Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '10

 
Kategori
Evcil Hayvanlar
 

Güle Güle Lisa

Güle Güle Lisa
 

Güle güle


Güle Güle Lisa

— Eriiiiinç! Akşam vakti yine nereye kayboldunuz? Tam bu vakitlerde iki ayağımızı bir pabuca soktuğunuzu bilmiyor musunuz? Aha burama geldi artık.

— Offf! Tamam anne.

— Oğlum tutuversene işlerin ucundan. Akşam vakti işlerimiz yoğunlaşıyor. Her akşam aynı lafları işitiyorsunuz?

— Ama babaaa…..

— İdil, sen cevap verme. Biraz yardımınız dokunsa olmaz mı?

— Baba İdil hep oturuyor ama?

— İdil’in yapacağı işler ayrı seninki ayrı. İdil, tavukların yemini verdin mi? Kümesin kapısı kapatılacak.

— Bıktım valla bu hayattan. Erinç oğlum köpeklerin ekmekleri doğranacak daha.

— Hav, hav. Hav!…

— Hadi Paşa arka tarafa. Lisa sen de gel kızım.(Lisa bu arada oradan uzaklaşır.) Of Lisa! Bıktım senin yaramazlıklarından. Yakala şunu İdil.

— Tamam baba!

Lisa zincirle bağlı olarak, Paşa da tıpış tıpış yürüyerek evin arka tarafına giderler. Zaten akşam vakti arka bahçeye yöneldim mi Paşa hemen arkama takılır. Bilir ki yemek zamanı gelmiştir. Lisa öyle mi? O tam bir Özgür kız, Küçük Karabalık. Gidecek, gezecek, kimse ona karışmayacak. Canı istediği zaman gelecek yemeğini yiyecek. Oldu efendim. Benim de canım öyle istiyor ama… Ancak, anneliğine bir şey diyemem. Paşa da tam bir ana kuzusu. Erinç ağabeyleri yemek taslarına doğradığı ekmeklerin üzerine kemikleri koyar. Sonra da onları çağırır. Paşa hemen kendi tasına şöyle bir sunar hemen sonra annesininkine sarkar. Zavallı kızım da kenara çekilir onun kendi yemek kâsesine dönmesini bekler. Bir kere olsun yemeğini oğlundan kıskanmamıştır. Paşa da kâsedeki kemiklerden birini alır kenara çekilir. Beraber yemeklerini yerler.

O akşam da (15 Haziran 2010) yemeklerini yazının girişindeki diyalogların benzerini yaşayarak verdik. Ama Lisa; yaramaz, dik kafalı, kendi bildiğini okuyan, aynı zamanda korkak (Fırtınalı ve şimşekli havalardan pek korkar. Hemen yanımıza gelir. Sırtını birimizin bir yerine dayar öylece bekler.) budala köpek sen demir kapının aralığında çık, gel. Biz de yemek yiyoruz ön bahçede. Yanıma geldi. Eski günlerdeki gibi elimden yemeğini, pilavını avucumdan yedi. Hanım: “Özlemiş demek eski günleri.” dedi. Sesini çıkarmadı nedense. Başka zaman olsa “Bunları sen şımartıyorsun Hakkı.” der, başımın etini yerdi. O gün sesini çıkarmadı işte. Ben de Erinç’e kıyamadım, yemeğin ortasında arka bahçeye götürmesini istemedim. Kendim de tembellik ettim. Neyse, o akşam hep beraber yemeğimizi yedik. Paşa da gelmemişti yanımıza. Yoksa annesinin çıktığı aralıktan koca dötünü sıkıştırarak o da geçer yanımıza gelir, “ona verme bana ver; onu sevme beni sev” dercesine Lisa’nın önüne önüne geçerdi

Ben içeri girmiştim. Dışarı çıktığımda Lisa yoktu. İdil “Siteye doğru koştu birden baba” dedi. Önemsemedim. Nasılsa geri geliyordu. Aradan epey bir zaman geçmişti. O, hala yoktu..

— Yahu Raziye bu köpek nereye gider?

— Kaybolan çocuklar gibi. Şimdi şurada oynarken birden kayboluverirler ya öyle bir şey Hakkı… Nereye gittiyse döner gelir.

— Baba, Toni de buralarda geziniyordu, dedi İdil.

Lisa çiftleşme döneminden yeni çıkmıştı. Toni akşamüzeri gelmiş, Lisa’ya kur yapmıştı. Lisa da ona kızmıştı. Ben yine de onun bu davranışına pek güvenmemiştim. Cinselliğini bu kadar rahat yaşayan bizim Özgür Kız’ın aklına bir şeyler gelmiş olabilirdi. “Eyvah!” dedim kendi kendime. “Yeniden torun sahibi olacağız.” Toni de buz rengi derin, mavi gözleriyle asil bir Sibirya Kurdu. Sahibi Mustafa ağabey 70 yaşından sonra onun yüzünden karakollarda gece yarılarına kadar sürünmüş. Sonra kendi kendime “Yok canım Toni Sibirya kurdu. Kendi boydaşlarıyla kur yapar Lisa. Rahmetli Minnoş onun aşkıydı. Ne iri, yakışıklı köpekler Lisa’ya kur yapmıştı da onlara yüz vermemişti. Minnoş kısa boylu bilmem ne cinsi, yüzü tilkiye benzeyen bir köpekti. Pek çirkin bir şeydi. Hâlbuki Kızıl öyle mi? Alımlı bir kurttu. Sırf Lisa yüzünden benden bir sürü azar işitip ona değmeyecek taş yağmuruna tutmama rağmen evin etrafından ayrılmamıştı. En sonunda gelen geçen motorlulara saldırması nedeniyle bağlamak zorunda kalmıştım. Doğal olarak bakmak zorunda da kalmıştım. Böyle bir kurt köpeğine bile yüz vermemişti de gidip Minnoş’a gönlünü vermişti.

Bulunduğumuz yerle şehrin merkezi arasında varoş sayılabilecek bir yerleşim yeri Barış Mahallesi. İdil birkaç kez ekmek almak için oraya gittiğinde peşi sıra Paşa da gitmiş, mahallenin çocukları Paşa’yı almaya çalışmışlar, İdil’le aralarında küçük bir tartışma da çıkmış. Acaba diyorum Lisa da o tarafa doğru gitti, çocuklar onu gördü, bağladılar mı? Öyle olsa ilk özgür kaldığında geri gelir. Daha önce Paşa’yı da yakalamış çocuklar boynunda eski bir urgan koşarak gelivermişti Paşa soluk soluğa.

Gecenin karanlığına doğru ona seslendim:

— Lisaaaa!…..

— Lisaaaa!…..

— Lisaaaa!…..

Sesime yanıt veren yoktu. Yattım. Yattım ama uyumak ne mümkün. Sabahın beşimiydi neydi erkenden kalktım, etrafa bakındım. Lisa yoktu. Birkaç kez “Lisaaaa!.....” diye bağırdımsa da sabahın köründe ne gelen vardı ne giden. Altıya doğru ekmekçim Hasan geldi.

— Hasan Lisa’yı Barış’ta gördün mü?

— Ne oldu Hoca?

— Lisa geceden beri yok da

— Almış olabilirler. Geri gelir merak etme. Barış’ta görmedim.

— Bekleyelim bakalım.

Hasan gittikten sonra yanıma Paşa geldi. Pek masundu:

— Anne yereye gitti Pasam?

— …

—Lisa gelmedi baksana…

— …

— Sen kimin yemeğini yiyeceksin şimdi?

— …

Paşa öylece yüzüme bakıyordu. Canımın sıkıntısından bahçeye indim. Biberler, domatesler susuz kalıştı. Onları suladım. Yeni arıklar açtım. Bazı yerlere su rahat ulaşmıyordu oraları düzelttim. Yoldan yukarı doğru belediyeye ait kepçe, greyder, bir traktörün üzerinde kaynak makineleri ve bir grup işçi geçmişti. “Sitenin olduğu yerde bir problem var herhalde.” dedim kendi kendime.

Bu arada çocuklar uyanmıştı. Herkes önce Lisa’yı soruyordu. Kızım ekmek dolabından bir simit aldı. Bisikletine atladı. “Ben Lisa’yı aramaya gidiyorum.” deyip oradan uzaklaştı. Arkasından Barış’a gitmemesini tembihledim. Çocuk bunlar ne yapacakları belli olmaz. Güney tarafımızda eskiden Caferbey Köyü’ne bağlı olan Trabolu Mahallesi var. Oraya doğru gitmiş. Mustafa ağabeylere uğramış. Dün akşamdan bu yana Toni de gözükmüyormuş ortalıklarda. Dün akşam mahalleden birkaç genç gelip olayı bana anlatmışlardı. Toni’yi bir şey mi ne sokmuş. Can havliyle kaçmış. Asırlık ulu çınarın altındaki arığın içinde yatarken görmüşler. İdil de aşağı yukarı aynı şeyleri anlattı geri döndüğünde. Ben bahçede çalışmaya devam ediyordum.

— Baba hadi mahalleyle gidelim. Bir de oraları arayalım.

— Tamam çocuğum. Elimdeki işi bitireyim, Mustafa amcanlara uğrar onunla birlikte ararız Lisa’yı. Maksadım biraz oyalanmak. Belki geri gelir kim bilir? Hani benimkisi bir umut işte. Barış’a gitsem ne değişecek ki? İşlimi bitirmiş kızımla Lisa’yı aramaya gitmeyi hazırlanırken sabahleyin gecen işçiler geldiler. Bahçeye oturup soğuk bir şeyler istediler.

— Buralarda ne yapıyorsunuz? diye sordum.

— Üst tarafta, jeotermal kuyularının olduğu alanı yeşillendirme çalışmaları yapıyoruz. dediler.

Belediye sıcak su için sondaj çalışmaları yaptırmış verimli sıcak su kaynağına rastlanamayınca kuyuları kapattırmıştı. Kuyuların olduğu yer bayağı tehlikeliydi. 600 metre kadar derine inilmiş, öylece kuyunun ağzı açık bırakılmıştı. Yan tarafındaki atık su havuzuna da köylülerin danaları kaçmış zor kurtulmuştu. Şikâyet üzerine kuyunun ağzına beton dökülüp havuz kepçeyle kapatılmıştı. Demek ora park haline getirilecekti. Ben içeri bardak falan almak için girdim. Dışarı çıktığımda işçilerden biri:

— Hocam şurada yatan köpek ölmüş mü ne? diye sordu.

— Oradaki karartıya bir iki küçük taş attık. Kıpırdanmayınca…

O tarafa baktığımda Lisa öylece yatıyordu. Panikledim. Dudaklarıma işaret parmağımı götürerek susmalarını istedim. Hemen yanına koştum, kaskatıydı. Ağzından renkli sular akmıştı. İşçilere çocukların duymamasını söyledim. Kepçeyle gelmişlerdi. Lisa’nın tasmasını alıp onu aracın kepçesine yerleştirdim. Üzerine de yan taraftan topladığım yalı çırpıyla örttüm. Çocuklar görmeden gömüp kayboldu sansınlar istedim. Bu arada gözerimden yaşlar boşanıyordu. Bu arada Hanımla olayı çocuklara söyleyip söylemeyeceğimizi tartışıyorduk Kolalarını içmişler kalkma vakti gelmişti işçilerin.

"Ağabeyimle içeride televizyon izlerken annemin ve babamın sesini duydum. Hemen dışarı çıktım. Dışarı çıktığımda anneme “Lisa öldü de mi?” diye sordum. Kimse bir şey söylemiyordu. Babam beni alıp Lisa’nın yanına götürdü. Öldüğünü görünce ağlamaya başladım. Babam ve işçi amcalarla Lisa’yı gömmeye gittik. Evden uzakta bir yere gittik ve amcalar kepçeyle bir çukur kazdılar. Lisa’yı bir daha göremeyeceğimi düşünmek beni daha çok üzüyordum. Ağlayarak babamla eve geldik. Evde herkes ağlıyordu. Anneme “lanet 90” diye bir zehir yediğini ve zehrin anında iç organlarına zarar verdiğini söylemişler. Bir sonraki gün bisikletimle Lisa’nın mezarına gittim. Lisa gibi kıpır kıpır bir köpeğe orada öylece yatmasını inanamıyordum. Lisa’nın geri gelmesini istiyordum. Ama gelemeyeceğini biliyordum. Lisa’ya “Hoşça kal!” dedim ve eve geri döndüm."

Ertesi gün de Toni’nin ölüsü bulunmuştu bir ağacın dalına kısılmış vaziyette. Bu iki kafadar zehirli bir şey mi yediler, yılanla oynarken kendilerini mi sokturdular bilinmez. Ancak dün sabah hem alışveriş hem ziyaret için gelen arkadaşım karşıki sitede oturanların site etrafında çoğalan kedilerden kurtulmak için Lisa’nın zehirlendiği tarihlerde etrafa zehirler koyduklarını duyunca şok oldum. Salihli’nin en elitlerinin, en ileri gelenlerinin oturduğu böyle bir sitede gaddarca yola başvurabileceklerin çıkmasına aklım ermiyor.

Bilmiyorlar mı bu tüylü dostlarımız sayesinde bizler sağlıklı bir yaşam sürdürdüğümüzü?Biliyorlar elbet. Biliyorlar da kendilerine dokunan küçük bir zarara tahammülleri yok. Bencillik filizleri içinde boğulmuşlar. İnanlıklarını kaybetmişler işte. Dilerim insanlığın yüz karası böyle caniler sevgisizliğin filizleriyle boğulurlar.

Güle güle Lisa!

Güle güle benim küçük kara böceğim!

Güle güle dünyanın en tatlı annesi!

Güle güle özgür ve de asi kız Lisa.

Sana çok şeyler borçlu olduğumun farkındayım. Kuru bir teşekkürüm var şimdi sana. Lütfen, kabul eder misin?.

Rahat uyu.

 
Toplam blog
: 59
: 912
Kayıt tarihi
: 02.10.08
 
 

1955 Milas doğumluyum. Nüfüs kaydım orada ama "doğduğun yer değil, doyduğun yer" memleketin olurmuş ..