Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '10

 
Kategori
Dünya
 

Güleryüzlü emperyalizm

Zbigniew Brzezinski, 2008 yılında yayınlanan, “İkinci Şans” adlı kitabında, Barack Obama’dan önce görev yapan, 3 ABD başkanının, görev yaptıkları yıllarda, ABD ve dünya politikasına nasıl bir yön verdiklerini, ABD’ye ve dünyaya olan etkilerini inceler. Bu yıllar, 1990-2008 tarihleri arasına tekabül eder.

Yazara göre “ABD’nin ulusal güvenliğini korumak dışında dünyanın en güçlü ülkesi olarak öne çıkması Washington yönetiminin 3 temel görev benimsemesini zorunlu kılmıştır:

1. Jeopolitik dengelerin sürekli değiştiği bir dünyada merkezi güç ilişkilerini idare etmek, yönlendirmek ve şekillendirmekle birlikte işbirliğinin daha güçlü olduğu küresel bir sistem yaratmak için duyulan isteği ulusal düzeyde yoğunlaştırmak.

2. Çatışmaları sınırlandırmak veya sonlandırmak, terörizme engel olmak ve kitle imha silahlarının yaygınlaşmasını önüne geçmek; ayrıca sivil ihtilafların yoğun olduğu bölgelerde kollektif barış koruma faaliyetlerini teşvik etmek.

3. Bazı kesimlerin yaşam koşullarında giderek kabul edilmez hale gelen olumsuzlukların üstesinden gelmek için daha etkin politikalar geliştirmek; yeni yeni farkına varılan çevresel ve ekolojik tehditlerle ortak mücadele edebilecek bir bilinç yaratmak.”

Brzezinski, kendi ideolojik bakış açısıyla, Bush, Clinton ve Oğul Bush dönemlerinin karakteristik özelliklerini şöyle özetler;

Bush: Aralarında en deneyimlisi ve diplomatik anlamda en beceriklisiydi ancak çok sıra dışı bir tarihi dönemde değişim yaratacak cesaretli bir vizyondan yoksundu.

Clinton: En akıllısı ve geleceğe dair vizyonu en geniş olandı ancak Amerikanın sahip olduğu gücü kullanmakta stratejik tutarlılık sergileyemedi.

Oğul Bush: Sezgileri güçlüydü fakat küresel düzeneğin karmaşıklığından bihaberdi ve dogmatik çözümlere yatkın bir karaktere sahipti.

Kitap boyunca, 2.Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünyada, soğuk savaşın yürütücüsü olan ABD’nin, kapitalist kampa nasıl yön verdiği, SSCB ve diğer sosyalist ülkelerle nasıl ideolojik mücadele yürütüldüğü, açık ve örtülü operasyonlar, Güney Amerika ülkelerine , özellikle Küba’ya nasıl bir tecrit politikası uygulandığı, Ortadoğu’da izlenen politika, İsrail-Filistin anlaşmazlığında izlenen yol, nihayet 1990’larda sosyalist bloğun çözülüşü ve tek patronlu, tek kutuplu, küresel güç ABD’nin yeni politikaları anlatılıyor.

Dikkat çeken hususlardan biri de, bu yıllarda, ABD başkanlarından çok, başkan yardımcıları ve başkan danışmanlarından oluşan yönetici ekibin, ABD yönetimindeki etkinliği. Yanlış anlaşılmasın, soğuk savaş yıllarında, iki büyük güçten biri, 1990 sonrası tek küresel güç olan ABD’ni başkan ve ekibinin yönettiği kastedilmiyor burada. Sadece, ülkenin içinde bulunduğu döneme uygun ekipler işbaşına geliyor/getiriliyor.

Baba Bush dönemi, ”Küresel Güç” ABD’nin, bu sıfatını oluşturmaya başladığı yıllara denk geliyor. ABD’nin ilk Irak müdahalesi, Nato’nun Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesi, bu dönemin önemli olayları. Clinton dönemi, 11 Eylül’e kadar yaşanan ve küçük çaplı, bölgesel çatışmaların yaşandığı, Dünya Ticaret Örgütünün kurulduğu, İMF ve Dünya Bankası’na, döneme uygun roller verildiği, ABD’nin “Küresel Güç” sıfatının olgunlaştığı yıllar. Nihayet 11 Eylül, ”Yeni Dünya Düzeni” ve Oğlu Bush’un defalarca kullanılacak olan “<ı>Terörizme açtığımız bu savaş hemen sonlanmayacak. Yanımızda değilseniz karşımızdasınız.” söylemiyle başlayan dönem.

Oğul Bush döneminde dünya, çoğuna ABD’nin de müdahil olduğu önemli olaylar yaşadı. Bu olayları sıralamak bu yazının boyutunu aşar. Ancak en önemli olanı Irak’a müdahale, gelinen aşama ve bu müdahalenin yarattığı sonuçlar.

Kitle imha silahları bulunduğu gerekçesiyle başlayan Irak’ın işgali, Saddam’ın ortadan kaldırılmasına rağmen, ABD’nin, siyasi ve askeri yenilgisiyle sonuçlandı. Irak’tan çekilme takvimini açıklayan ABD, bu yenilginin ve Dünya’da, bu savaşta yaşanan insan hakları ihlalleri, savaşın gerekçesi olan kitle imha silahlarının bulunamayışı, öldürülen bir milyona yakın insan, inandırıcılığını kaybeden Birleşmiş Milletler, Dünyada yükselen ABD karşıtlığı ve “Küresel Güç” sıfatı yıpranan bir ABD ortaya çıkardı.

ABD, bu sonuçları ortadan kaldırmak, yıpranan imajını düzeltmek ve kendisine biçtiği “Küresel Güç” sıfatını layıkıyla yerine getirmek için, daha ılımlı, daha güler yüzlü, insan haklarına önem veren, sorunları çatışmayla değil, uzlaşmayla çözmeye çalışan, iletişimin olağanüstü geliştiği, insanları yönlendirmenin kolayca mümkün olmadığı bu çağda, doğal olarak bu yönelime uygun bir başkan ve ekibince yönetilmelidir. ABD’nin “Ulusal Güvenlik Stratejisi” önümüzdeki dönemde, bu beklentileri karşılayacak bir başkan ve yönetim ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir.

ABD’de, dönemin karakterine uygun yönetimlerin ve başkanların işbaşına gelmesi, temsili demokrasinin kuralları içinde gerçekleşmesine rağmen, kısaca özetlendiği gibi, ülkenin ekonomik altyapısından, stratejik beklentilerinden, artık sadece ABD ekonomisine değil, dünyaya hakim olduğu açıkça belli olan uluslar üstü dev tröstlerden bağımsız değildir.

Barack Obama’nın, ABD’nin ilk zenci başkanı olması, insan haklarından dem vurması, kimi sanatçılarımızı ağlatacak düzeyde duygusal bir konuşma yapması*, İran ve Suriye’ye yapılması planlanan askeri müdahaleden vazgeçmiş görünmesi, konuşmalarında uzlaşma ve işbirliğinden bahsetmesi vb. sürpriz değildir. Üstelik kimi “liberal aydın” ve “liberal sanatçı”larımızın sözünü ettiği gibi bir “demokrasi zaferi” hiç değildir.

Abdullah DAMAR

 
Toplam blog
: 223
: 700
Kayıt tarihi
: 04.01.08
 
 

Gaziantep' te öğretmen olarak görev yapmaktayım. Son olarak Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ..