Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '07

 
Kategori
Öykü
 

Gülnaz Hanım ve Sedef (1)

Gülnaz Hanım ve Sedef (1)
 

Genç kadın alışveriş merkezinde izlendiğini hissediyordu sanki. Arasıra dönüp arkasına bakıyor, kimseyi göremese de hissediyordu. Biri onu izliyordu.

O gün kızının doğum günüydü. Sabah evden çıkarken "Anneciğim, biliyorsun bu gün benim doğum günüm, ne istediğimi çok iyi biliyorsun, ne olur onu bana al." diye kimbilir kaç kez hatırlatıyordu kızı. Üzülmesini istemediği için "Tabi canım kızım, alacağım, merak etme sen. Akşam gelirken getireceğim" diyordu ama nasıl alacağını da bilmiyordu.

Kızının istediği basit bir cep telefonu idi. Öyle kameralı falan istemiyordu küçük kız. Yeterki onu arayanlar olsun, seslerini duysun ve onlara yanıt versin. Kimin, nasıl resmini çeksin ki. Görmeyen gözler neyi, nasıl çeker ki.

Babanın iş kazasında ani ölümü ile darmadağın olmuştu yuvası. Kocasından bağlanan maaşla geçinmek o kadar zordu ki kadın sabah evden çıkıp çalışmak zorunda kalıyordu. Komşu kadınlarla birlikte evlere gündelikçilikten tutun da apartmanların merdivenlerinin temizliğine varana kadar her işi yapıyordu. Yeter ki biraz daha rahat etsinler, yeter ki kızı biraz daha mutlu olsun.

Kocası öldükten sonra kızının gözündeki rahatsızlık daha da büyük boyutlara ulaştı. Elde avuçta ne varsa gitti, hastane hastane dolaştılar, ama geç kalındı, ama ihmal edildi, parasızlık, imkansızlık... sebep çok. Ve geçen yıl küçük kızın gözlerindeki görme oranı tamamen kayboldu. Yani artık görmüyordu o güzel gözler. Kızı henüz 11 yaşındaydı. Belki tedavisi vardı ama ellerinden gelen bir şey yoktu, sanki kaderlerine razı gibiydiler.

Kadın kızına alacağı hediyeyi beğeniyor ama evdeki hesap derler ya bir türlü uymuyordu çarşıya. Parası kızının istediği basit bir cep telefonuna yetmiyordu. Bir çok yere sordu, soruşturdu, fiyatlar birbirine çok yakındı ama işte, yok, yok. Kadın üzüntüden kahroluyordu. Her girdiği yere durumunu anlatıyor, bugün kızının doğum günü olduğunu, hatta kızının durumunu dahi sıkılarak söylüyordu ama satıcılar ne duyarlarsa duysun, fiyatlarında bir değişiklik yapmıyorlardı. Bu gidişle alamayacaktı kızının uzun süredir istediği, sürekli oyalayarak "Doğum gününde belki alırım" dediği cep telefonunu. Bu kadar üzüntülü bir haldeyken bile birisinin kendisini hala izlediğinden emindi. Ne isteyebilirdi ki kadından. Üç kuruş parasını çalacak bir kapkaççı mı, kim? Artık umursamıyordu kadın.

Akşama doğru üzgün bir şekilde eve geldi, kapıyı açtı. kızı içerden seslendi. "Hoş geldin anne". Kadın sadece "Hoş bulduk!" diyebildi. İstediği cep telefonunu alamamanın yanısıra doğum günü pastası bile yapamamıştı kızına. Kızı yanına yaklaşarak annesinin ellerinde birşeyler arıyordu. "Yoksa almadın mı?" diye sorması ile anne kız her ikisi de sessizce ağlamaya başlıyordu ki kapının çaldığını farkettiler. Kadın ağlamaklı bir sesle sordu; "Kim o?" diye.
Kapının dışından gelen yabancı ses;

- Mağazadan geliyoruz. Beğendiğiniz, hani o gri renkli olan telefonu aldığınız mağazadan.

Kız sevinçle çığlık atsa da anne tedirgin, ürkek ve korku dolu bakışlarla kapıyı açtı. Kapıda iyi giyimli, saçları hafif kırlaşmaya başlamış bir erkek ile yanında genç bir kız gülümsüyorlardı. Genç kızın elinde biri küçük diğeri büyük iki paket vardı.

- İyi akşamlar hanımefendi, bugün mağazamızdan satın aldığınız telefonu teslim almadan çıkıp gitmişsiniz, kayıtlarımızdan adresinizi anca bulabildik. Bu aksaklıkta bizim de payımız büyük. Kızınıza doğum günü hediyesi olarak aldığınız cep telefonun yanısıra bizleri de affetmeniz için doğum günü pastası da bizden hediye olsun. Lütfen kabul edin. Arkadaşım kızınıza telefonun kullanımı ile ilgili bir kaç küçük bilgi verecek.

Adamla gelen genç kız büyük paketi masaya bıraktıktan sonra diğer paketi açtı ve telefonu kutusundan çıkararak küçük kızla odaya geçtiler. Odaya geçerken küçük kız annesine "Gene dalgınlığın tuttu değil mi, aldığın cep telefonunu unuttun ve demek o yüzden üzgündün. Ama gördüğün gibi iyi insanlar da varmış" dedi. Anne bu kez gözleri dolu dolu, ağlamaklı bir sesle "Evet yavrum varmış" demekle yetindi.

Adam içeri girdiği andan itibaren gözleri ile evin içini, mutfağı, açık olan odaları, eşyaları ne görebiliyorsa izliyor adeta kayda alıyordu gördüklerini. Sonra cüzdanından bir kart çıkararak kadına uzattı ve; " Gülnaz hanım, benim adım Hakan. Yarın bu kartta yazılı adrese gelin ve görevlilere kartı göstererek, benimle görüşmek istediğinizi söyleyin" dedi. İçeri odaya seslenerek "Aylin, Sedef'e telefonla ilgili aktaracakların bitti ise, izin isteyelim. Geceyi anne ve kızına bırakalım artık." Aylin "Tamam, Hakan Bey, herşeyi açıkladım. Artık rahatça kullanabilir." Böylece izin istediler ve Sedef'in doğum gününü bir kez daha kutlayarak evden ayrıldılar.

Kadının ağlaması geçmiş, bir merak sarmıştı benliğini. Kim bunlar? Beni nereden tanıyorlar, adımı... ya kızımı? Düşünemiyordu, beyni durmuştu adeta. Adının Hakan olduğunu söyleyen adamın verdiği karta baktı. Birşey anlamadı, karttaki ismi de tanımıyordu, şirketi de. Adının Hakan olduğunu söylediği adamı da hayatında ilk kez görüyordu. Gittiği telefon mağazalarında da görmemişti onu, sonra karta bir kez daha baktı, okudu, bir daha okudu.

Teoman K.
K. Şirketler Grubu
Adres: ....

Bu sırada dışarıda Hakan, cep telefonu ile bir arama yaptı ve konuşmaya başladı:

- İyi akşamlar abi... evet...teslim ettim...sevindiler tabi ki, evet...aynen aktarıldığı gibi...peki abi...bizzat ben ilgileneceğim...size de iyi akşamlar. Ve aracına binip Aylin'le birlikte uzaklaştılar.

Kızı Sedef'le doğum günü pastasını yerken Gülnaz Hanım'ın aklı başka yerdeydi.

- Kim bunlar, bizi nereden tanıyorlar, bizden ne istiyorlar? Sabahı iple çekti.

SÜRECEK

Umudunuzu yitirmeyin. Hiç ummadığınız bir anda çok uzaklardan, ta uzaklardan tanımadığınız bir el uzanabilir, belki bir ışık olabilir karanlık dünyanıza.

Resim: www.worldofstock.com

 
Toplam blog
: 240
: 2494
Kayıt tarihi
: 13.04.07
 
 

6 Mayıs, bir Hıdırellez günü "Merhaba dünya" demişim. Geçen elli küsur yıl. Bir şarkı vardır Osma..