Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '08

 
Kategori
Deneme
 

Güdülenmiş insanlık Babil düşüyor

Güdülenmiş insanlık Babil düşüyor
 

renkler ile insanlar ve mimikler


Kemikleri sızlar şimdi Freud’un; karanlığa son çare, bir mum yakmada,
bilinçaltı içgüdüselleşemiyor artık. Sürüvari güdülen insanlık, gazetelerin
büyük punto başlıklarında göz(sonrasında bilinç) kaymasına uğruyor. Son
sayfa da monotonluğa kapanınca, akılda hemen hiçbir şey kalmıyor. Magazin
edebiyatında güçlerini birleştirmiş bir(bilirkişi) çoban topluluğu, trendler
ve modalar başlıkları altında besliyor sürüleri ve bilinçler fotoğraf
karelerine müebbet oluyor. Gökkuşağı artık renklerine acıyor; hayat siyah
beyaz oluyor; gri ile boyanıyor günlükler.

Modern sürüler, bencillik imparatorluklarında birleşik devletleşip, namlu
uçlarında sırıtıyor rakımı düşük coğrafyalara. Rüyalar iyelik eki üzerine
temelleniyor; sahip olunanlar hülyalarda, elde edilemeyenler kâbuslarda doğuyor.

‘Zamana meydan okur notalar, Loreena da notalara!’ An’ı en iyi yaşamak şimdi
tek amaç! Hedonizmin bayrağı işte gönderdeki! Zaman artık sebil, vasiyet
edilecek ne bir anı var geride, ne de mezar taşlarına yazılabilecek bir
dilek ki Fatiha’larca tütsü olsun ruhlara.

‘Komünikasyon’ yani ‘iletişim’; İngilizcesinde kök ‘commune’ dür, yani
‘toplu(m)’. İnsanoğlu iletişime ve de hatta en genel anlamıyla dile neden
ihtiyaç duyar ki o zaman? Bir olmadığı için, Âdem’in dahi hayatında bir
Havva’sı olduğu için. Dilin varlığı üzerine sosyal teoriler açıklar; bireyin
içine doğduğu toplum ne denli geniş ve gelişmişse, dil edinimi de o derecede
geniş, gelişmiş ve complex olur diye. Oysa doğaya olan hâkimiyetimiz,
‘insan’ türü olarak nüfusumuz arttıkça, teknoloji bizleri iletişim çağına
sürükledikçe, gerçek olandan daha da uzaklaştık, sanal iletişim bataklığında
‘sosyal bir varlık’ kimliğimizden olduk. Sokakta karşılaştığımız insanlara
selam verme zahmetinden kaçar, başımızı kaldırım taşlarına eğer olduk;
musalladan bir gömlek giymiş kaldırım taşlarına. Aynı evi paylaştığımız
ailemizin, arkadaşlarımızın varlıklarında haberdar olmuyor, yemek
saatlerinde bile odalarımıza kapanıyorken, Facebook’ta çorbacılara girdik,
birbirimize 0 ile 1’lerden oluşan selamlarla vitaminler sunar olduk.

Yeryüzü hepten sahneleşti; miş’li geçmiş zamanlarda kafamıza sokulan
rollerle yaşadık. Evrensel bir paylaşılmışlıkta varlığımızı sürdürmeye
çalışmakla süründüğümüzü fark edemiyoruz hala. Siyasetçiler, yazar, çizerler nutuklarla suflör oluverdi. Yerleşik hayata geçemeyen değerler, güdülen insanlıkla göçebe oldu hep. Savaşanlar ile barışanlar, iyilerle kötüler aynı havayı soludu, aynı sudan içti hep ve aynı dili konuştu çoğunlukla, zıtlıklarla çatallaşırken hayatları ve zülfikarlarla delindi evrene geçirilmiş arsız insanlıktan, karanlık kılıf.

Tinerci, dilenci, ağa, işçi, öğretmen, öğrenci, yazar, yönetmen… Kadın,
erkek, genç, yaşlı… ‘İçimden bir ses…’ i susturdular. Vicdan(içgüdü,
bilinçaltı) göçtü iklimimizden. Hayatlarımıza kullanma kılavuzları
oluşturduk ve son kullanma tarihimizi beklemeye koyulduk.

‘Man have become the tools of their tools.’ Aletlerimize alet oluyoruz.
Gündönümlerinde hala ekran başında reytingcilik oynuyoruz. Arenalarda
boğalar bizimle eğleniyor, yeşil sahalarda meşin yuvarlaklar
bilinçsizleşimizle onlardan oluşumuzu tavaf ediyor, kuklalarımız ipleri
boynumuza doluyor, oynuyor bizimle.

Bir Pinokyo dahi olamıyorken, kader kukla olmaktır demenin ne önemi var ki?

 
Toplam blog
: 22
: 540
Kayıt tarihi
: 25.04.08
 
 

Hayal Bilgisi Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi Yayın Yönetmeni | İngilizce Öğretmeni http://edebi..