Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '08

 
Kategori
Öykü
 

Gözyaşı

Gözyaşı
 

"Kimisi sucuklu tost,kimisi bisküvi, çoktandır onlara hasret kaldım..."


Otomobilin penceresinden bakıldığında, doğa yemyeşildi. Ankara’nın kalabalık caddelerinde, sıkışmış evlerin arasında hep bu ortam özlenmişti. Tarık, otomobilin penceresini açtığında, ağaç kokuları içeriye çok hoş ve hızlı giriyordu. Yaşama sevincini içinde duyumsadığında aklına oğlu geldi. Cep telefonunun tuşlarını hızla çevirdiğinde karısı, ‘ nasılsın?’ dememesine çok sinirlendi.

“ Senin hayatında yalnız oğlun mu var?”

“ Hiç olur mu!.. Senin, maşallah zımba gibi olduğunu tahmin ettiğim için nasılsın demedim.”

“ Anlaşılan para seni iyice ukala yapmış. Eşine nasıl davranılacağını unutmuşsun. Kaba mahluk n’olacak..!”

“ Edebiyatı bırak da oğlumu ver bakalım!...”

“ Alper, dışarıda!... ”

“ İşimiz uzayabilir, beni merak etme!...” Sözüne yanıt almadan, telefonu kapattı. Otomobil, hızla hedefine gidiyor, Tarık ise çevresindeki güzellikleri beyninin derinliklerine atmakla meşgulken, Ali’ye ,

“ Şu Anadolu’muza bak, her tarafı sanki cennet. Bak şu yeşilliklere! Bak!... Bak!... öyle üstün körü bakma!... Karşıdaki ağaç topluluğunun yeşil tonlarının harikalığına bak. İstersen burada biraz mola verelim.”

“ Gaza basmaktan ayağıma kramp girdi. “ sözünün ardından otomobil, restorana yönelmişti. Restoran, yeşillikler arasında, doğayla iç içeydi. Tek katlı idare binasının bahçesinde bir sürü masalar ve masa yanlarındaki mangalın üstündekiler daha da muhteşemdi. Oksijenin çokluğu ciğerleri altüst ediyordu. Tarık, mangalları görünce kayınpederini anımsadı.

“Keşke şimdi yanımızda olsaydı. Etin tadını görecektin.”

“ Oğlum, bu havada, bu yeşilliğin içinde eşek etini mangala koysan yine de lezzetli olur.” Tarık, her zamanki titizliği ile masanın üstünü inceledi. Bu kez temiz olduğunu gördüğünde, bahane bulamadı. Garsonun masaya yaklaşıp,

“ Hoş geldiniz efendim. Ne arzu edersiniz? Kuzu pirzolamız çok taze. Bugün bunu tavsiye edeceğim.” Garson, güler yüzü ile masaya salata ve beton görünümündeki yoğurdu koyduğunda, Tarık diğer masalardan gelen kokuların cazibesine fazla dayanamadan mangaldaki etleri ters düz yaptı. Ağzının suları ise mangalın sıcaklığında eriyip kayboluyordu. Mangallardan dağılan kokular etrafı öylesine sarmıştı ki, yoldan geçen arabalardaki yolcuların bu restorana uğramamaları mümkün değildi. Tarık, etlerin pişmesini beklemeden, salata ve yoğurdun güzel görüntülerine son verdi. Arkadaşı,

“ Sen, onlarla karnını doyur bakalım. Etler de bana kalsın.”

“ Oldu gazoz!.. Benim hakkımı nah yersin” Açlık duygusunu bastıran Tarık, cebinden çıkardığı asker mektubunu yeşil vadiye doğru okumaya başladı.

“ Anam benim, bir aydır parasızım. Şu an inan sigara almaya bile param kalmadı. Bir buçuk aydır, arkadaşlarımdan dileniyorum. Yerdeki izmaritleri çaktırmadan alıyorum. Ama, bu yazdıklarıma sakın üzülme. Çünkü, sizin durumunuzu düşündükçe, ben kendimi zaten unuttum. Babama da söyle, askerden geldiğimde benden kurtulacak. Nasıl mı? Mardin’e giderken eve uğradığımda bir gece kalmıştım, benim yüzüme bile bakmadı. Bu çocuk, doğuya gidiyor, ne olur ne olmaz, biraz doyayım demedi. Bildiği tek şey kafasını ters yöne çevirip dişlerini gıcırdatmaktı. Neyse, bunları bırakalım güzel anam, bu kadere lanet ederek sana söz veriyorum, ne olursa olsun askerden sonra, çok ama çok param olacak. Göreceksin güzel anam, düzgün olmayan ama senin rahat ettiğin bir dünyam olacak. Ala şafağında ülkemde yıldız uçurmak varken/ Oturup yıldızlar içinde kendi bulutlarımı çizdim/ Bir kır çiçeği düşünürken, ürpermek yok/ Gülmek, umut etmek, özlemek ya da mektup beklemek yok/ Olan tek bir gerçek var o da para ve yine para…

Hesap pusulasının arasına koyduğu yüklü bahşişi, kemik ve meze artıklarının dağınıklığı arasında rakı kokan masanın üstüne bıraktığında, arkadaşı Ali,

“ Bahşişi fazla bırakmadın mı? Parayı kolay mı kazanıyoruz ?”

“ Boş ver be Ali gardaş, kebaplar, rakı bir de servis güzel olunca, verilmez mi? Hem bir daha geldiğimizde havamız olur. Baksana garsonlar etrafımızda pervane oluyorlar. Onu bunu bırak da yolda inşallah çevirme olmaz. Leş gibi rakı kokuyoruz”

“ ……..?????? “ garson aldığı yüksek bahşişin memnuniyetiyle bir seyitmede otomobili park yerinden alıp caddeye çıkardı. Ali’de gaza bastıkça, dikiz aynasında mangalardan yükselen dumanları çoktan kaybolmuştu. Tarık, yemeğinin ağırlığını kaldıramadı. Kanına karışan yiyeceklerin şekeri , göz kapaklarının aşağıya düşmesini hızlandırdı Motorun tatlı sesi uykusunu çabuk getirmişti. Ali, arkadaşının horlama sesini, radyonun sesini yükselterek bastırmak istedi. Horlama sesini sevmeyen Ali’ direksiyonu bir sağ, bir sola çevirip otomobilin dengesini bozduğunda Tarık, yalpalayan kafasının gelip gitmelerine fazla dayanamadı. Göz kapaklarının yarılığına rağmen şaşkınca bakıp bağırmaya başladı.

“ Neler oluyor!... Neler oluyor!... Yoksa uçuruma mı yuvarlanıyoruz.?”

“ Nerden bildin? Cennet mi cehennem mi, bende bir türlü anlayamadım.”

“ Sahi, bu bembeyazlık ve arabanın içindeki yalnızlık nedir ki?”

“ Ne uçması, ne cennet, ne cehennemi, oğlum, şu anda sis tabakası içinde yüzüyoruz. Görüş mesafesi bitik. Önümdeki kamyonu takip etmek zorundayım. Yoksa uçuruma yuvarlanıp, kurda kuşa yem oluruz.”

“ Sağa sola yalpalamalar neydi ki?”

“ Ha… o mu? Önüme köpek çıktı. Bende zavallıyı öldürmeyeyim diye direksiyona hakim olamadım. Rahatsız mı oldun cicim?” Tarık, sis içinde ilerlemenin zorluğunda terledi. Adrenalin vücudunu sarmasıyla birlikte, kanından suların çekildiğini hissetti. Yanı başından ayırmadığı pet şişesindeki suyu bir dikişte yudumladı. Gözlerindeki uykuyu, sis bulutlarıyla birlikte dağıtıp mektuba devam etti.

“ Olurda, eğer bu vatan için bu topraklarda şehit olursam, sakın benim için üzülmeyin. Oğlumun istediği mertebe buydu ve oraya vardı deyin. Dostlarınıza, biz onu bugünler için yetiştirmiştik. Helal olsun ona verdiğimiz emekler, evimizden bir şehit çıktığını gururla söyleyin ama asla ağlamayın. Çünkü ben sizi yukarıdan göreceğim. Sivilde, çok ama çok param olacak. Kardeşimi özel okullarda okutacağım. Senin o köhne ve rutubetli evde çürüyen böbreklerini yaptıracağım. Olmazsa yenisini taktıracağım. Babama eğlenmesi için ufak bir bakkal dükkanı açacağım. Neden mi ufak? Çünkü çabuk batıracağını bildiğim için. Yani güzel anam, kabuktan çıkarak, bütün mesele kabuğun içinde bir kaplumbağa gibi sürünerek değil de, bir kartal gibi cesurca uçarak yaşamak. Tekrar ediyorum. Sakın beni merak etmeyin. Çünkü benim yeryüzünde en sağlıklı olacağım yer bu ocak… Yatak var, yemek var, birde sigaram olsa daha ne isterdim ki? Neyse onu da şimdilik yerlerden toplayarak idare ediyorum. Bu mektubun satırlarına başlamadan önce, kantinden arkadaşlarım bir şeyler aldılar. Kimisi sucuklu tost, kimisi bisküvi. Çoktandır onlara hasret kaldım burada. Yalanmış kediler gibi bende onlara bakarak nefsimi körlüyorum. Kardeşime söyle bana mektup yazsın ama bakkaldan çizgisiz dosya kağıdı alıp, para harcayarak değil, eski defterlerinin kullanılmayan sayfalarına yazsın. Sizleri çok seviyorum. Allah’a emanet olun sevgili anam. Oğlun.”

Mektup son bulduğunda, Tarık, kalın çerçeveli ve renkli gözlüğünün ardından akan gözyaşlarını frenleyemedi. Bıyıklarında buluşan damlacıkları arkadaşına belli etmeden sildi. Yan pencereden ardı ardına gelen ağaçları seyre daldığında göz yaşları da çoktan kurumuştu.
2002 - Bursa

Ertuğrul ERDOĞAN

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..