Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '17

 
Kategori
Siyaset
 

Güçlü Bir Ekonomi mi Yoksa Demokrasi mi?

Güçlü bir ekonomi ve Demokrasi tercihlerinin, birbirinden keskin şekilde ayrılmaması gerekir. Güçlü bir ekonomiyi yeğleyebilirsiniz de, ama hangi koşullarda ve “Neye rağmen” yeğlediğiniz de önemlidir. Bugün için Suudi Arabistan, “iktisaden faal olmak ve üretken ekonomi” açılarından güçlü bir ekonomi olmayabilir, ülkesinin zenginliğini, ülkelerin ona erişmek adına her türlü akıl tutulmalarını yaşadığı “petrol” denen emtia ile tesis ederken; bu durum Suudi Arabistan’ın “Güçlü Bir Ekonomi” olduğunu göstermeyebilir; ama bu ülke “parasal bir refaha” sahiptir... Ayrıca, bu emtiadan sağlanan ekonomik refah da tabana yansıtılmamış bir refahtır. Suudi Arabistan gibi, daha birçok ülke de, belki “iktisaden faal ve üretken” bir ekonomiye sahip değildir. Fakat, sahip oldukları petrol rezervleri dolayısıyla, tek ekonomik kazançları petrol ticaretinden ötürü elde edilen “parasal ekonominin”, o ekonomiyi güçlü kılmadığı da “iddia” edilemez.

 

* * *

 

Bugün için, Arap coğrafyalarında yaşanan dalgalanmalar da, biraz bundan ötürüdür sanırım. Bir ülke, sahip olduğu stratejik bir emtiadan ötürü, bu emtianın sanayileşmiş ülkeler için “hayatilik arz edecek” kadar önemli bir durumda varolması; petrol sahibi ülkeleri paraya boğabilmekte ve yine, görece, o ülkelerde “parasal bir genişleme” yaparak, parasal bir ekonomik güçten bahsedilmesine de neden olabilmektedir. Fakat, devletlerin varlık nedenleri bakımından sorgulanmalarına gelinecek olunursa, bu devlet, halkına istediği refah yaşamını sağlayabilmekte midir? Halkının da, yaratılan görece ekonomik genleşmeden, pay alabilmesinin önü açılmakta mıdır? Ve, daha bir sürü, belki başkalarına “safsata” gelebilecek sorular... Demokrasi olgusunun, bence, bundan ötürü ıskalanmaması gerekmektedir.

 

* * *

 

Kendi gerçekliğimizde, kendimize, Türkiye’ye baksak ve çıkan fotoğrafı okumaya çabalasak... Bugün, iktidar partisinin hangi yöneticisini veya bakanını dinlesek... Bizlere söyledikleri şey: “Türkiye’nin coğrafyasında parlayan yıldız olduğu, ekonomimizin gittikçe büyüdüğü, yabancı yatırımcının ilgisini çektiği; hatta yabancı sermayenin giderek ülkemize daha fazla geldiği...” Bu ifadeler, alışık olduğumuz beyanatlardan değil mi? Yani, görece ülkemizin “Güçlü Bir Ekonomisi” olduğu “iddia” edilebilir... Türkiye; eğer gittikçe büyüyen bir ekonomi ise ve büyüme; ülke ekonomisi açısından “istikrar” ve “sürdürülebilirlik” gibi, dönemin konjonktürüne uygun değerlerle de eşanda eklemlenerek “dünya yıldızı” oluveriyorsa, neden hâlâ ülkemiz küresel dünyada “en pahalı benzini” tüketmekte; neden hâlâ “kişi başına düşen milli gelirimiz” darboğaz içinde olan ve bununla birlikte mali bir çalkantıdan geçen Yunanistandan da görece çok düşük seviyelerde? Türkiye’de ekonomik yapı, ne denirse densin, hem “istihdam” yaratmıyor; hem de “reel ekonomiye”, istenen çapta ilave katma değer sunmuyor.

 

* * *

 

Türkiye’de demokratik kültürün iyileştirildiği, yine görece olarak söylenebilir. Ama, istenilen kazanımlar elde edilmiş midir? İnsanlar, mesela rahatlıkla ve özgürce, düşüncelerini ikrar edebiliyor mu? Bugün, iktidar baskısının, hemen hemen tüm alanlarda tesirini arttırdığını söylesek, mübalağ mı yapmış oluruz?

Türkiye’de evet; Adalet ve Kalkınma Partisi, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılı yapıdan faydalanarak, iktidara gelmiş bir partidir. İktidara gelmeden önce, öne sürdüklerinde, daima ülkeyi birleştirici ve bütünleştirici bir dil kullanmaya özen gösteren AK Parti; iktidarının perçinleşmesinden sonra, gerçekten de özellikle, liberal aydınlarda sükût-u hayale neden olacak dönüşümler yaşamaya başladı. İktidara geldiğinde, sürekli olarak toplumun ve kamuoyunun dikkatini, “Avrupa Birliğine entegrasyon ve AB’ye üye olabilmek adına reform yapılmasına” kilitleyen AK Parti, gerçekten de bu süreçlerde liberal aydınlardan çok büyük destek gördü. Demokratik hayatın, daha da “liberalleştirilmesi” yönünde, reformların “kararlılıkla” yapılacağının sözlerinin ve vaatlerinin, siyasi iktidar temsilcileri tarafından sürekli vurgulanması; ülkemizde o döneme denk sürmekte olan bürokratik oligarşinin yıkılması ve daha demokratik bir siyasi hayatın, onun yerine ikama edileceği “rüyalarını”, liberallerin dimağlarında yaşattı.

 

* * *

 

Esasında, AK Parti’ye, toplumumuzda 2002 dönemine kadar zuhur eden bölünmeleri toparlayacak gözüyle bakılmıştı. Siyaset kurumunu, daha demokratik unsurlarla tahkim edeceği; sivil olmayan unsurların ülke siyasetine müdahale etmesine izin verilmeyeceği, ifade özgürlüğünün alanının genişletileceği, insanların devlet karşısında silik bir statüden daha güçlü bir konuma getirileceği umuduyla, Adalet ve Kalkınma Partisi; kâh liberallerin önemli bir kesimi tarafından; yine kâh ılımlı solcular tarafından; ve hatta entelektüel ve beyaz yakalı çalışan profilleri tarafından bile, “hatırı sayılabilecek” düzeylerde desteklendi... Hatta, Adalet ve Kalkınma Partisini destekleyen kitlelerin içinde, sadece mütedeyyin vatandaşlarımızı görmek, bizleri büyük yanılgılara itebilir.

 

* * *

 

Fakat, şu son konjonktürel siyasal geçiş döneminde, ülkemizde, AK Parti’nin pek çok yönden hayalkırıklığına neden olduğu söylenebilir. Güçlü bir ekonomi, bir ülke için kuşkusuz yadsınamayacak kadar önemli bir ilerlemedir. Yalnız, bu ülkede insanlar, sırf siyasi iktidara “muhalefet” yaptığından ötürü sindiriliyor ve kendi çaplarında manevra yapma hakları ellerinden alınıyorsa; o ülkede demokratik ve güçlü bir siyasal kültürün olduğu da söylenemez. Kanımca, sadece ekonomik yıldız olmaya özen göstererek, ülkenin demokratik yönü geriletilmeye çabalanırsa; o ülkede siyasi ve ekonomik huzur yeşertilemez. İçinde konumlandığımız Ortadoğu coğrafyasında, nice para zenginleri ülkeler var ama; nedense “demokrasinin” sadece namı gezinmekte bu ülkelerde. En iyisi, “Ekonomik Demokrasi” de karar kılmaktır...

 

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..