Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '14

 
Kategori
Anılar
 

Gül kokusu

Gül kokusu
 

Isparta Gülü


Karayolunun Gönen Ovasını arkada bırakarak tırmandığı rampanın inişe geçtiği yükseltiden, yıllar sonra kenti bir otobüs penceresinden yeniden ilk görüşümdü. Sert görünümlü Orta Torosların yükseltilerinin, kenti hemen güney ucundan sarmalayan keskin çizgili, haşin, görkemli tepelerin görüntüleri arkasında artık görünmez olduğu yer de tam da burasıdır. Sağ tarafta şimdilerde artık çalışmamakta olan lokomotifi gar binası önünde sergilenen buharlı trenin işlediği demiryolu, kara yoluna paralel eski bir geçmişe uzanan yalnız bir çizgi gibi uzayıp gitmektedir. Bütün bir gece süren uzun bir otobüs yolculuğundan sonra karşılaştığım kent sabahın ilk ışıkları altında yıkanır gibiydi. Bir zamanların kokulu, siyah buğulu Dimnit üzümlerinin yetiştiği bağların ve ünlü Isparta Güllerinin derlendiği gül bahçelerinin bulunduğu alanları hoyrat bir iştahayla kemirmiş, son gördüğümden bu yana çok genişlemiş, ama hala çok yeşil olan bir örtü altında sabah mahmurluğundan uyanmaya çalışmaktaydı sanki.

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı geçirdiğim bu kentle bu kadar uzun bir aradan sonra tekrar karşılaşmak kimi zaman ezik, kimi zaman esrik anıları tazelemek; unutulmuş perdeler ardındaki görüntüsüne bile uzaktan dalarak geceler tüketilmiş, şiirler yazılmış, kimbilir şimdi nerelerde yaşlanmakta olan bir ilk sevgiliye kavuşmak gibi bir şeydi. ”Bir el lavanta kokulu bohçalardan eski anıları çıkarmış gibiydi”. Zamanda bir geriye yolculuk gibiydi elli yıl öncesine uzanan. Belleğin uçsuz bucaksız derinliklerinde, sis bulutlarıyla örtülü belirsizlikler içerisinde unutulmaya bırakılmış bir eski zamanın anılarını arada bir, gün yüzüne çıkarmaya çalışmak gibi bir şeydi.

Kentin merkezine doğru yürümeye başladım. Bir zamanların tarihi dokusu ve eski kimliğini koruyarak ona sahiplenen eski görüntü, birkaç çok eski tarihte yapılmış cami, çeşme ve hamama dokunmaktan korkan, geri kalan ne varsa yutan bir tuhaf, bir kimliksiz yapılaşma altında yitip gitmişti.

Geçen hafta sonunu orada yerleşik ve artık çoğu emekliliklerini yaşamakta olan arkadaşlarımızın girişimleriyle Isparta’da geçirdik. Isparta Lisesi’nden mezun olmalarının üzerinden elli yıl, yarım asır geçmiş o günün genç, bu günün orta yaşı çoktan aşmış arkadaşları bir araya geldik. Çekimi çoktan tamamlanmış, arşivlere kaldırılmış bir eski  filmi başa alıp yeniden yıllar sonra tekrar oynatmak gibi bir şeydi. Dile kolay, aradan tam tamına elli upuzun yıl geçmişti.

Aramızdan ayrılıp sonsuzluğa göçenler olmuştu. Bir kaç sağlık sorunu olan arkadaşımız dışında, yaşamın gel gitleri ile ülkenin çeşili yerlerine dağılmış olan hemen herkes gelmişti. Zaman etrafımızdan, avuçlarımızın arasından durdurulamaz, geri döndürülemez bir şekilde akıp geçmişti. Şimdi durmuş, zamanı geri çevirmeye çalışarak ve artık unutulmakta olan bir filmi aynı kadroyla yeniden, yeni baştan canlandırmaya, yaşama tutunmaya çalıştığımız yıllara aynı coşkuyla geri dönmeye çalışan acemi oyuncular gibiydik. Her rengin mavi, her mevsimin bahar, küçük günlük kırılmaların bizim için dünyanın en büyük acıları olduğunu sandığımız günlere geri dönüyorduk.

Oysa sonradan çoğumuz ne kırılmalar, ne acılar yaşayacaktık, yaşamıştık…

Zaman; herkesin üzerinde artık çok belirgin olan izlerini bırakarak geçip gitmişti. Ellerimizi, alınlarımızda ve yüzümüzdeki çizgileri derinleştirip şekillendirerek ve saçlarımızdaki akları çoğaltarak, belirgin bir ağırbaşlılıkla gelmiş, bakışlardaki olgunlukta yavaşlamış kalmış gibiydi. Bir zamanların delikanlıları ve genç kızları olanlar, artık torun sahibi olmuş birer dede ve büyükanneydiler.

Biz genç cumhuriyetin belirgin ideolojisiyle şekillendirilen, biraz romantik, biraz naif ama çokca idealist, öğrenme açlığında bir kuşaktık. Orta öğrenimimizi tamamlamaya çalıştığımız okulumuzun sıralarında göle çalınmış mayalar gibiydik. Belirgin ve yerleşik bir ahlak ve namus anlayışını önceleyen, yurt sevgisiyle coşkun bu kuşağın sonraki yıllarda değişen yurt ve dünya koşullarında, başkalaşan ve yozlaşan değer ölçüleri karşısındaki uyumsuzluğu ve kimi zaman tökezlenmesi, hayal kırıklıkları yaşaması kaçınılmazdı. Öyle de oldu! Ancak hepimiz, öğretilerimize kişisel çıkarlarımız için sırt dönmeyi erdemsizlik kabul eden yüceltici inatçılığımız ile mesleklerimizin birer çalıkuşu olduk. Biz genellikle susması öğütlenen, hatta konuşmanın gerektiği anlarda bile susması öğütlenen, haklı olunan anlarda bile başkaldırmanın ayıp olduğu öğretilen bir kuşaktık. Sonraları bunun acısını hep çekecektik. Öyle ki, kimi zaman bizi şekillendiren, zenginleştiren öğretilerin sahibi olmak tek başına bu acıyı hafifletmeye yetmeyecekti.

Unutulmaz iki gün yaşadık. Kimi zaman geçmişin küçük yaramazlıklarını anarak neşelenip, çokca geçmişle hesaplaşıp hüzünlenerek eski defterleri açtık. Günümüzde yaşanan olumsuzlukları dert etmenin, yaşlanmanın peşisıra sürüklediği olağan değerlendirmelerin sonucu olmayacağı bilinci ve donanımı içindeydik. Bir şeyler yanlış gitmişti. Yoksa geçmişin güzelliklerini arıyor olmak, sadece yaşlanma psikolojisinin getirisi olamazdı. Yeninin içerisinde eskiye özlem duymak, bir yanlışı düzeltmek çabasından kaynaklanıyor olmalıydı. Gelecek için endişeleniyor olmak artık bu yaşta bizim sorunumuz olamazdı zaten. Gene de her şey çok güzeldi... Bizi zenginleştiren, çoğaltan bu birliktelik arasında hüzün, belki de çok sevilen bir şarkıyı artık bir daha birlikte söyleyemeyecek olmanın iteleyici gerçeğine takılıp kalmış gibiydi. Bir daha bir araya gelinir mi bilinmez, gelinirse aramızdan kaç kişi eksilir o da bilinmez, bilinemez…

İki gün sonra yaşanan güzelliklerden memnun, ama çokca buruk olarak ayrılırken, kent havasındaki gül kokusunu bir parfüm şişesi içerisinde tutsak etmiş, çok değişmiş olarak arkada kalıyordu. Oysa dağlar aynı keskinlikte, aynı hoyratlıkta ve aynı görkemdeydiler. Hiç değişmemişlerdi, heybetleri ürkütüyordu.

Zaten dağlar hiç değişmezlerdi…

Akın YAZICI

  

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..