Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '16

 
Kategori
Öykü
 

Gülmek güzelleştirir

Gülmek güzelleştirir
 

1981 Yılında Hunza State’li Saleh Han isminde bir insanla tanışmıştım. Bana Hunzalılarla ilgili çok önemli bilgiler aktarmıştı. Masallarda ölümlü olmayan ülkeleri arayan masal kahramanı gibi çok sevinmiştim. Benim aradığım güler yüzlü insanlardan bahsediyordu.

Bu güler yüzlü insanlar okumamışlardı, okuma yazma bilenlerin oranı yüzde bir. Okulları yoktu ama mutluydular, uzun ömürlüydüler Saleh Han’ın bana anlattıkları insanlar. 130 yaşını bulan insan sayısı oldukça fazlaymış.

Saleh de Hunzalıydı. Uzun boylu ve yakışıklıydı. Pakistan’da böyle uzun boylular az bulunur. Zaten “Pakistanlıyım” dediğinde şaşırmıştım! Yüzü de farklıydı. İnsana güven telkin eden mimiklere sahipti. Gözleri hep gözlerimde gülüyordu sanki.

Saleh Han’nın şahsında insan, gülemeyen yüzlerin gülünç olduğunu hatırlatıyordu, çünkü Saleh’in tebessümleri insanı büyülüyordu sanki. Saleh “Gülmesini unutmak insanın kendine yaptığı zulümdür” diyordu, haklıydı da, evet zulmün en büyüğüdür.

Saleh Han’ın mensup olduğu toplum, Kuzey Pakistan’ın sarp dağları arasında suları soğuk, tadına doyulmaz meyveleri olan bereketli vadilerde yaşarlarmış. İnsanların neşeli, güler yüzlü ve uzun ömürlü olmalarını az et ve çok kaysı yediklerine bağlıyordu Saleh.

İddiası çok mantıklı geldi bana. Ben kaysının bağırsakları düzenleyen maddeler ihtiva ettiğini biliyordum ama insan yüzünü güzelleştirdiğini ve insan ömrünü uzatabileceğinden haberim yoktu.

Hunza State’yi anlattığında sanki kendimi okumakta olduğum bir romanın sayfaları arasında kaybolup gidiyordum. Yeterli olmayan İngilizceme göre konuştuğu için mimiklerimiz sohbetimizi tamamlıyordu.

Saleh hoş sohbetliydi, sohbet etmeye dünden razıydı sanki. Bu durum işime çok yaramıştı. Saleh Han anlattıkça ben oradakileri, ülkemdeki, hatta yaşadığım diğer yerlerdeki insanlarla karşılaştırıyordum. Hunzalılar okula gitmezlermiş, yazılı edebiyatları yok. Tüm bilgiler aktarma ile nesilden nesle geçermiş.

Zirai üretim ile ilgili bilgiler mutlaka aile içinde öğretilir. Tek öğrenme yerleri aile ve çevre ilişkilerindeki pratik.

Kadınları oldukça çalışkan olduğunu aktarmıştı Saleh Han. Bizim  kadınlar da çalışkan ama çok ağır çalışırlar. Orada hantal çalışan kadına rastlanmazmış.

Saleh’le konuşurken bir ara sessizlik oldu. O esnada hayaller beni köye götürmüştü. Çocukluğumda yoksul ama mutlu kız ve erkek çocukları, gelinleri komşu kadınları, amcaları, teyzelerimi, nenemi, dedeleri, annemi gözlerimin önüne getiriyordum. Ortak yanları çoktu. Aralarındaki tek fark Hunzalılar hala gülmesini unutmamışlar ve hala mutludurlar ama bizim köyde çok şey değişmiş.

Peki bu müspet olmayan değişim nedir? Oysa daha sonra köye okul gelmişti, İstanbul Türkçesini konuşan batılı öğretmenler gelmişti, bir Türkçe konuşma sevdası tutmuş ama neden gülmeleri unutmuşlar? Bir vurgun vardır mutlaka ama nedir bu kalleş vurgun?

Asimilasyon binlerce yılda mayalanmış kültürü, mayası bozulan yoğurt gibi ak sütü bozuyormuş, belki budur sorun.

Gençleri Avrupa’ya gitmiş, gönderdikleri paralarla yeni evler almışlar evler modernleşmiş. İnsanlar sanki Erbakan hocayla paraşüt ile inen İslamiyeti yeni keşfetmiş! Oysa siyasete bulaşmadıkları zaman daha imanlıydılar.

Bir daha dalıyorum. Köyümüz eskiden de Müslümandı, her kes birbirini severdi, şimdi ne keşfetmişler ki o gülen yüzler kaybolmuş, gülmelere yasaklar konmuş, yüzlere kramp girmiş sanki. Mimikler paramparça, gözler anlamsız bakışlar fırlatır bilinmeyenlere. Yazgısının keder çizgileri kat be kat eskisinden daha derin! Bizim köyde eskiden “çor lêxıstın“ derlerdi bu durumlara.

Birden bire bir kahkaha sesiyle gözlerimi açtım, Saleh:

- Are you sleeping, or are you dead? (Uyuyor musun yoksa öldün mü?)

- No I’m not dead yet, if you tell more, I could pass out. (Hayır henüz ölmedim ama daha fazla anlatırsan bayılabilirim)şeklinde etkilendiğimi ima ettim.

Sohbetimiz sorduğum sorularla uzadıkça uzuyordu. Hunza State’de eğlencelerden tutun delikanlıların göz koyduğu kızlara erkeklik şovlarına kadar her şeyi anlatıyordu. Ben daha çok mutluluğun sırlarının nerede olduğunu yakalamaya çalışıyordum.

Bizde Araplaşıp kararan yaşam biçiminde yasaklarla insan ne hale geldiğinin sırlarını yakalıyordum.

Kesinlikle burada sevmesini öğrenemeyenlerin sık sık hastalandıklarını ve kısa ömürlü olduklarını keşfettim. Ne demek komşularını kıskanıp mide krampına kendini ezdirmesi, ne demek insanları sevmediği için yüzlerin buruşması? Çok korkunç bir illet!

Dalıyorum yine ve hayalim beni Elaziz’e götürüyor. Siyaset  tarafından uygulanan programla gericileşen ve şuurlu Elazığlı aydını ezip geçen Elaziz’e gidiyorum. Bilmiyorum belki Elaziz Palu’yu kendinden saymaz!

Hayalimde akşam serinliğinde gezintiye çıkıyorum ama bin türlü tehlike beliriyor karşımda!

Peki karanlık sokakta karşıma bir grup simsiyah çarşaflı teyzeler çıksa korkudan bayılıp düşmez miyim (?)diye hayaller kuruyorum. İnsan böyle kara/karanlık cisimleri karanlık sokaklarda görse kesinlikle cehennemdeki katran karalarını hatırlar ve "acaba öldüm mü?" diye bir yanını cimdikler!

Bu korkular ve endişeler nasıl yerleşmiş şuuraltına?

Ne de olsa din istismarcıları böyle arabesk korkulardan, korkuluklardan çok bahseder. Bu korkular bilinçaltına virüs gibi yer bulmuş kendine, yerleşmiş bir kere nasıl bu karamsarlıkları düşünmez insan!

Yine dalıyorum, dalıyorum! İlişkilerin ikiyüzlülüğü, kişinin sürekli kendini maskeleyemeye ihtiyaç duyması, kendini olduğundan daha fazla göstermesine kadar her şeyi çözmeye çalışıyordum.

Daha önce kendimi sorgulamaya başladığım için iyi bir başlangıç yapmıştım aslında. Bu yüzden çözmek için girdiğim yöntem daha kolaylaşıyordu. Kendi maskemi kaldırdığım gibi karşılaştırmalı düşünmeyle çevreyi de çözmek kolaylaşıyordu.

Hunzalı insanlar okula gitmediği halde neden gülmesini biliyor, gülmeler neden unutulmamış?” Hiç mi Arap korkuluklarını buralara getirmemişler? Bu soruların cevaplarını arıyordum. Kendi kendime sorup çözmeye başlamıştım.

Genellikle insanlar neden asabidirler, Huzalılar neden gülmesini unutmamışlar?

Biz neden kurtarıcı pozisyonlarına giriyoruz, insanın kendi kendini sorgulayıp kendini kurtarmasını engelliyoruz?

Bizim general duruşçu olmamız bir hastalık sonunda mı oluştu?

Neden silah soruyla insanları hizaya koyup zulmederek kurtarıyoruz?

Hepsinin özetinde “Asiye nasıl kurtulur? Sorusu belirdi. Çünkü Hunzalı kadını yeteri kadar Asiye ile karşılaştırmıştım, hiç ortak yönleri yoktu. Hatice anamızdı. Kadın anadır, kadın neden cariye yapılıp satılıyor?

Hep anamı düşünürdüm. Anam da bir Hatice’dir. Analar neden Arap şeyhlerinin karşısında zil takılıp oynatılır?

Hani cennet anaların ayaklarının altındaydı?

Analarımız neden esir alınıp padişah saraylarında bir eşya olur?

Biz analarımızın çocuklarıyız. Daha çok acıları, dertleri ve kederleri ana yüreklerine indirmeden gülmesini öğrenelim Hunzalılar gibi. Gülmelerimiz kahkahaya dönüşüp gül açsınlar. Yüz gül açsın gülen yüzümüzde!

İnsan durup dururken gülemez. Sebepsiz gülenlere deli derler her yerde. Gülünmesi gereken yerde gülememek çok acıdır. Hunzalılar gülebilmenin koşullarını yaratmışlar. Rabbimizin bize sağladığı doğal koşullarda gülememek büyük bir zaaftır.

Barbar kavimlerin Mezopotamya ve Anadolu istilaları ile bize yaşattıkları acılarla, insan ve kültür katliamlarıyla bize gülmeyi unutturdular.

Gülebilmek için gülmenin doğal ve sosyal koşullarının oluşması gerektiğini bilmemek mümkün değil. Biz Hunzalıların doğal koşulların sosyal ilişkileri nasıl etkileyip insanların gülmelerini sağladığını görüyoruz.

İnsan gülmeyi, güldürmeyi unuttuğu zaman yüzü korkunçlaşır, korkuluğa döner, heyullaha döner. Gülemediğimizde yüzümüz gülünçleşir. gülmelerimiz unutulduğunda hüzünler kaplar insan yüreğini.

Barbarların ve korkuluklarıüreten ideolojilerinin çirkinliklerine kapıldığı derecede korkunçlaşır insan. İstiladan istilaya koşuşturan korkuluklar barbarlıklarıyla öğünürler korkunç yüzleriyle. Bize gülmeyi unutturmuşlar.

Bu yüzden gülmesini unutmayan toplumları gördüğümüzde heyecan kaplar yüreğimizi. Mezopotamyalılar olarak gülmeye yabancı değiliz. Bize unutturulmuş, aslında  asaletimizde vardır gülmek.

Biz üstün Mezopotamya uygarlığı zamanından beri Makedonyayı tanırız. Bizim Avrupalılarla kirveliğimiz bundandır.

Aslen Makedonyalı olan Hunzalar, Kuzey Pakistan’ın Hunzalar, Nagar ve Yasin vadilerinde yaşarlar ve 100 000 nüfusa sahiptirler. Bu nüfusun çoğu Müslüman-İsmailidirler. Hunzaların yaşadığı bu vadilerde başta kayısı olmak üzere bol meyve üretilir. Yaz ve Sonbahar aylarında damlar kaysı başta olmak üzere kurtulmuş meyveler çok düzenli olarak damlara serildiğini görürsünüz.

Kurutulan meyvelerin içinde kaysılar ağırlıklı olduğu için damlar sapsarı görünür. Meyveler yazın taze taze tüketilirken, kışın kurulmuş olarak tüketilir. Kurutulmuş kaysılardan çeşitli yemeklerin yapıldığını tahmin etmek zor değildir.

Hunzalıların sağlıklı doğal beslenme şekillerinin ortaya çıkmasından sonra diyet konusuyla ilgilenen sektörlerin ilgisini çok çekmiştir. İnsanların bir kısmının açlıktan dolayı zayıflayıp ölmeleri, bir kısmını fazla yiyip şişmanlıktan ölmeleri doğal beslenmeyi ve doğanın bereketini daha çok gündeme getirmiştir.

Hunzalar Buruşas dilini konuşurlar. Yazılı edebiyatta hiç kullanılmayan bu dil Hint-Avrupa grubuna bağlı olmakla birlikte diğer dillerle ortak özellikler taşımaması bu güleryüzlü halk kadar onun dilini de ilginç kılıyor.

Ayrıca geneli Müslüman olduğu halde Arap kültürüyle neden bozulmadığı da ilginçtir. Böylece genetik özellikler ile yaşam biçimlerinin oluşturduğu kültürel oluşum konusuna gerçeklik kazındırmaktadır. Böylece genetik özellikleri sebebiyle bin yıldır bazı barbar kavimlerin Anadolu’da ıslah olamamalarının nedenlerine açıklık getiriyor.

Ülkeleri işgal ve talanla öğünen boylar ne gülmesini öğrenebildiler, ne de işgal ettikleri ülke toplumlarının gülmelerine imkan sağlarlar.

Kuran’da ismi Zulkarneyn olarak geçen Büyük İskender Makedonya kralı olduğu bir gerçektir. Tarihi antropolojiye göre büyük alanlara seferler yapan toplumların düzeyleri hakkında bilimsel mantığı vardır mutlaka. Biz sadece sonuçları ile ilgili teferruatları görüyoruz.

Makedonyalıların doğu seferleri esnasında bir grubun Kuzey Pakistan'ın Hunza State eyaletinde yerleşmelerinden sonra hiçbir ortak özelliklere sahip olmayan bu topluluğun genetik özelliklerini günümüze kadar sürdürmeleri incelemeye değerdir.

Barbar istilaların talan ve istila amaçlı seferleri ile üretime elverişli olmayan çöl yaşamı olarak izah ettiğimiz çöl güçlerinin maddi ihtiyaçlarını gasp yoluyla elde etmek için din istismarları yaptıkları görülüyor. Burada  maddi taleplerin belirleyici faktör olduğunu kavrarız.

Böyle istilaların neden olduğu yerleşim alanları da vardır. Bunlar Hunzalı Makedonlara hiç benzemezler. Oraya getirdikleri talancı zihniyetlerini devam ettirirler.

Çöl coğrafyası istilacı güçlerinin İstilalarla birlikte toplumların bozularak kültür erozyonuna uğrayan halkların kaderi kararmıştır.

Biz bu belirlemeye paralel olarak talancılığın ideolojik boyutunu gözden kaçıramıyoruz. Bunun ideolojik boyutu o kadar tesirlidir ki Suriye’de görüldüğü gibi altından çıkılmaz bir çatışmalı ortamın süreklileşmesiyle sonuçlanan dünya felaketine sebep olmuştur.

Biz Hunza State’in yaşam koşullarının doğanın bereketli ve sağlıklı ortamının insanların gülen yüzü şeklinde belirleme yaparken, çöl yaşamının bereketsiz ortamının nasıl canavar insanı yaratabileceğini de düşünmeliyiz. Bu koşullarda insan yüzü gülebilir mi?

Ellerinde kılıçlar taşıyan gözü dönmüş terör canilerinin yüzünde insan erdemlerini yansıtan tebessümler olmaz. Onlar avının kafasını gövdesinden ayırırken iştahlanırlar! Her bir caninin yüzüne baktığınızda yaşadıkları cehennem ortamlarını mimiklerinde görebilirsiniz.

Bu konu hakkında dalıp giderken cennet ile cehennem mitolojisi hemen insanın aklına geliyor. Hunza'nın altından ırmaklar geçen, dağdan şırıl şırıl akan tatlı su, insanı mest eden meyve bahçeleri ve insanın yüzüne gülücükler gönderen güllerin ihtişamı ile  çöl sıcaklığının cehennem misali!

 

 

 
Toplam blog
: 4
: 220
Kayıt tarihi
: 02.09.15
 
 

İktisadi ve Ticari İlimler mezunu, emekli. Yaşadığımız coğrafyada ezbere ve taklide dayalı yaşam ..