Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

16 Ağustos '07

 
Kategori
Haber
 

Güç /2

Güç /2
 

Aslında uzun süredir hem seçim sonuçlarını hem de gündeme ilintili giren sayın Çölaşan konusunu analiz edeceğim bir yazı vardı kafamda. Yalan yok, devlet memuruysanız çıtkırıldım yazacaksınız. Sözlerinizden kimlerin ne kadar alınacağı belli olmadığından konforlu odalarında çaylarını yudumlarlarken, asık-kasık yüzleriyle koca devleti arkalarına alanların ne yapacağı asla belli olmaz. Elinizi kolunuzu bağlamak konusunda öyle iyilerdir ki, kendilerinin yükselişlerinde geçtikleri dikenli yollarda öğrenirler bu tür konuları.

Konumuz o değil tabiki ama yazı kalitesinin üzerinde, Demoklesin kılıci gibi kafanızın üzerinde sallanır dururlar.

Son yazımda (güç) sayın Nilgün Akad hanımefendinin yorumuna yanıt yazmıştım ama sanıyorum anlatmak istediklerimden farklı yönlere giden kelimeler olabileceğini düşünerek yanıtımda, ayrı blog yazmama etkin olanlardandı.

Şimdi gelelim asıl konulara.

Sayın Çölaşan, hem yaşamıyla hem de yazılarıyla sayın Uğur Mumcu'dan sonra, nitelikli ve güvenilir diyebileceğiniz ender bir kişiliktir. Üstelik Ankara Beyefendisidir.

Ankara beyefendisi nitelememi sıradan bulabilirsiniz ama Anadolu'da saygınlık ifade eder. Çölün ortasında kurulan bir kentin başkent olmasının direklerindendir onlar. Mustafa Kemal'in ideallerinin bekçileridir onlar; çünkü iş bankası bile merkez binasını İstanbul'a taşırken, Ankara'da yaşamak ve sahip çıkmaktır bir anlamda cumhuriyete, bir Ankaralı için. Bir anlamda fedakarlığın da anlatımıdır bu. Doğalgazdan önce bir çukurun içine toplanmış karadumanların nefezsiz bıraktığı bir kentken de orada yaşamayı seçenlerin kentidir Ankara.

Sayın Çölaşan dendiği zaman Ankara gelir aklıma o yüzden hemen.

Şimdi, son yapılan seçimlerden söz ederek harmanlamaya çalışacağım konuları.

Seksenlerden sonra solun tüm düşünce sistemleri, örgütlenme biçimleri ve solculuğun en temel değerlerini, işkence masalarından sıradan bir aydına kadar çok iyi analiz edip çözmüş bir devletimiz oldu nur topu gibi. Devlet, soldan öyle tedirgin olmuştuki, aynı başladı ama; ABD'nin Sovyetler dağılmadan önceki kafalarındaki devliğin, yeşil kuşaklarla kuşatmaya çalıştıkları gücün çökmesinde sonra Clinton'la petrol fiyatlarını özellikle yüksek tutarak, İMF'yi seferber ederek yeniden batmaktan çıkardıkları söylenebilir Rusya'yı.
Bizde devlet, solun en ucundan ortaya kadar olan bölümüne öyle sert ve planlı vurduki, solcuyum demek "aydınlık" yerine "karanlık hücreler"i çağrıştırdı insanlara. Sol adına işkencelerden geçmiş orta yaş insanlarının çocuklarının ülkücü olmalarına bile rastladığımızda garipsemez olmuştuk. Çünkü sol adına acı çeken insanlar, günümüz dünyasının içindeki yenilgilerine dönmüşler, biraz da "artık kendime" dürtüsüne yönelmişlerdi; haklıydılar da bence. Seksen sonrasında sıkışıp kalan bizler ise anlatılanlarla kıyısından şahit olduğumuz ilericilik gibi, aydın olmak gibi düşlerimize idol olacak eski solcuları izledik. 12 Eylülle planlı sola verilen acımasız cezanın kalıcı olabilmesi adına mistizmin halka kadercilikle süslenerek verilmesinin nedeni de solun bırakacağı boşluğu doldurmaktı bir anlamda. Seksenlerin sonlarına doğru pompalanan futbol fanatikliği ve ardından televole mantar kültürsüzlüğünden o günlerde kimse rahatsız görünmüyordu. Eskiden kadınlar futbolu mantiken sevmez, hatta "gürültü" görürlerken, zenginliğin ve köşe dönücülüğün merkezi olan bu tür "spordan uzak festivallere" takımların formlarını giyerek en önde katıldılar. TV programlarında(futbol) sunucuydular artık. Üstelik hem futbolsever hem de modaseverdiler; tüm toplum...

Son geldiğimiz noktada toplumumuz, İtalyan, Fransız modasını dünyada en iyi takip edip "ölçüler" alan bir toplum olmayı başarmış durumda olduğu görülüyor. Bütün bunlar olurken solun temeli olan düşün, üretme ve sorgulama gibi insanın da temel niteliklerinin, uzun ve acılı bir süreç olması yerine, düşünme işkencesinden arınıp televole mantar kültürsüzlüğüne adım atmamız, karar vericilikten karar verilene uyma çaresizliğine bizleri götürdü. Yine, tüm bu toplumsal dejenerasyonlar olurken, işini bilen bizi yönetenler de boş durmuyor, kendi çıkarları uğruna güçlü devletlere sözler veriyor, ödünler veriyor ve yaklaşan krizleri hazırlıyorlardı. Edebiyat, sanat gibi toplumu yönlendirecek, uyandıracak, düşündürecek kurumlar çökertilip küçük cep sanatlara dönüştürüldüğünde Türkiye'de sanatın anlamı biçim değiştiriyor, sanatçı kimliği de pavyona iniyordu.

İkibinli yıllara gelindiğinde dünyanın gelişimini en başından bu yana öngörüsüzlüğüyle, "ortanın solu" adındaki saçmalığı el üstünde tutarak ödünlere merhaba diyen sayın Ecevit'in, başında bulunduğu koalisyon hükmetinin vurdumduymaz tavrının bir sonucu olarak destek verdikleri ekonomik krizdi. Çiller'in ilk provasını yaptığı devale krizlerin prensiydi o kriz. İşin garip tarafı, Orta Asya Türk devletlerinde olan sayın Bahçeli'nin kriz günlerinde yurda geri dönmemiş olmasıydı. Çünkü bir Türk için silah ve at yeterliyken kim takardı karmaşık ekonomik olayları.

Ve 2002 yılına gelindi.

Sayın Erdoğan, öncelikle dinç ve sağlıklıydı. Halkın onu anlamasına izin veriyordu, efendi tavırlıydı. İkinci bir Özal günlerinin hevesiyle ilk oylarını verdiler potansiyeller.

Sayın Erdoğan'ın seçim vaatlerinde istediği üç yıl, beş olmasına rağmen bu kez de yüzde 47'yle oyladı halk onu.

Dünyanın en iyi anamuhalefet partisini ve yöneticilerini yerden yere çalmasına rağmen başka heveslerde olmalarından ötürü muhalefetin, olmaması en büyük avantajıydı sayın Erdoğan'ın. Geçen yıl erken seçim konusunda diretmelere girişmiş olsaydı sayın Baykal tatile gitmek yerine, şimdilerde çok daha farklı bir Türkiye vardı önümüzde.

Diğer bir konu da, ülkedeki yükselmişse eğer refah sevyesi, bunu halka hissettirmenin yolunu bulmaktı. Öncelikle memurların ekonomik durumlarında belirgin düzeltmelere gidildi. Para harcayan memurlar ekonominin daimi güvenilir üyeleri olmaktan geri kalmadılar. Ucuz kredilerle, on yıla kadar geleceklerinin bir kısımını ipotek altına almak dahi olsa, ilkkez bir ev sahibi olmanın veya bir araba sahibi olabilmenin keyfini yaşadılar, ama borçluydular uzun yıllar artık. (Maaşların artmasından çok, Türk parasının da değer kazanması)

21 Temmuzda evlerde akşam yemekleri yenirken akıllarda şu soru vardı; "ya faizler kriz olur da çok yükselir ve ben borç ödemekten çocuklarıma bakamaz isem?"

Bu aynen şuna benziyordu: Borca alışveriş yaptığınız bakkalın veresiye defterini, gecikmiş borcunuzu öderken inceleyememiniz gibi. Hem minnet duygusu hem de "ya ihtiyacım varken bana borca alışveriş izni vermezse..."ydi

Artık oylar toplanmaya başlamıştı.

Sayın Çölaşan ise bütün bu süreçler yaşanırken Melih Gökçek'le sürdüregeldiği polemikle ve TV programlarında neredeyse en milliyetçi bir kafanın ürünü olabilecek düşüncelerini söylüyordu ekranlarda:

"Bunlar 23. de bitti" sözüne o denli inanarak söylüyorlardı ki sayın Balbay'la, büyük bir şoka gireceklerini "teğet" adlı yazımda yazmıştım. Ancak baştada söylediğim gibi açıkca yazma sorunum yüzünden bazılarını kızdıran bir anlatımla.

Halbuki sayın Çölaşan'dan şunu beklerdi sosyal demokratlar:

1: CHP 'ye etkin sahip çıkmak ve yol gösterici tavırlarda davranmak

2: MHP'nin asla bir sol parti olamayacağını iyi idrak etmek

3: Karşı düşünceleri eleştirirken yandaş düşünceleri de sorgulamak

4: Gökçek'le TV programında söylediklerinin altını çizerek-hazırlıklı- haklı olduğunu göstermek.

Bütün bunların aynadaki yansımaları olarak görülen "iktidar partisinin baskılarının" bir sonucu olarak yorumlanmasını eksik ve yanlış buluyorum. Çünkü, AKP'ye oy verenlerin en az yüzde yirmisi solcudur; bu unutulmamalıdır.

Yukarıda anlattığım hepimizin bildiği başlıklardı. Asıl beni korkutacak olanlar ise şunlardır:

1: İktidar partisi sayın Çölaşan'ın gazetesinden uzaklaştırılmasında etkin olmuşsa, çok derinden korkmaya başlasanız iyi olur derim.

2: İktidara verilen oylar halkın süspanse oylarıdır. Eğer bu gücü radikal amaçlarla kullanırlarsa halk bir gecede çark edip, yönü açlık dahi olsa, değiştirir.

3: En belirgin hissediş benim gibi periferde yaşayanlarda olacaktır. Eskiden sadece bir partiyken, sonradan devleti de yanına alarak kısa yollu haksız işlere girildiğinde asıl tepkiler o zaman olacaktır.

O yüzden, AKP içindeki akıllı insanların (birçok partiden çok daha fazla akıllı insan barındırıyorlar) cumhurbaşkanlığı konusunda son sözleri söylememiş kurumların hareketlerini iyi gözlemleyeceklerine inanıyorum. Bu nedenle sayın Gül'ün yeniden adaylıktan çekilebileceğini düşünüyorum.

Cumhurbaşkanlığı için bence iki aday mantıklı duruyor; birincisi sayın Deniz Baykal, nasıl bakarlar bilmiyorum ama baştan beri adayımdır, diğeri de sayın Mehmet Barlas. Sol etkinliğini yitirmişse eğer, sağın en iyilerini örnek göstermek istedim.

Sayın Barlas'ın hem çok iyi bir entelektüel hem de fikir tartışmalarına açık bir insan olmasıydı bu düşüncelerimi belirleyen.

Sayın Gül kaliteli ve iyi bir siyasetçidir ama Anadolu'da karizmatik sayılmaz. Yoldan on tane adam çevirseniz ve desenizki "sayın Gül AKP'nin başına geçiyor ve sayın Erdoğan da siyaseti bırakıyor" deseniz, "AKP baraja bile takılabilir" diyeceklerdir size. O yüzden "tabanın gülüne takıldı rejim" gibi saçma-yanlış tahlilleri de katılmadığımı eklemeliyim.

Siyasetten bu kadar bahsedipte paradan bahsetmemek olmaz.

Paranın da tipleri var: Namuslu para, şerefli para, haysiyetli para, temiz para...ve; namuzsuz para, şerefsiz para, haysiyetsiz para...gibi. Ahlaklı paranın kazanılması zordur.

Efendim borsa 55 bin balonundan yavaş yavaş, aşağıya da atılacak -satılacak, özelleşecek- pek birşey de kalmayınca süzülerek düşüyor. Hayır sert düşmüyor, süzülerek düşüyor. 20 Bin sevyesi dip kabul edip, 27 binde düzeltmesini yapacaktır. 30 binli sevyelerde dolaşacağını tahmin ediyorum.

Batı ekonomisinin yeni ve kanlı bir savaşa ihtiyacı var. Irak'tan önce resesyona giren ABD ekonomisi yeniden sinyal veriyor.

Durum buradan budur.
Bu mudur? budur.

sağlıcakla...

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..