedi, yani benim koltuğum turuncu dedi. Öyle istedim dedim, ama bu içini daha fazla karartmaz mı dedi, ben sadece gerçeklere bakarım dedim.

Anlıyorum elbette, daha buraya geldiğimizin ilk saatlerinde bana  aynı türün örneği olduğumuzu hatırlatmıştın dedi. Sadece neden daha fazla sessizliği seçtiğini merak ettim dedi. Bazen konuşmak bana haddinden fazla anlamsız ve ağır geliyor, buna alışkanlık diyelim olmaz mı dedim. Nitekim karşımda bunca zaman beni anlamayanlar vardı, sesime karşılık, çığlığıma karşılık beni anlayamayan algılayamayan koca bir sessizlik vardı. Sanırım buna alışmak epeyce bir zor olacak gibi, ama şuanda kurmuş olduğum bu kadar cümlelerle, rekoru bir adım daha öne taşıdığımı düşünmekteyim, tabi sayende dedim ve ona gülümsedim. O da sıcak bir kahkahayla bana geri döndü. Bekle dedim ne oldu dedi, lütfen bir an için susar mısın, atladığımız bir şeyler oldu, nedir dedi, nedir mi dedim daha ilk dakikalarda hissettiğimiz o mucizevi döngüyü duyamaz olduk şimdi! farkında değil misin dedim. Ahh evet, sanırım yağmur durmuş olmalı, ya da şiddeti azalmış olmalı dedi. Hayır dedim biz konuşmaya başladık, doğaya kulaklarımızı kapadık tıpkı gerçeklere karşın gözlerimizi kapadığımız gibi. Bir süre sessiz kaldık, sessizliğimizin henüz beşinci dakikasında, aslında hiç hızını kesmeden aynı derinlikte yağan yağmuru, gürüldeyen göğü, çakan şimşeği ve uzaklardan gelen hangi hayvana ait olduğunu seçemediğimiz hayvanların, kısaca doğanın sesini yeniden aynı frekansta duymaya başladık. Bu çok iyiydi dedi, gülümseyerek, dalgınlığıma geldi dedi, nasıl da bir anda bunu duymayı red ettim anlam veremedim dedi. Pencereye yaklaşıp başını cama dayayıp, bu henüz başlangıç ve sanırım uyusak iyi olur dedi. Başımla onu onaylayarak bana ayrılan odaya gittim, yatağıma girdim ve çatıya vuran, beni belki de en enteresan rüyalara sürükleyecek o büyüleyici senfoni konserinde, yani doğanın yağmur konserinde uyumaya koyuldum...

 Bakmasını bilen görmesini de bilir...


Yazan-Edibe Toğaç-Devam Edecek... 

 
Toplam blog
: 153
: 534
Kayıt tarihi
: 14.02.12
 
 

28.05.1988 Adana doğumluyum ve Adana'da yaşamaktayım! Yazar&Şair '' Başka türlü seviyorum ben seni'..