Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '14

 
Kategori
Güncel
 

Gösterişli iftarlara karşı mahalle sofrası kurmak!

Gösterişli iftarlara karşı mahalle sofrası kurmak!
 

Filistin kan ağlarken, Mahmud Abbas katıldığı iftar sonrası İstanbul Hatırası fotoğrafı çektirdi.


Malum Ramazan ayındayız.

Ramazanda iftar sofrası kurmak, konu komşuyu iftara davet etmek artık gelenekselleşti.

Hem Müslümanların kendi arasında hem de diğer inançlara mensup olanlarla komşuluk ilişkisini geliştirmenin ve farklı inançlara hoşgörünün işareti olan bu ritüellere devletin eli değince inancın, inanç olmaktan; ritüelin, ritüel olmaktan çıkmazı kaçınılmaz.

Özal’ın ve Erbakan’ın da denemeleri olmuştu ama asıl inanç alanına doğrudan müdahale edip, Sünni Müslümanların eda ettiği Ramazanı sokağa taşımak AKP ile başladı.

O kadar abarttılar ki Başbakan, geleneklerinde olmadığı halde Aleviler için bile lüks bir otelde iftar yemeği düzenlediğini hatırlıyoruz.

Neyse ki Alevi inancında Muharrem’in “yas-ı matem” olduğuna ilişkin varolan sağlam duruş, Başbakanı primsiz bıraktı.

ESKİDEN YOKSUL EVLERİNE KONUK OLURLARDI!

Sünni Müslümanların huşu içinde eda ettikleri Ramazan iftarları ise önce AKP’li Belediyeler aracılığıyla sokağa taştı; ardından da devlet refleksine dönüştü.

Oysa başlangıçta her şey ne kadar da göz yaşartıcıydı.

Başbakan, o yıllarda yoksul evlerin iftar sofralarına misafir olurdu.

Kendi “derin devleti”ni tahkim edip, iktidarını sağlamlaştırdıkça yoksul evlerin kapılarını çalmaz oldu.

Son birkaç yıldır Başbakan ve AKP, daha çok gösterişli ve kalabalık iftar sofraları kurmakla meşguller.

Büyük sofralar kurduklarında büyük sevaplar kazanacaklarına dair bir zehaba kapılmışlar!

2010 referandumundan önce Gökçek de, Ankara’da 70 bin kişilik iftar sofrası kurdurmuştu.

Nedense haklı olmak için çok olmak lazım geldiğine inanmışlar!

Öyle olsaydı dünyada en yaygın ve en kitlesel din olan Hıristiyanlık ebed müddet haklı konumda olurdu.

Oysa hiçbir din haklılık üzerine inşa edilmemiştir; dolayısıyla iyi bir mümin olmak için inancına uygun hareket etmek ve başkalarına “senin dinin sana, benimki bana” demek kafidir.

Gökçek’in referandumda yaptığının benzerini bu sene AKP İstanbul İl Başkanlığı yapmış.

6 bin kişilik iftar daveti verilmiş.

Ünlüler de katılmış!

Onlar katılınca daha da inandırıcı olacağını düşünmüşler zahir!

GAZZA: BU NE YAMAN ÇELİŞKİ?

Haberi duyunca aklıma Ahmet Kaya’nın söylediği “bu ne yaman çelişki” şarkısı geldi.

Neden mi?

İftarın verildiği gün, İsrail’in Gazza’ya yönelik operasyonunun en şiddetli olduğu günün ertesiydi.

İnsanda biraz vicdan, biraz diğerkamlık olur değil mi?

Hayır, hiç oralı bile değiller!

Mesela Başbakan, “yarın ruz-i mahşerde zalime karşı elimle, dilimle ve kalbimle yapılması gerekeni yaptım” diyecekmiş!

Peki ne yapmış?

İnsanlar Gazza’da vahşice ölüme gönderilirken 6 bin kişilik iftar sofrası düzenlemek midir; “elinizle, dilinizle, kalbinizle yaptığınız”?

Davetliler arasında Filistin Devlet Başkanı olarak bilinen Mahmud Abbas’ın olması ayrı bir fecaat.

Üstelik gülümsüyor!

Ne zaman?

Gazza’ya bomba yağarken…

Kendisini Başbakanlık koltuğuna oturtan Gazzalılar, can derdindeyken, O, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasına katılıp poz vermekle meşgul.

Ortadoğu siyasetini yakından bilen Mete Çubukçu, George Habbaş’ın ölümünden sonra “Filistin hareketi ne kadar çorak bir araziye dönüştü” değerlendirmesinde bulunmuştu.

Ne kadar haklıymış!

Mesela Arafat katılır mıydı böyle bir iftara?

1.5 milyon Filistinli aç, açık ve bomba yağmuru altındayken gösteriş iftarına katılmak da neyin nesi?

Bu düpedüz, “komşusu açken tok yatmak” değil midir?

Samimi değiller!

Onlar samimi değil de, biz niye böyle “bindik bir alamete/gidiyoruz kıyamete” hallerindeyiz?

Bu topraklarda inançlı, inançsız; Alevi, Sünni, giderek azalsalar da Ezidiler, Süryaniler; hadi daha da genelleyelim, Hıristiyanlar ve de bazı kendini bilmezlerin tehdit ettiği Yahudilerin yaşadığını bilmiyor muyuz?

Herkesin anlam yüklediği günler, kutsal kabul ettiği ritüeller olduğunu ve bu ritüelleri büyük bir samimiyetle yerine getirdiklerini görmüyor muyuz?

Onlar gibi inanmıyoruz diye, onları görmezden gelebilir miyiz?

Bugünkü dramatik tablonun müsebbipleri, biraz da bugüne kadar kafasını kuma gömen bizler değil miyiz?

Çok olanın az olanı tahakküm altına aldığını; az olanın kendisini gizlediği iki yüzlü bu topluma neşter vurmak yerine niçin habire “duran treni gidiyormuş gibi sallamak” ile meşgulüz?

İnsanlar, inançlarına saygı gösterilmesini bekler.  Bunun en kestirme yolu, onlardan farklı olduğumuzu bilmelerini sağlamaktan geçer.

BU KUŞATMAYI YARALIM!

Bugün fark ediyoruz ki AKP’li belediyelerin yaygınlaştırdığı iftar sofrası popülizmi, bütün toplumu kuşatmış.

Artık CHP’li belediyeler de iftar sofrası kurup,  “Biz daha çok Müslümanız” yarışına girdiklerine göre!

İftar sofralarının ayırt edici özelliği samimiyet; samimiyetin ölçüsü de, bu topraklarda farklı din ve inançlara mensup çok sayıda topluluk olduğu gerçeğiyle hareket etmektir.

Her Cuma bir Camiye gidip, her akşam bir başka yerde iftar programına katılan muhafazakar İhsanoğlu’nun, demokrasi kültürüne yaptığı sıradan vurguların bile önemsendiği bir tarihsel dönemeçten geçiyoruz ve asıl ayırt edicilik, böylesine kritik dönemeçte muktedirle aynı dili konuşmaktan uzak durmakla ortaya çıkar.

Bu nedenle herkesi tek tipleştirmenin bir furyaya dönüştürüldüğü Sünni Müslümanlara yönelik gösterişli iftar sofraları kurmak için AKP’li belediyelerle yarışa bir son verilmelidir.

Gelecek seneden başlamak üzerine gösterişli iftar programları yerine, başta yoksul mahalleler olmak üzere, her yerde“Mahalle Sofraları” kurulması teşvik edilmeli; orada her inançtan insanların birbirini tanıma fırsatı sağlanmalıdır.

Anti Kapitalistlerin “yeryüzü sofrası” buna örnek oluşturabilir.

Otoriteden uzak, içten, samimi ve sıradan katkılarla!

Aynı şeyi Alevilerin “yas-ı matem”i, Hıristiyanların Paskalya’sı, Yahudiler’in Tövbe Günü için de yapılabilmeli!

Herkesin inancına uygun ritüelini yerine getirmesini sahiplenme kültürünü yaygınlaştırdığımızda, bu toprakların muktedirlerinin siyaseten kullandıkları bir inancın “fevkalede müsaadeye mazhar” muamelesi görmesi engellenmiş ve böylece yalnızca ve tek o inancın var olduğu yanılsaması da kırılmış olur.

Çok olmanın haklı olmak anlamına gelmediğini, herhangi bir maneviyata inanmak için çok olmanın ön koşul olmadığını ısrarla ve inatla belirtelim.

Bu kuşatmayı yaralım!

Aksi halde Filistin’de yarılan kalbimize rağmen mügalataya devam edecekler.

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..