Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kuşkayası (Turgut Erbek)

http://blog.milliyet.com.tr/kuskayasi

21 Ekim '06

 
Kategori
Aile
 

Gülbeyaz hala

Gülbeyaz hala
 

Resim: Murat Külcüoğlu


Gülbeyaz, halamın adı. Ama adına aldanıp sütbeyazı bir kadın zannetmeyin. Rengi de bahtı gibi kara mı kara. Hem de kömür karası... Belki bahtı aydınlık olur diye koymuşlar o adı. Ne baht ama! Hiç çocuğu olmamış zavallının... Yaşlı kocasıyla bir dama kapanıp kalmışlar. Ekeni, biçeni, eve beş kuruş getireni yok. Yıllardır görmüyorum. Nasıl göreceğim ki! Ben oralara gidemiyorum, o da buralara gelemiyor. En son gittiğimde yaşmağını ağzından açıp, susuzluğunu gidermek istercesine kana kana öptü, bağrına basıp sarıldı... Babamın kokusunu alırım umuduyla kokladım...

Dedemin hayatta kalan son çocuğu, babamın kutsal emaneti...

Nasırlı elleriyle yüzünü yalayan gözyaşlarını silip, bir çocuğu sever gibi kırlaşmış saçlarımı okşadı. Çabuk yaşlandığımı düşünerek üzüldüğü belliydi. Ben onun gözünde hâlâ o yazamaz çocuktum. Ellerini sıkıca kavradım ve zeytin karası gözlerine bakıp, gözbebeklerinde kendimi görerek gülümsedim...

Yemek yapma telaşına düşüşü gözümün önünden bir türlü gitmiyor. Çaresizliğin verdiği üzüntü gözlerinden okunuyordu. Beslediği tavuklardan bir tanesini tutup getirerek kesmemi söyledi. Ne kadar direndiysem de dinletemedim. "Sana başka ne pişirebilirim oğul, tavuklarımdan ve yumurtalarımdan başka neyim var. Israr etme küserim," değince kesmek zorunda kaldım. Tek geçim kaynağı tavuklarıydı. Otuza yakın tavuğu, on beş tane kazı vardı. Şekerini, çayını, sabununu, kısacası kendine gerekli olan her şeyi sattığı yumurtalarla karşılıyordu...

Evinde telefon olmadığı için komşusunu arayıp oraya çağırttım. Telefonu kulağına tutup sesimi tanır tanımaz ağlamaya başladı. "Ocağımızı söndürdüler hala gurban. Menim tavuklarımda ve gazlarımda hastalık yoğudu. Hastalığı duyduktan sonra onları dışarı bile salmadım. Hepsini torbalara doldurup, diri diri gömdüler oğul... Öyle yapacaklarını bilseydim, vermeden önce hepsini keserdim. Torbanın içinden gelen çığırtıları hâlâ gulaklarımda..." Gerisini getiremedi... Beynim karıncalandı, yüreğimin bamteli koptu...

Yüzyıllar önce Ortaasya’dan at sırtında, heybede gelen kümes hayvanlarının soyunu birkaç günde kuruttular... Çilli, paçalı tavuklar, başını dik tutup mağrur adımlarla yürüyen, yürürken doğadaki bütün renkleri tüylerinde barındıran horozların soyu tükendi. Bundan sonra köy evleri karıncaların, çekirgelerin, yılanların, akreplerin ve kertenkelelerin istilasına uğrayacak. Köy kadınları kaz tüyünden yastık yapamayacaklar artık. Yumurta ve beyaz et yiyemeyen çocuklar, bundan sonra sağlıklı beslenemeyecekler...

Horozların sesini duymayan güneş, Çoban deresinden yükselip Angutyuvası’nın döşünü nasıl ağartacak? Horoz seslerinin duyulmadığı bir köy neye benzeyecek bilmiyorum.

Ortalık yatışıp Kuş Gribi unutulunca, fabrika civcivlerini köylülere kaça satacaklar acaba? O civcivler Doğu Anadolu’nun sert iklimine uyum sağlayacak mı? Yüzde birinin bile yaşayacağını sanmıyorum.

Gülbeyaz Halam yeterli tavuk ve kaz sayısına ulaşmak için, yüzlercesini satın alamayacağına göre ne yapacak, nasıl geçinecek efendiler?

(Not: Bu yazı 2005 yılının Kasım ayında Kars Haber Gazetesi'ndeki köşemde yayımlanmıştır)

 
Toplam blog
: 72
: 1492
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Edebiyata ortaokul yıllarında şiirle merhaba dedim. O yıllarda şiirlerim ve yazılarım yöresel gezete..