Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '11

 
Kategori
Güncel
 

Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye kurmadan terör bitmeyecektir

Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye kurmadan terör bitmeyecektir
 

Ülkemiz bugünlerde son yılların en zor günlerini yaşıyor. Daha birkaç gün içinde 85 tane vatan evladını şehit verdik. Analarımız ağladı. Bütün ülke ağladı. Yürekler onların acıları ile dağlandı. Onlar ne ilk şehidimizdi, bu gidişle ne de son olacaktır. Teröre karşı ayni politikayı izlediğimizde daha da zor günler yaşamamız kaçınılmazdır. Çünkü ülkemize karşı yapılan terör saldırıları, bizleri yıldırma ve parçalama politikalarının bir parçası kökleri Osmanlı Devletini işgal eden, ama amacına ulaşamayanların devam ettirdiği bir oyundur. Onlar sabırlı bir şekilde planlarını gerçekleştirirken, bizlerin birbirimizle iç savaşa girmemizi ve yorgun düşmemizi beklemektedirler.

Bakın bizlerle dost görünen ülkeler geçmişte ne yaptılar. Lütfen şöyle bir geçmişi hatırlayalım, Birinci dünya savaşında dost bildiğimiz Almanya’nın yanında savaşan ülkemizde yenik sayılmıştı. Takvimler 30 Ekim 1918 gösteriyordu;  Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri ile Mondros Mütarekesi'ni imzalanmıştı. 31 Ekim’de mütarekenin yürürlüğe girmişti.  Bir İngiliz savaş gemisinin İzmir Limanına girmiş, Rumlar tarafından törenle karşılanmıştı.  Aya Fotini kilisesine Yunan bayrağının çekilmişti.  Türk Ordusunun gücü zayıflatılmaya başlanmış, ordunun bazı birimleri lağvedilmeye başlanmıştı.  12 Kasım’da bir Fransız tugayının İstanbul'a girmişti. 13 Kasımda da İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan İtilaf filosunun İstanbul'a gelmiş ve karaya kuvvet çıkarmıştı. Tüm ülke topraklarında işgal adım adım ilerlemeye başlamıştı. 21 Aralıkta Padişah Osmanlı Meclisi Mebusanı'nın kapatılması için ferman çıkarmıştı.

10 Ocak 1919’da Padişah Vahdettin'in İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe'a bütün umudunu İngiltere'ye bağladığını bir mesaj ile bildirmişti. 12 Ocak’da İngilizler Ermeni amaçlarına hizmet etmek üzere Kars'a yerleşmişlerdi. 14 Ocak’ta bir Yunan birliğinin Hadımköyü'nden Lüleburgaz'a kadar demiryolunu işgal etmişti.30 Ocak’ta Paris Barış Konferansında Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasına karar verilmişti.

İşgal devam ediyordu. Bu topraklarda yaşayan güvendiğimiz, devletin hazinesini ve dışişlerini teslim ettiğimiz, bizler savaşırken, biz ölürken onlara bu ülkenin ekonomisini teslim ettiğimiz dost sandığımız bazı rum ve ermeniler ihanet içine girmişlerdi. Kiliselerin desteği ile kurulan çeteler ülkenin her yanında köylerimizi basıyorlardı. Diğer bazı rum ve ermeni komşularımız onlara yardım ediyorlar ve işbirliği yapıyorlardı. Erkekleri askerde ve savaşta olan köylerimizdeki kadın çocuk ve yaşlılar etnik kökenine bakılmaksızın sadece müslüman oldukları için katlediliyordu. Ülke alev alev yanıyordu. İnsanlarımız ölüyordu. Rum ve ermeni Ortodoks kiliseleri gelen işgal ordularından yana, ülke insanına ihanet ediyorlardı ve bazen katliamlara öncülük ediyorlardı. İstanbul hükümeti susuyordu. Bırakın susmayı direniş gösterenlere karşı tavır alıyordu. Ne Güvenlik, ne de adalet kalmıştı. Hepsi işgal ordularının arzularına göre şekilleniyordu.

10 Mart 1919’da  İstanbul'da İngilizlerin isteği ile bazı tanınmış kişiler sudan bahanelerle tutuklanıyordu.  Damat Ferit Paşa İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe'a İngiliz himayesini isteyen bir proje sunuyordu. Gerekçe bile sunulmadan Boğazlayan kaymakamı Kemal Bey Ermeni tehciri nedeniyle divanı harp kararıyla İstanbul'da asılıyordu. 30 Nisanda İngilizler Kars'ın yönetimini Ermenilere devrediyordu.5 Mayıs 1919 tarihli Paris Konferansında Lloyd George Yunanlıların İzmir'e çıkarılmasını öneriyor ve önerisi kabul ediliyor. 15 Mayıs 1919 İzmir'in yunan birlikleri tarafından işgal ediyordu. Gazeteci Hasan Tahsin yunan askerlerine ilk kurşunu atıyor ve şehit oluyordu. Osmanlı çaresizdi. Vatanperverler tepkilerini koymaya başlamışlardı. 19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkıyordu. Türk milletinin düşman ile hesaplaşma dönemi başlıyordu. İşgal edilmiş topraklarımızdan düşmanın atılmasının adımı atılıyordu. Milli Mücadelenin ateşi yakılmıştı. http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=299

İşgal ordularının emrinde olan Padişah ve İstanbul hükümeti bağımsızlık ateşini söndürmek için emirler yağdırıyor. Ordular gönderiyor. Mustafa kemal ve arkadaşlarının hareketini engellemeye çalışıyorlardı. Tabii bu arada Ali Kemallerde görevlerini yapıyorlar. Bağımsızlık savaşının gücünü küçümsüyorlardı. Anadolu’nun her yanında rum ve ermeni çetelerinin kalleşçe saldırısında ölen insanları görmeden, İstanbul’da yaşadıkları lüx hayatın içinden ülkeye bakıyorlardı. Düşmana karşı çıkılmasını eleştiriyorlardı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ihanetle suçluyorlardı. Rum ve ermeni mezalimini görmüyorlardı.

Bağımsızlık ateşinin gücü ile istiklal savaşı ülkenin her yanında direniş başlamıştı. Kaybedilen cepheler tek tek alınmaya başlamıştı. Kurulan bazı dernekler kendilerini kurtarmak için bazı büyük ülkelerin mandası olmamızın hesabını yapıyorlar, bazıları efendilerinin gölgelerinde yaşamayı yeğliyorlardı.

12 Haziran’da Yunan Kralı Konstantin'in İzmir'e gelişinde Anadolu'daki Yunan ordusuna şu bildiri yayınlamıyordu.  "Askerler! Vatanın sesi beni yeniden sizin komutanınız olmaya çağırdı. Elen ülküsü için çarpışıyoruz. İleri!" diyordu. Eskişehir'i,Kütahya'yı ziyaret ediyordu. 15 Ağustos’ta başkomutan olarak ordularına "Ankara'ya" emrini veriyordu. 16 Ağustos’ta İngiltere Başkanı Lloyd George'un Avam Kamarası'nda konuşmasında "Kemalist ayaklanmayı bastırmak için Anadolu içlerine kadar İngiliz askerleri gönderilemediğine göre, tek bir şık vardır. O da her iki tarafı sonuna kadar vuruşturmaktır." diyordu. Yani rum ve ermenileri kendi komşuları ile savaşmaya kışkırtıyordu. Yunan kral topraklarımızda savaş yönetmeye koyuluyordu.

23 Ağustos’da Yunan ordusu taarruza başlamıştı. Sakarya Meydan Savaşı başlamıştı. 26 Ağustos’da Başkomutan Mustafa Kemal Paşa "Hatt-ı müdafaa yoktur. Sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz." emrini veriyordu. 13 Eylül’de Türk Ordusu Sakarya Meydan Savaşı zaferle kazanmıştı. Yunan ordusu kaçmaya başlamıştı. 26 Eylül’de Yunan Kralı Konstantin yaktığı, yıktığı ve katliamlarla kan gölüne çevirdiği Anadolu’yu terk ederek, geride binlerce savaşa alet olmayan mahsum rum ve ermeni aileyi de kaderleri ile başbaşa bırakıp Atina'ya dönmek üzere Bursa'dan kaçıyordu.

13 Ekim’de Kafkas Cumhuriyetleri (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan) arasında "Kars antlaşması"nın imzalanmış, 20 ekim’de Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle Fransa Hükümet arasında, "Ankara İtilafnamesi"nin imzalanmış, 23 Ekim’de İngilizler ile Anadolu'daki İngiliz esirleriyle Malta'daki Türk esirlerinin değiştirilmesi hakkında anlaşma imzalanmıştı. 26 Ağustos 1922’da yunan ordusuna karşı Türk Büyük Taarruzu'nun başladı. 30 Ağustos’ta  Yunan ordusu tümüyle yenilmiş, artık Başkomutanlık Meydan Muharebesi kazanılmıştı. 24 Temmuz 1923 Lozan Konferansı imzalanmıştı. Konferansın sonunda Lord Curzon İsmet Paşa’ya söyle diyordu ”Kabul etmediğiniz şeyleri şimdi cebime koyuyorum. Zamanı gelince birer birer karşınıza çıkaracağım” diyordu.

Tabii Lozan anlaşmasından bugüne kadar karşımıza çıkarmaya çalıştılar. Cumhuriyetin ilk yıllarında dışa bağımlılığın olmaması, kalkınma için büyük bir şans idi. Masada bize karşı söylenen sözleri gerçekleştirecek bir fırsat bulamamışlardı. Bugün ise bu ülkeler Türkiye’yi içten karıştırmanın hesapları yapmaktadırlar. Rum ve ermeni çetelerine yönelik destek verenler ayni zamanda bu topraklarda müslüman ve kardeş insanları birbirine düşürmeye çalışmaktadırlar.  İstiklal savaşı yıllarından itibaren kürt ayaklamalarına destek veren bu ülkeler, bugünde bölücü terörü desteklemekte, bu topraklardaki birlik ve beraberlik yapısını parçalamak istemektedir. Dün olduğu gibi bugünde bölgede bazı yabancı ajanlar, yabancı ülke temsilcileri ayni politikalarına devam etmektedirler. http://www.mevzuvatan.com/yazar/3130-kurt-ayaklanma-tarihinde-dis-guclerin-oynadigi-rol.html

Hepimiz biliyoruz ki, dünya enerji kaynaklarına hakim olmak isteyen, küresel ısınmanın yol açacağı sorunlar sonrasında bu topraklara göz diken bu ülkeler bölgede güçlü ülke istemiyorlar. Kendi güdümlerinde ülkeler yaratmak istiyorlar. İşte dün Osmanlıyı parçalayan güçler bugün benzer oyunu Türkiye’ye oynuyorlar. Hem de dost görüntüsü altında, hem de global ekonominin oyuncuları ile ticareti serbest hale getirerek, medya gücünü kullanarak, ülkemizin içişlerine karışarak, bazı insanlarımız kullanarak adım adım ilerliyorlar. Hatta kendi ülkelerinde ülkemiz aleyhine çalışan kişilere her türlü imkânı tanıyorlar.

Bugün geldiğimiz noktada yine ayni merkezlerden yardım bekler durumdayız. Onların silahları ve onların istihbarat bilgileri ile yola çıkmaktayız. Resim ortadadır, bizler bu süreci çok iyi göremedik, idare edemedik. Üstüne üstlük darbeleri bahane ederek, askeri gücümüzün moral değerlerine zarar vermeyi göze alarak ve bizlere inandırıcı gelmeyen bir dava sürecine girdik. Bu süreçte hepimiz yıpranmaya başladık. Yöneticilerimiz açılım politikaları uygularken her şeyin iyi olacağını söylüyorlardı. Aksine açıldık, saçıldık ve yıprandık. Vatan evlatlarını şehir vermeye devam ettik. Teröristler haburda bulduklar yüz ile daha da küstahça şehirlerimizde bizlere zarar vermeye başladılar. Nitekim bu açılım politikası sürecini zorlayan Türk halkından çok dış güçlerdir. Ama gerçekte ne insan hakları ne de demokrasi bu ülkelerin umurundadır. Daha dün Libya’da destekledikleri eşkiyaların Kaddafi’yi insanlık dışı öldürdüklerinde biz insanlığımızdan utanırken, onlar yargılama ihtiyacı bile duymadan sadece öldü mü diye fotoğrafına baktılar ve ölüm videoları dünyaya servis yaptılar.

Globalleşme ile dünyayı batıranlar şimdi de savaşları şirketlere ihale etmeye başladılar. Artık savaşların şirketlere ve paralı askerlere havale edildiği bir dönemdeyiz. Irakta ve Libya’da savaşan paralı askerler günümüzün demokrasi savaşçıları olarak yer almaktadır. Ülkemizde terörü yaratanlarda bu oyunun bir parçası ve maşasıdır. Amaçları ne insan hakları ne de demokrasidir. Onlar bölgemizdeki kirli savaşın birer oyuncağıdırlar. Bu nedenle gerek geçmişin gerekse son 85 şehidimizin intikamı sözlerle değil silahla alınmalıdır. Belki tuzu kuru bazı aydın ve sanatçı olduğunu iddia edenler bu ifadeyi acımasız bulabilirler. Ama onlar öncelikle şehitlerimizin ailelerinin gözyaşlarına, mahsum insanlara ve ölenlerin yakınlarının gözlerine bakmalıdırlar. Vatandaşımı yakanlar, askerimi, polisimi arkadan vuranlar, okulları ve iş makinelerini yakanlar, hele hele çocuklar ve bebeklere dahi acımayanlar bu toprakların ve bizlerin kardeşi olamazlar.

Terörle mücadelede teröristleri insan görenler, hatta övenler içinde oturdukları sırça köşklerden, renkli ve bol paralı dünyadan bakarken, hiç üzülmesinler bu vatanı parçalamak ve yok etmek isteyenlere karşı severek ölecek milyonlarca vatan evladı olduğunu vardır.

Hepimiz farkındayız ki geçmişte silah gücü ile durdurulan bu hain hareket, ordumuzun yıpratılma süreci ile güç kazanmaya başlamıştır. Bırakın hain saldırıları, PKK’yı destekleyen ve mecliste yer alan siyasi hareket kendilerine verilen meclis gücünü bölgenin ekonomik ve kültürel olarak gelişmesi yerine bölücü hareketle birlikte hareket etmekte, halkımızı kışkırtmayı, polisimize tokat atmayı ve hakaret etmeyi tercih etmekte ve şovlarına devam etmektedirler. Bu parti ile hareket eden belediyelerde halka hizmetten çok terörü destekleyen tavır içindedirler.  

Dün sağ ve sol diye ayrılan ve birbirini öldüren insanların bugün memleket sevdası için bir araya geldiği günümüzde askerimizle, polisimizle, her görüşte insanımızla geleceğe yürümeliyiz ve yürümek zorundayız. Terörü destekleyenler mecliste iken Silivri’de tutulan askerler, gazeteciler ve milletvekili seçilenler davaları devam etse de bir an önce serbest bırakmalıyız.

Geçmişteki hatalı politikaları bir tarafa bırakarak, başta doğu ve güneydoğu olmak üzere özel sektörün yatırımdaki isteksiz davrandığı yörelerde, devlete ait başta tarım olmak üzere çeşitli sanayi yatırımlar gün geçirilmeden hayata geçirilmelidir. Ekonomik sorunların yarattığı terör bataklığını kurutulmalıdır.

Terör demokratik bir hareket değildir. Terörün vicdanı yoktur. Terörün efendileri vardır. Terör maşadır. Terör demokrasiyi sevmez. Terörün anladığı dili güçlü ordudur. Birlik ve beraberlik içinde olan bir millettir. Terörü destekleyen ülkelere da fazla kızmamıza gerek yoktur. Onlar kendi menfaatleri doğrultusunda davranmaktadırlar. Dünün İslam düşmanı rum ve ermeni çetelerinin yerini şimdi bölücü teröristlerin aldığı bilinmelidir. Onlar bölge insanına aş ve iş vermek yerine silah verip, efendilerinin emrinde katiller yaratmanın peşindedirler. Tarihte olduğu gibi bugünde terörün yaşandığı bölgenin vatanperver çocukları canları pahasına bu oyunu bozmalı, hainlere karşı çıkmalıdır.  

İnsanlar arasında yüzyıllardan beri güçlü akrabalık, kardeşlik ilişkilernin kurulduğu bu topraklarda, bizleri teröre ve parçalanmaya zorlayan ülkelerde ırkçılığın ve İslam karşıtlığının anlaşılmaz bir şekilde körüklendiği ortamda, eğer bizde kendi menfaatlerimizi korumak ve atalarımızın bize emanet ettiği bu vatanı ilelebet yaşatmak istiyorsak el ele verelim. Terörü bitirmek için güçlü ordu ve güçlü Türkiye yaratalım.

 
Toplam blog
: 416
: 790
Kayıt tarihi
: 19.02.10
 
 

Tarım, Gıda, Ormancılık, Çevre, Örgütlenme ve Proje konularında çalışmalarda bulunmaktayım. Öncel..