Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Gül Mektuptur, Bahçe Zarf-Haydar Ergülen

Gül Mektuptur, Bahçe Zarf-Haydar Ergülen
 

Ha ydar Ergülen-Zarf


Haydar Ergülen ve Zarf

Gül Mektuptur, Bahçe Zarf

Mine Ömer

Bir zamanlar  önemli bir haberleşme aracıydı mektup. Postacının güler yüzle kapıyı çalıp, sonra da “Postaa” diye ev halkına seslenen güler yüzlü sesine hangimiz sevinçle koşmuyorduk ki? Postacının elindeki o küçük zarf, nasıl da  heyecanlandırırdı ev halkını. Zarfa dokunmak için ablamla  birbirimizle yarışırdık. Postacı da güler yüzüne düşen sevincimize ortak olurdu her zaman. Çok yakın bir dost gibi karşılanır, ayrılırken de yeniden gelmesi için sevinçle uğurlanırdı. Zarf, öyle hemen açılmazdı. Sol üst köşeye gönderici adı yazılmamışsa,  heyecanla ötekinin parmakları arasına kayar, üzerindeki el yazısından kimden geldiği çıkarılmaya çalışılır, sonra itina ile zarf açılırdı. Gurbetten gelen mektubun kokusu o yıllarda dünyanın en pahalı parfümleri ile yarışacak kadar güzeldi.  Uzakları yakın yapan zarfın içinden dağılan, özlem kokusuydu bizi heyecanlandıran. Henüz okula başlamadığım yıllarda mektupların üzerindeki pulların, benim için geldiğinden çok emindim. Çünkü ötekiler yalnızca zarfın içinden çıkan mektupla ilgileniyorlardı. Sağ üst köşedeki renkli ve adına pul denilen küçük resimlere ilgisizdiler. Hatta çocuklara armağan olsun diye zarfın üzerine renkli resimler yapıştırıldığını düşünmüyor değildim. Pulun, parayı temsil ettiğini o yıllarda henüz öğrenmemiştim. Böyle olunca da mektubu gönderenle aramda çok sıcak bir bağ kuruyordum. Zarf açıldıktan sonra sehpanın üzerine bırakılıyor ve mektup, heyecanla okunuyordu.  Zarf,  taşıdığı onca güzel duygu ve özlemi evimize ulaştırmanın mutluluğuyla, uzun yolculuğunun yorgunluğunu unutuyor , sessizce bizi izliyordu.  Mektup okunurken yanına yaklaşır, pulunu üzerinden çekip alırdım. Zarfı bütünleyen, onu zenginleştiren puldan ayrılması şart mıydı? Bazen inat ediyor, zarftan ayrılmıyordu pul. Onun da çaresi vardı. Makasla kesip ayırıyordum zarftan pulu. O zaman zarfın ihtişamı sarsılıyordu ama mütevazı görünüşünden pek de bir şey kaybetmiyordu. Annem, mektubu okuyup, bitirdikten  sonra katlar  ve zarfın içinde saklardı. Pullarsa defterimde her gün daha da çoğalıyordu. Akşam yemeğinden sonra aile fertleri toplanınca mektup,  bir kez daha okunurdu.  Oyuncaklar halının üzerine terk edilir, nefesler tutulur ve gurbetten gelen mektubun her satırı yine aynı özlemle dinlenirdi. Son cümleye hatta son sözcüğe kadar merakla, sessizce  dinlerdik. Mektup bitince özenle katlanır ve zarfa konurdu.  Öyle anlarda sevinç ve özlem karışımı duygularla yüklenirdik.  Gelen her mektup, uzaklara karşı daha bir merak uyandırırdı içimde. Ufkun ötesinden bize özlemi taşıyan  zarfı çekmeceye koyma görevinin tek gönüllüsüydüm. Onu diğerlerinin yanına koyarken, bir gün kendimin de zarf gibi dünyayı dolaşacağımı düşlerdim.

Hayatın anlamını kuvvetlendiren duygulu bir iletişim aracıydı çocukluğumun zarfları… Haydar Ergülen’in “Zarf” isimli şiir kitabını ilk elime aldığımda anılar işte böyle beynimin saklı hücrelerinden çıkıp yeniden şekillendiler. Hâlâ daha o günkü kadar içten gülümsüyordu sözcükler; kaybolan zarflarda, mektuplarda… Ama hayat ne çok değişmişti? Mektubun yerini bilgisayar ve telefonlar aldı.  Artık herkesin cebinde bir cep telefonu bulunuyor.  Dünyanın dört bir tarafına anında sesimizle ulaşabiliyoruz. Oysa mektuplar öyle miydi? Mektup yazarken dış dünyaya kendimizi kapatıp, iç sesimizle yüzleşiyorduk. İçimizdeki biz’le yazıyorduk mektuplarımızı. Şimdilerde iletişim bu duyguların harekete geçmesini engeller gibidir. Cep telefonu ile konuşurken tartışan ne çok insan görüyoruz, her gün sokaklarda. İletişim her an her yerde elimizin altında olunca sanki onu daha hor kullanıyor gibiyiz. Sanki insanlar artık daha bir mekanik daha bir robot havasında…

Haydar Ergülen’in ‘Zarf’ isimli şiir kitabının kapak tasarımı işte anılardaki  o zarflar ve  o eski yıllar kadar içten. Kapağın sade tasarımı ve içindekini imliyor olmasından daha güzel ne olabilirdi?  Kitap kapağına ancak bir çocuğun çizebileceği kadar naif bir zarf yerleştirildi. Çizgiler öyle muntazam değil. Çizen bir çocuk olunca duygularını saklamaz ve mektubunu içine koyacağı zarfın üzerine kalp çizmeyi de ihmal etmez değil mi? Haydar Ergülen’in ‘Zarf’  isimli kitabının kapağına da zarf ve zarfın üzerine de  kalp çizilmiş. Kalbin kökü de var. Öyle bir sevgi iletiliyor ki bu zarftan naif, tertemiz ve ancak çocukların sevgisi kadar hiçbir hile karıştırılmamış, içten ve bitmeyecek bir sevgi. Belli ki bu zarftan sevgiyle yoğrulan bir im’dir kalpten  okura ulaşan. Ön kapakta üstte iki dize hemen dikkatimi çekiyor.”Bazı mektuplarsa boş yere ’zarf edilir’/aşklar ‘sarf edildikten’ sonra, / kelimeler toplanıp ‘zarf edilirse’ / o mektup ne yazar ki?” Bu dizelerden yola çıkarak anlıyorum ki Haydar Ergülen’in ‘Zarf’ isimli şiir kitabından okuyacaklarımız; sevgi, dostluk, kardeşlik ve aşka dair dizeler. Mektuplar da çoğunlukla bunun için yazılmıyor muydu? Bu dizelerin bir şairin mektup için söyleyeceği en toplam dizeler olduğuna karar verdikten sonra kitabın arka kapağına bakıyorum. Kitap kapakları ile haşır neşir olmak sanırım her okuyucunun ilk yaptığı iştir. Ben de her defasında öyle yapıyorum. Arka kapakta da yine bir çocuğun el yazısından kesitler yer alıyor.  Çocukların  el yazılarında hep bir içtenlik vardır. Harflerin kıvrımları bile o içtenliği imliyor. Daha da seviyorum kitabı hem de okumadan…  Ön kapaktaki zarfın bir bölümü burada da yer alıyor. Zarftaki kalp burada daha  belirgin ve  tüm dünya çocuklarının kalbi bu zarftan hareketleniyor gibi… Arka kapaktaki  zarfın üzerinde  ‘Açık Cümle’ isimli   şiir yer alıyor. ‘Açık Cümle’ şiiri zarfa yüklediklerimizi anlatıyor. ”Bazen hiçbir şey çıkmaz zarftan/ hiçbir cümle doldurmaz bir mektubu/ ne günışığı sızar ne akşama ermenin saadeti/ kapalı bir yara gibi gezer öyle mektuplar/ kim açsa, kim dokunsa eli yanar/ bazen sözler boşa gider/ bazen bir cümleden mektup yanar.”  Mektubu katlayıp zarfa koyduktan sonra zarf da mektuba dahil oluyor. Ve zarfın içinden çıkan mektup kadar yazılanlardan artık zarf da sorumludur. Çünkü yalnızca zarf değildir artık. Mektubun bir parçası haline dönüşmüştür. Mektubu taşıyan, tamamlayandır. Artık mektuptan sorumludur zarf. Öyle mektuplar vardır ki onlarda yazılanlar önemsizdir ve çabuk unutulurlar. Hatta bunlar kısa not halinde ya da tamamen günlük işlerle ilgilidir. Bu mektuplar günışığıyla, akşamın mutluluğundan, ya da yaşamın ne kadar da şiir duruşlu oluşundan hiç söz etmezler. Onlar yalnızca iletişim için yazılan ruhsuz mektuplardır. Yazanın acılarını, hüzünlerini kaleme aldığı mektuplarsa okuyanı acıya sürükler. Zarf, kapalı bir acıyı saklar sözcüklerin dizilişinde. Mektubu okudukça o kapalı yara her cümle ile daha da açılıp bizim kalbimize geçişini tamamlar. Ötekinin duyguları ile özdeşleşip mektubu yazanın ruhunu ruhumuza dayarız. Kim bilir belki de bu etkilenmeyle aynı duygularla biz de mektup yazarız ve karşılıklı yazışmalar sürer gider. Bazen de mektubu gönderenin duyguları mektubu okuyan tarafından net anlaşılmaz. O zaman mektubu yazan daha da mutsuzlaşır. Çünkü yazdıkları boşa gitmiştir. Anlaşılmamıştır. Sorun her ne ise yine sorun olmaya devam etmektedir. Tam aksi de olabilir. Tek bir cümleden bütün yazılanlar, yazanın içtenliği unutulur, yadırganır ve mektup yırtılır, atılır. Çünkü mektubu alan aynı duyarlılığı göstermeyebilir.

Haydar Ergülen kitabının arka kapağına koyduğu   “Açık Cümle” şiiriyle sese önem veren şiir yazdığını da okuyucuya hemen fark ettiriyor. Onun şiirlerini sevmemin nedenlerinden bir tanesi de şiirlerinde kullandığı estetik sestir. Bu şiirde de dizelere estetik sesi ‘a’ harfi ile sağlıyor. Onun dizeleri kolay okunsa da öyle sıradan dizeler değil. “Ne günışığı sızar ne akşama ermenin saadeti” Mektubu düşündüğümüzde gün ışığı ya da akşamın mutluluğunu gerçek anlamıyla taşımaz ama o hisleri sözcüklere yükleyerek okuyana hissettirebiliriz.  Şair de bunu yapıyor.  Şiir dilinin olanaklarından yararlanıyor. “Kim açsa, kim dokunsa eli yanar” Sözcükleri gerçek anlamıyla kullanmıyor ve mecaza yöneliyor. “Bazen bir cümleden mektup yanar” diyerek son dizeyi de yine mecazla bitiriyor.

Çocukluk yıllarımdaki günlerimde kalarak, Larnaka’daki evimizin oturma odasındaki hüzün kokan zarfların ağırlığını, sevinçli haberlerin neşesini hissederek, ilk sayfayı açıyorum. Haydar Ergülen: Nar’ın babası… Ne güzeldir bir babanın kitabının ilk sayfasında kızıyla birlikte yan yana durması. Kitap daha da sıcak bir havayla duruyor şimdi elimde. Savaşta ölen babama uzun zamandır mektup yazmayı düşlüyor, bir türlü zaman ayıramıyordum. Birden boğazıma oturuyor simsiyah, o  eski anılar. Ama aceleyle kendimden uzaklaşıyorum. Çünkü sayfalarca (mektup)  şiir var okuyacağım elimdeki ‘ZARF’ta . Kapak tasarımı Melis Rozental’a ait olan kitap, Kırmızı Kedi yayınlarından çıktı. Birinci bölüm Zarf  yetmiş üç kısa, ikinci bölüm Mazruf  ise on uzun şiirden oluşuyor.

Kitabın ilk şiirinin ismi “Mektup Neresi.” İlk şiirleri hep önemserim.”Bir zarf açılınca/ içi açılıyorsa kelimelerin/ mektup odur/ Bir zarf kapanınca/ dışarıda kalıyorsa bazı kelimeler/ mektup odur/ Bir zarf daha uzağa gitmeye hazırlanıyorsa/ geride kalan mektuptur/ kimseye göndermeyin onu/ biraz önce yazdığınız mektubu/ size gelmiş gibi okuyun:/ Mektup yerini bulmuştur.” Mektup, şiir diliyle ancak bu kadar güzel anlatabilirdi. Bu şiiri tekrar tekrar okuyorum. Ve sanırım artık belleğimde. Hepimiz onlarca, yüzlerce mektup okuduk. Ama hiçbirimiz Haydar Ergülen’in dizeleriyle düşünmemiştik mektubu. Şiir dili öyle kolay kazanılan bir dil değildir. Öncelikle okyanus kadar kocaman kalbi olacak şairin. Biriktirdiği sevgileri içine alacak kadar kocaman. Yıllardır bunu biriktiriyor Haydar Ergülen. Sevgi biriktiriyor, şiir biriktiriyor. Bu yüzden de sağlam dizelerle yazıyor şiirlerini. “Bir zarf açılınca içi açılıyorsa kelimelerin mektup odur” Hem şiirselliği yakalıyor hem de söylemek istediklerini bir çırpıda söyleyebiliyor. Benzetme, eğretileme ve mecazlarla çarpıcı bir söylemle mektubun açılımını yapıyor. Kimsenin söylemediği bir dille okuyoruz ‘Mektup Neresi’ şiirini.” Kalıyorsa, odur, hazırlanıyorsa, okuyun, bulmuştur” sözcükleri ile önerdiği anlamı, kararlı ve kesin bir biçimde ifade ediyor. Şiirin son dizesi “Mektup yerini bulmuştur” da  ise artık önermelerin yerini kesin yargı alıyor. “Bulmuştur” sözcüğü şimdiki zamana kadar uzayan bir sözcük. Zarfı açılan bazı mektupların yolculuğu sona erdiğinde okunma süreçleri sona ermiyor. Yıllarca evin bir köşesinde saklanan ne çok mektup vardır. Onları zaman zaman durdukları çekmeceden çıkarır ve okuruz. Haydar Ergülen’in ‘Zarf’ı da okundukça daha da gençleşen şiirlerden oluşuyor. Kitabın adı ‘Zarf’, kitabın ilk şiiri de ‘Mektup Neresi’ olunca onu izleyen ikinci şiirin adının  pulla ilgili olmasından daha doğal ne olabilir? Zarf, mektup ve pul ilişkisinin üçünün bir arada olunca önemli olduğunu daha da vurgulamak istiyor şair. Birini ötekinden ayrı düşünemiyor. Ve kitaptaki ikinci şiir  “Pul Çocuk.”adını taşıyor. “Eski mektuplarınızı atmayın/ kâğıttan uçak yapın/ Çocukluğunuza gönderin onları” Bu dizelerdeki hüzün, eski yıllara özlem ve geriye dönüşün olanaksızlığını imliyor. Ama yalnızca eskiye özlem ve hüzün anlatılmıyor bu dizelerde. Yaşamın devam ettiğini ve bir zamanlar kağıttan uçakları yapan çocukların yine aynı güzelliklerle yaşamı o yıllardaki kadar mutluluğa çevirebilme becerisine de sahip olduklarını imliyor. “Eski çocukları atmayın/ pul yapın onları/ mektubun kıymetini bilen bir pul”  Çocukluktaki bizi yakalamanın en güzel imi de hâlâ o günlerden bir şeyler kaldıysa us’umuzda ve hâlâ değer veriyorsak anılara çocukluğumuz zaten bizimledir. Onu hiç eskitmemişizdir. ”Adresiniz yanlış olsa da/ döner gelir sizi bulur” Saf, temiz duygularımızı  koruduğumuz sürece çocukluğumuz asla bizi terk etmez.  İçimizdeki çocuğu koruyan tenimiz eskidikçe, ruhumuzu eskitmeyen o çocuk nereye gitsek bizimledir. “Pul Çocuk” Şiirinin ilk kıtası üç dize,  ikinci kıtası da beş dizeden oluşan kısa bir şiir. “Mektubun kıymetini bilen pul” dizesiyle pula insana ait özellik yüklenerek teşhis sanatından yararlanılıyor. Şair emir kipi de kullanıyor. ’Atmayın’, yapın’gibi. Şiirin ilk kıtasının ilk dizesi “Eski mektuplarınızı atmayın”  ikinci kıtanın da ilk dizesi benzerlik taşıyor. “ Eski çocukları atmayın.” Kitabın ilk şiiri ile ikinci şiiri arasında benzerlik sadece mektup, zarf ilişkisinden ibaret değildir. Her iki şiirde de son dizelerin ‘Bulur‘ sözcüğü ile sonlaması da dikkat çekicidir. İnsanın dış görünümü değişse de içimizdeki çocuğu özenle koruyabilirsek eskilerden bu zamanlara taşıyabildiğimiz en güzel yanımızdır içimizdeki çocuğun bize okutturduğu satırlar. Bu satırların mektubunu taşıyansa mutlaka kendi özümüzdür.  Öz’ün değişmemesidir insan olmak. İlk şiirde de (Mektup Neresi) bu vurgulanıyor.  İnsanın kendi özünü okuyabildiği sürece yaşamak daha anlamlıdır. Yeter ki örüldüğümüz yaşam bağlarının düğümlerini çözmeyi öğrenebilelim. Zıtlıklar dünyasında kendi içimizde bu zıtlıkları yaşamadan o çocuksu, naif halimizle duruşumuzu içimizdeki çocuğu öldürmeden hayatı sevebilelim. Belki de yüzleşmedir bunun öteki adı. Mektuplara yazamadıklarımız, bizde kalan öz’ü okuyabilmektir kendimizin mektubu.

Kitaptaki şiirlerin biçimi, dizelerin yerleştirilişi şiirlerdeki duygular kadar hareketlidir. Her sayfada  şiirlerin  temasıyla uyumlu  bir diziliş var.  On üç dizeden oluşan kıtadan sonra tek dize ile biten şiirler olduğu gibi tek kıtadan oluşan şiirler de var. Şair, dörtlüklerle de sesleniyor zaman zaman okuyucusuna. Biçimde bir monotonluk söz konusu değildir. Tıpkı mektuplarımız kadar samimi bir dille yazdığı şiirlerini biçimiyle de kaynaştırıyor  Haydar Ergülen. “Hasbelkader Ada Mektubu”  kıtalardan  oluşan uzun bir şiir. Ada, mektup ve pul üçü bir araya gelince, uzaklar özlemi daha çok çoğaltıyor şaire. Cümle denizinde yüzerek yazarken şiirlerini özleme  kulaç atardı şiiri. Dize dize yaklaşırdı karaya, uzun daha uzun bir şiirin basamaklarında. ‘Bu Mektubun Zarfı’ isimli şiirinin biçimine baktığımızda ise iki kıtadan oluşuyor.  İlk üç dizede kafiyeler dikkat çekiyor. “Adadan bu kez üç kişi olarak ayrıldım/ ikisine uğurlandım birine kaldım/ Gürkan Doğan’dan bir şiir aldım:” Geleneksel bir havayla başlayan şiir, alıntılarla bir odanın penceresinden mektup yolu gözleyen ufka bakan, bütün insanları içine alıyor. Bir çok insan  mektup yazmak istiyor ama bunu sözcüklere döküp gönderemiyor. Belki de bu şiir onlara adanmış hem görsel hem de aradaki o incecik tül perde hafifliğindeki ayrılıklara göndermedir.  Bir mektup, bazen kalın ve ağır ayrılıkların bitişidir. Sözcükler iyiye, güzele başlangıçların özüdür. Bu şiirde geleneğe de yer veriyor, görselliğe de sese de. Kitabın yüz on dördüncü sayfasındaki bu şiir, pencerede kenara çekilmiş bir tül  perde görünümünde. Şair temaya uygun bir görsellik de katıyor “Bu Mektubun Zarfı” şiirine.

Bu Mektubun Zarfı

 

Adadan bu kez üç kişi olarak ayrıldım

 

İksine uğurlandım birine kaldım

 

Gürkan Doğan’dan bir şiir aldım:

 

“Yola kaçan top

 

Savurduğum mandalinler

 

Sofradaki suskunluktu

 

Dışarıdan geçen gemi

 

Dirhemle tartılıyor

 

Yeni zamanda

 

Yolculuklar

 

 

Çekilen deniz sonrasında

 

Gözden düşen dalgakıran

 

Bu yaz bize gel, diyor

 

Zarif bir hevenk yaparız

 

Mevsimlik oyunlardan”

 

İki de dize almayı unutmadım

 

“Perdeler, canım

 

Önce söze iner”

 

Kalpten gözden gönülden

 

Sözden kalksa perdeler de

 

Tülden olsa bütün ağırlığımız

 

Yorgunluğumuz, adamız

 

Diye ekledim sonra da

 

“tül ada pul ada

 

Maviye virgül ada

 

Zarfın içine koysam

 

Sığar bu gönül ada”

 

Diye içine yazdım

 

Bu mektubu içimden

 

Pelin Bengisu’ya yolladım.

(Haydar Ergülen- Zarf, S:114)

Günümüz şiirinin usta şairlerinden Haydar Ergülen  dizelerinde yan yana getirdiği sözcüklerde oldukça seçicidir. Söz sanatlarının inceliklerinden yararlanır, herkesten farklı kurar şiirlerini. Zor şiirler yazmasına rağmen şiir dilinin kolay anlaşılmasına titizlik gösteriyor. Onun şiirlerinde monotonluğa yer yoktur. Şiirlerindeki estetik sese önem veriyor.  Kalemini rahatlıkla düşünceleri ile söz sanatları ile bütünleştirerek  şiirleştiriyor. Bu da şiirini zengin ve  farklı  kılıyor.

Hisli Mektuplar”ı yazarken “Lütfen hislerimle alay etmeyin,/zira her mektup can kırıklarıyla doludur.”  Cam yerine, can kırıkları diyerek eğretilemeyle şiirini vurucu bir dizeyle sonlandıran Haydar Ergülen’in şiirlerinde kullandığı dil, okuyucuyla arasındaki bağı güçlendiren bir dildir. Günümüzde bu dili kurabilen çok az şair vardır …”Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır./Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda./Yürek kirpiklerin ucunda /uzayıp giden toprak uğurlanır./ Benim bağırasım gelir : — «P î r â y e /P î r â y e !...» — diye...”Nazım Hikmet ise gelmeyen mektubu avucunda buruşturup bağırmak isterken sözcüklerin olmadığı ortamların ne kadar can yakıcı olduğunu bize hissettiriyor. Sözcükleri yan yana getiren kağıt, adına mektup denilen yazı, mektubu taşıyan zarf, gideceği yönü belirleyen pul. Tek tek önemsiz gibi gözükseler de hepsi bir arada olunca , gözünde tütüyor bir mahpusun. Sevgilinin gözleri olur özlenen mektuplar. Nâzım Hikmet’in  kalbini yırtar, gelmeyen mektuplar. Nâzım Hikmet’i ve Haydar Ergülen’i aynı duygusallıkta buluşturan mektuplar can kırıklarıyla dolu olabiliyor ya da gelme süresi uzadıkça dayanma gücü bırakmıyor bekleyende.

“Ne kaptan ne derya bir postacıyım/ şiir veririm, mektup alırım” Haydar Ergülen  yazdığı şiirlerle, sevgi dünyasını çoğaltarak kurar. Biraz Yunus biraz Mevlâna’dır kalbi. Şiir dilini duruşuyla bütünleştirir. ”Çingene ki en güzelidir şiirlerin” dizesiyle tüm insanları kucaklayan ruhunu sözcük deryasına serperek şiirini yazar.  Bütün renkleri aynı anda giyinir gibi bütün dilleri aynı anda sever gibi bütün güzel sözcükleri aynı anda söyler gibi olmak için yazmalı, der gibi şiirleri.

“Kardeşlik yazıyorsa bir zarfın üstünde/ adresi bellidir, Türkiye’dir/ halkın el yazısı güzelleştirir alın yazısını da / çünkü kardeşim diye başlayan mektup/ ölüme değil, hayata gönderilir…” Haydar Ergülen ‘in kardeşliği imleyen bu dizeleri birbirimizle iletişimin ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. İnsanların birbirlerine sunacakları dostluğun da alın yazımızı, geleceğimizi belirleyeceğini anlatır.  Bu kısa şiirde özne kardeşlik gibi gözükse de aslında mektuptur. Mektubun hayatımızdaki önemli yeri vurgulanmak isteniyor. Çünkü biz mektupları öldükten sonra değil yaşarken gönderebiliriz. Mektup burada iletişimin yerine  kullanıldı. Henüz bu hayattayken, yaşarken, birbirimize ‘Kardeşim’ diyebilmeliyiz. Türkiye’de yaşayan herkese kardeşimiz diyebilmeliyiz.  Öyleyse geç kalmadan kardeşim diye başlayan mektuplar yazmalıyız. Sözcüklerdeki sevgidir bizi kardeşliğe dönüştürecek olan. Şairin şiirlerinde kullandığı dil emir içermez. Yalnızca imler. Haydar Ergülen şiirlerini okurken, hayata karşı daha sevgiyle bakmaya örgütleniyoruz.

“Hayallerse mektup açacağı gibidir” , “Pulu da romantiktir”, “Ne yapsak adımıza önceden gönderilmiş bir zarf olarak kapıda zaman”,”Hangi mektubu açsam yalnızlık çıkıyor içinden” ve “Erken açılan mektubun benzi de solar”.  Haydar Ergülen bu ve buna benzer eğretilemeler, benzetmelerle şiirini güçlendiriyor. Çok sade bir şiir okurken dizelere damıtılan söz sanatları okuyucuyu yormuyor. Şiir sever bu dizeleri sayfalarda yalnızlığa terk etmiyor. Kendi ruhuna  aktarıyor okuduklarını. Çünkü kendisiyle bir buluşmadır Haydar Ergülen şiirleri. “Şair dünyaya bir mektup bırakıp gider/ bu yüzden dünyadaki en açık mektuptur şiir” diyen Haydar Ergülen, ‘İyilik Zarftır’ şiirinde de şöyle sesleniyor okuyucusuna.”İyilik zarftır/ kötülüğün mektubu içten/ içe yazılırken/ hangi pul/ bu kötülüğü taşıyabilir/ ve hangi zarfın içi/ bu mektubu kaldırabilir?” Hiçbir zarf yoktur ki kötülüklere dayanıklı olsun. Kötülük ağırdır. Taşınmaz. Taşıyanı da içten içe ezer, siler. Göçebe savaşların yaşandığı dünyamıza dilersek sevgimizi, iyiliğimizi çok daha çabuk, çok daha kalabalık taşıyabiliriz. Çünkü kalabalık sevgilerle kucaklayabiliriz ancak dünyamızı…

Haydar Ergülen’in ‘Zarf’ isimli kitabını okurken sevgiye, dostluğa  yoğunlaştım. Ama kaç tane iyilik, kaç tane dostluk sözcüğü var diye merak edip şiirlere baktığımda bunları doğrudan  bu sözcüklerle aramanın yanlış olduğunu fark ettim. Çünkü sözlüklerdeki anlamlarla değil, yan yana getirdiği sözcüklerin bir arada oluşturduğu zengin çağrışımlarla yazıyor şiirlerini Haydar Ergülen. “Mektup yazar mıydım hiç annem olmasaydı/ şiiri arar mıydım bu dünyada/ eğer anne sıfatında çıkmasaydı karşıma/ görünce anladım, şiir anneymiş/  gerisi zarf ve birkaç süslü söz/ anneler olmasaydı şiir de olmazdı mektup da”

Şiir, yaşam kadar canlıdır ve  en az bizim kadar nefes alır, nefes verir diyoruz . Yukarıdaki kısa şiirde de  bunu gözlemliyoruz. Dili geçmiş zaman, geniş zaman  bir arada olunca tıpkı hayat kadar anlamlı ve devamlılığı olan bir şiir okuduk. Şiir de insanın bir alt kümesidir. İnsani özellikler taşıması da bundandır. Şiirin de öncesi, şimdiki zamanı ve geleceği vardır. Bütün zamanlarda olmasa da birkaç zamanda kurgulandığında o da bizim kadar canlı kanlı ve hayat kokuludur. Şimdilerde bazı şiirlerde mekan da yoktur, zaman da, fiil de. Oysa hareket yaşam kaynaklıdır. Hiçbir şey hareketsiz değildir dünyamızda. Hareketsizlik ve monotonluğun girdiği her ortam  sorunludur… Hareketsiz, durağan olan her şey baştan ölü doğar. Yaşarken kendimiz ve yaşamla aramızda kurduğumuz  o ince dengeyi şiirde de kurabilmeliyiz. “Şiir Annedir” Haydar Ergülen bu kısa şiiriyle, yaşamın özüne götürüyor bizi. Bu kısa yolculukta  hareket var, düşünce var, kıyaslama var, sevgi var, sanat var... Sanat işte bu kadar haşır neşirdir insanla. İç içedir.  Bazen sanat gibi yaşanır yaşam bazen de sanat insan gibi yaşar. Hiç kimse anneler kadar sevgiyle öpüp koklayamaz dünyayı. Sevmek belki de en büyük sanattır. Sevginin çocuklarından biridir sanat. İçimizdeki renklerin özünü, sesini yine kendimiz yaratıyor ve yönetiyoruz. Yaşamı bir anne sıcaklığıyla kucaklayamazsak , yapay dostlukların, yapay mektupların, sahte yüzlerin, iki yüzlü ilişkilerin içerisinde kaybolur gideriz…

Haydar Ergülen şiiri, bizi bizimle yüzleştiriyor, düşündürüyor. Yine bizi bize dönüştürüyor. Kalabalık bir aşka sonra  aşkın ışıltılı bakışlarını kalabalık  sevgilere imliyor.  İnsanı önemseyen, kardeşliği, dostluğu  ve sevgiyi öne çıkaran bu  temalara en yakışan dildi lirik bir dil. Haydar Ergülen de “Zarf “ isimli kitabını lirik bir dille yazarak o eski mektupların o  unutamadığımız sıcaklığını bizimle buluşturuyor. Şiirlerindeki özneler, çoğulu imliyor. Her özne çoğulun ayrılmaz parçasıysa,  küçük küçük sevgilerin toplamı birleştiğinde,  belki de şairlerin özlediği, önerdiği  kocaman bir aşk olacak dünyamız.

Haydar Ergülen’in “Sonsuz Turne” şiirinde bu lirizm doruğa çıkıyor. “İnsan kapalı bir mektup gibi sonsuza gider/ üstünde nice kasabaların, akşamların pulu/ bu postacı başka, mektubuyla birlikte alır insanı/ aynı adrese götürür/ aynı soğuk mührün vurulduğu/ zarflar üst üste/ ruhlar sessizlik gömleğinde/  ne gecikir ne postada kaybolur insan/ bir mektuptur dönüşsüz ve yalnız ve sonsuz turnede” Bu kısa şiirin her dizesinde  lirizm ve duygu  göze çarpıyor. “İnsan kapalı bir mektup gibi sonsuza gider” Bu dizeyle ölüm vurgulanıyor. Eğretileme sanatından yararlanarak kimsenin söylemediği bir dille ölüme vurgu yapıyor Haydar Ergülen.  Şair şiirini şöyle sonlandırıyor. “bir mektuptur dönüşsüz ve yalnız ve sonsuz turnede” Yine söz sanatlarından (eğretileme) yararlanarak insanı bu kez mektuba benzetiyor. Mektup bir simgedir ve insanın yerine kullanıyor. Tıpkı bir mektubun ilk sözcükleri gibi doğar,  sonra doğumla ölüm arasında  yaşar,  sonra da ölürüz mektubun son durağındaki gibi. Mektup, üzerinde yazılı adrese vardıktan, okunduktan sonra görevini tamamlamıştır. Yaşam da bir mektup görevi gibidir insana. Doğar, yaşarken de dünyaya katkıda bulunmak için çabalar, sonra da ölür. Mektubun bir yerden bir yere gidişi kadar kısa sürelidir yaşam. Ama biz bunu sonsuza dek yaşayacakmış gibi düşünüyoruz. Ve kendi hırslarımıza yenilerek yalnızca kendimiz için yaşamaya çalışıyoruz.  İnsanların dünyadaki yaşamı şaire göre bir turne ki o turnelerin de uzaması mümkün değildir. Varılan yerde dönüşü olmayan bir sonla her şey biter. Biz insanlar içimizi okutturmuyoruz kimselere. Sevgimizi  az paylaşarak, sevgi cimriliği yaparak,  içimizi daraltarak sonsuz turneye bizden öncekiler kadar yalnız  ve kapalı gidiyoruz. Kendi iç mektuplarımızı okutmadan.

Hepimiz bu sonsuz turnenin yolcularıyız. Kendi yalnızlıklarımızı kalabalık sevgilere, kardeşliğe dönüştürerek bu yolculuğa çıkmak en güzeli değil midir? Haydar Ergülen ‘in “Eski/Yeni Mektup” şiirinde de yazdığı gibi ”Mektup gönderilir gönderilmez/ eskiyen şeye denir/ eskimesin diye belki de/ göndermemek gerekir…” Biz de içimizin mektuplarını  eskimesin diye kimselere göndermeyelim ama yaptıklarımızla, duruşumuzla en güzel mektupları birbirimize verelim.

Zarf; yaşamın dış görünüşü-dünyamız, mektuplar; insanların duyguları, düşündükleri, hissettikleri, pulsa; dünyamızı yöneten ekonomi. Her şey günümüzde bu üçü arasında dolaşıp duruyor. Borsalarda, karaborsalarda can kırıkları çoğalıyor…

 *“Gül Mektuptur, Bahçe Zarf”Haydar Ergülen’in Zarf isimli şiir kitabındaki “Küçük Gül Abla”şiirinin ilk dizesi

 

 

 

 
Toplam blog
: 56
: 504
Kayıt tarihi
: 05.10.09
 
 

Mine Ömer; Larnaka, Kıbrıs doğumludur. Kıbrıs Bayrak Radyosu'nda memur olarak çalıştı. Haber ..