Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '11

 
Kategori
Öykü
 

Gülnaz

Gülnaz
 

Güneşin şehrin üzerinden çekilmeye başladığı sırada yüksek binalarla gölgelenen eski mahalle cılız ışıkların kızıl tonlarına boyanmış durumdaydı. Sokaklar gündüz sahip olduğu enerjiyi kaybetmişti. Yakınlardaki camiden akşam ezanının sesi işitilince sokaklarda türlü oyunlar oynayan çocuklar günün yorgunluğunu taşıyan anneleri tarafından yukarı çağrıldı. Mahallede yaşıtları tarafından “süt” diye adlandırılan ana kuzuları paşa paşa tırmandı merdivenleri. Diğer delikanlıların güç gösterileri ise annelerinin elinde terlikler, bağıra çağıra çocukları yaka paça eve sürüklemeleriyle son buldu. Çocuk sesleri de kesildiğinden sokaklar hepten sessizliğe bürünmüştü. Arada sırada eve dönen külüstür arabaların motor sesleri bölüyordu sessizliği. Hayat minik adımlarla kabuğuna çekilirken bu sessizlik mahalleye hoş bir huzur veriyordu. 

Bu sırada Gülnaz baba yadigarı eski evin üst katından hırsla dışarıyı izliyordu. Bütün gün iş yaptığından kollarını kaldıracak durumda değildi. Evi baştan sona temizlemiş, kocasının her yere bulaştırdığı pislikleri, yemekleri kaldırmıştı ortadan. İşi bitince eserine gururla bakmış sonra dişlerini sıkarak Ah Osman ah, ne günah işledim de Allah seni bana hayatımı rezil edesin diye gönderdi. diye mırıldanmıştı. Hava kararmaya başlarken bir tek çamaşırları toplamak kalmıştı. Yıkayıp tertemiz ettiği küçük balkona çıkıp mandalları çıkarmaya başladı. Bir taraftan da sokağı gözetliyordu. Dedikodulara göre iki ev ötede oturan yaşlı Kadriye’nin evde kalmış kızını çok zengin bir adam istemeye gelecekti. Tabii buna kimse inanmamıştı ama Gülnaz hepsinin Kadriye’nin evini izlediğinden adı gibi emindi. 

İşte tam o sırada karşı evin önünde beyaz bir kamyonet durdu. Kamyonetin kapısının açılmasından birkaç saniye sonra evin demir kapısı da ardına kadar açıldı. Kapıdan çıkan suratı gördüğünde Gülnaz az kalsın elindeki çarşafı düşürüyordu. Gudubet Naime, Allahın belası… Bir sen eksiktin. Öfkeden köpüren Gülnaz, Naime’nin kocası Necdet’le mahalle halkına sergilediği sevgi gösterisini izlerken bir yandan da sayıp sövüyordu ikisine. Necdet önce Naime’yi yanaklarından öptü, daha sonra ona sarılıp, elinde tuttuğu paketi verdi. Kocasına gülümserken Naime’nin şeytan gözlerinin kendi üzerinde dolaştığını hissetti. Öfkeden, utançtan ve kıskançlıktan yüzünün kızardığını fark etti. Naime de görmüş olacaktı çirkin dudaklarında çarpık bir gülümseme belirdi. Bu görüntüye daha fazla dayanamayacağının farkına varan Gülnaz çamaşırların yarısını balkonda bırakarak içeri girdi, hışımla balkon kapısını çarptı ve iki adım ötedeki sedirin üzerine çöktü. Az önceki siniri geçmiş gibiydi fakat aklına Osman’ın ifadesiz yüzü gelince daha da arttı öfkesi. Her şeyin suçlusu Osman’dı. Ne diye evlenmişti ki bu herifle. Gençken annesi pek bir ısrar etmişti. Düzgün adamdır, etliye sütlüye bulaşmaz diyip durmuşlardı Osman için. Gülnaz da bir tanışmayı kabul etmişti istemeye istemeye. Fakat tanıştıklarından sonra yaygarayı koparmıştı beni bu ruhsuz adama mı layık gördünüz diye. Osman’la hiçbir ortak noktaları yoktu. Gülnaz hayatı boyunca aşık olmayı hayal etmişti. Tutkuluydu, sevgiye açtı, el üstünde tutulup, hediyelere boğulmak istiyordu. Osman ise bunların bir tanesini bile veremezdi ona. Onla tanışmadan önce kendince bir Osman yaratmıştı kafasında. Esmer, uzun boylu, sakallı... Daha neler neler. Karşılaşmaları hayal kırıklığı oldu Gülnaz için. Osman oldukça solgun ve hasta görünüyordu. İnsanlardan korkan bir hali vardı. Genç yaşına rağmen saçları oldukça seyrekti. Ama boyu pek bir uzundu. Ne kadar hasta görünse de boyu onu az da olsa heybetli gösteriyordu. Gülnaz onunla konuşmaya çalışmıştı fakat Osman’ın ağzından ancak evet hayır gibi kısa cevaplar çıkıyordu. Eve döndüğünde babasının ayaklarına kapanmış evlendirme beni onunla diye yalvarmıştı. O gece Gülnaz hayatında ilk defa dayak yemişti. Yediği dayaktan sonra susmuş, öfkesini içine atmıştı. Osman için saklayacaktı onları. Solgun yüzüne kusacaktı bütün öfkesini evlenince. Öyle de yaptı. Yirmi yıl boyunca Osman’a neler neler etti. Çöpleri dışarı mı koymadı, avazı çıktığı kadar bağırırdı ona. Ama Gülnaz’ın asıl öfke duyduğu şey Osman’ın kendisi değildi. Osman’a çok karmaşık duygular beslerdi. Nefret, sevgi, aşk… Hepsi düğüm olmuştu. Öfke duyduğu şey Osman’ın susmasıydı. Gülnaz Osman’a hayatını zindan etmeye çalışırken o hep susardı. Gözlerini yumar orada değilmişçesine davranırdı. Gülnaz yeri göğü inletirken o sessizce fırtınanın dinmesini beklerdi. Fakat o Osman’ın tepki göstermesini istiyordu ona. Bağırmasını, saçından sürükleyip duvara fırlatmasını. Ardından da sarılıp onu öpücüklere boğmasını istiyordu. İşte böyle kavga dövüşlerle, sinir krizleriyle geçmişti Gülnaz’ın son 20 yılı. 

Sedirde bunları düşünüp dururken Osman’ın geliş saatinin yaklaştığını fark etti. Hızlıca doğruldu oturduğu yerden. Yüzünde sinirli bir sırıtış vardı. Bu sabah Osman Efendi’nin yeni bir vukuatını öğrenmişti. 

Mutfağa doğru yürürken: “Allah’ın belası, iki hafta önce işten kovulduğunu daha yeni öğreniyorum. Ahh ah, sen kahvelerde sürterken ben her gün elin evini temizliyorum. Ben bu akşam gösteririm sana” diye mırıldanıyordu. 

Osman yaklaşık bir aydır özel bir şirkette güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Uzun bir işsizlik döneminden sonra iş bulmasından dolayı Gülnaz bile gurur duymuştu ondan. Az da olsa kazandıkları para artmıştı en azından. Bu sabah çiçekleri sulamak için balkona çıktığında çamaşır asan Naime’yle karşılaşmıştı. Gülnaz sabah pek bir keyifli olacak ya: “Ne o Naime, kılıbık kocan çamaşır asmayı bıraktı mı yoksa. Gerçi o şimdi içerde dikiş dikiyordur. Aman dikkat et de narin ellerine iğne batmasın.” diye sataştı. Naime ise en ufak bir renk vermeden: “Merak etme Gülnaz benim kocamın elinden her iş gelir. Hem çalışır para kazanır hem de karısının gönlünü hoş tutar. Seninki ne yapıyor, her gün kahvede kazandığı oyunlarla mı geçindiriyor sizin evi?” dedi. Gülnaz’ın bir anda rengi attı. Kahve de nereden çıkmıştı ki. Yutkundu ancak sesinin titremesine engel olamadı: “Ne, neden bahsediyorsun be kadın, Osman’ın kahvede ne işi var?” dedi. Gülnaz’ın yüzündeki ifadenin değişmesiyle Naime daha da keyiflendi: “E ne yapsın adam işsiz olunca gitsin karısıyla birlikte temizliğe mi gitsin?” Gülnaz’ın suratının sarardığını fark edince: “Aa, kız yoksa bilmiyor muydun? Senin adam iki haftadır kahveden dışarı çıkmazmış. Vallahi böyle şeyleri televizyonda duyardım da inanmazdım. Oluyormuş demek ki. Senin işin de o zor ayol. Ne diyelim, Allah düşmanımın başına vermesin” diyerek göz kırptı. Gülnaz’ın öfke fırtınasına yakalanmamak için de hemen içeri kaçtı. Naime’nin beklediği gibi tepki göstermedi Gülnaz, öfke krizi hiç uğramadan geçip gitmişti. Şimdi kafasında Osman vardı. Onun soluk yüzünü nasıl öfkelendirebilirim, nasıl delirtebilirim onu düşüncesi. Böyle böyle düşünmüştü bütün gün. Öfkesini Osman’a saklamıştı. Ama Naime’yle meymenetsiz kocasını görünce öfkesinin birazını boşaltmıştı. Olsun hele bir gelsin öfkesi tavan yapardı zaten. Kafasında dolanan tilkilerle sofrayı hazırladı. Yemekleri ısıttı ve masanın bir ucuna oturup beklemeye başladı. Anahtarın çevrilme sesiyle ayağa kalktı. Doğal davranmak için mutfakta kenarda duran kirli bir tabağı yıkamaya başladı. Mutfağın kapısında Osman’ın başı göründü. Ufak bir tebessümle: “Hoş geldin yok mu, Gülnaz?” diye sordu. Gülnaz kapıdan Osman’ı iterek yemek masasına oturup sert bir sesle “Yok” dedi. Osman da onu takip ederek karşısına oturdu. Gülnaz her ikisinin tabağına mercimek çorbası doldurdu. Sessizce yemek yemeye başladılar. Gülnaz Osman’a sataşmak için doğru zamanı bekliyordu. Kendi gereksiz iç dünyasına daldığı anda başlayacaktı onu delirtmeye. Osman tabağındaki çorbayla oynamaya başladığı anda hemen soruverdi: “Bugün iş nasıldı?” Osman irkilerek kafasını kaldırdı. Renk vermemeye çalışarak: “Güzeldi, evet her şey gayet iyiydi.” diyebildi. Gülnaz Osman’ın ne kadar beceriksizce yalan söylediğini yeni fark edince şaşırdı. Osman ondan gözlerini kaçırıp bitmiş tabağına bakıyordu. Gülnaz tabağı hışımla çekip alarak yeni pişirdiği ıspanağı koydu. Osman kaşığı alıp ıspanakla da oynamaya başlayınca kendine sinirlendi: İki haftadır nasıl fark edemedim bunda bir şeylerin olduğunu. Haline bir bak, bende kötü bir şey var diye nasıl kendini belli ediyor. Ne diyim bu dünyada Osman’dan kötü yalancı olamaz gerçekten. Düşüncelerinden sıyrılıp Osman’a odaklandı. Kafasında söyleyeceği sözleri düşündü. En sonunda: “Belli belli çok iyi geçmiş, Okeyde kaç el kazandın bugün? Ya da hiç mars olmadın herhalde” Osman’ın kızardığını görünce devam etti: “Osman 20 yıldır evliyim seninle, her bir huyunu bildiğimi zannederdim, bak bugün ne öğrendim. Sen yalan da söylermişsin. İki haftadır kandırıyormuşsun sen beni. Merak ediyorum, ay sonu geldiğinde ne halt edecektin, o zaman hangi berbat yalanı uyduracaktın acaba?” Nefes almak için sustuğunda Osman cılız bir sesle: “Gülnaz.. ben vallahi söyleyecektim. İki gündür iş arıyorum. Allah çarpsın ben sana hiç yalan söylemek ister miyim? Hem..” Gülnaz daha fazla dayanamayarak sesini bir perde daha yükseltti: “Allah’ın cezası, çarpılıp kalacaksın şurada. Gerçi nerede… Sende eşek şansı var, dünya yıkılsa senin burnun bile kanamaz. Kendi hayatını berbat etmişsin, yetmedi bana mı bulaştın be adam? En ufak bir hayrını görmedim yıllardır. Para kazanıyor, eve ekmek getiriyor diye sustum. Ama onu da yapamadın sen.” Gülnaz Osman’ın yüzünde bir öfke belirtisi aradı ama o her zaman yaptığı gibi soğumuş ıspanağa gözünü dikmişti. Gülnaz onun bu sakin yüzünü parçalamak istiyordu. Birden içindeki öfkeyle önündeki tabağı duvara fırlattı ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı: “Osman, hala susuyorsun demek, içinden kahkahayla gülüyorsun sen, ben biliyorum. İşsiz kaldığını kimden öğrendim biliyor musun? Pezevenk karşı komşularımızdan! O Naime cadısı nasıl da ballandıra ballandıra anlattı kahvelerde sürttüğünü. Anlatacak tabii, Necdet gibi kocası olduktan sonra, istediğini der. Sen o kılıbık Necdet’in tırnağı bile olamazsın. Osman sana odun demek istiyorum, bütün kötü sözleri söylemek istiyorum ama değilsin işte. O kadar bile değilsin sen. Hiçbir şeysin!” 

Gülnaz kendini o kadar çok kaptırmıştı ki Osman’ın gözlerinde parlayan öfke kıvılcımlarını fark etmedi. Girdiği öfke komasından Osman’ın attığı sert tokatın ardından kendini yerde bulmasıyla uyandı. Elini sızlayan yanağına götürerek Osman’a çevirdi gözlerini. Yüzünün aldığı hali görünce ilk defa korktu ondan. Osman ise Gülnaz’ın yüzündeki korkuya aldırmadan yüksek sesle konuşmaya başladı. Gülnaz onun sesini ilk defa bu kadar sert ve net bir şekilde duyuyordu. Şaşkınlıkla onu dinlemeye koyuldu: “Gülnaz, yıllardır birlikteyiz ama beni hiç tanımamışsın sen, oysa ben sana ne kadar çok değer verdim, bunu hiç düşündün mü? Zannetmem. Çünkü sen o sırada güya hayatını berbat ettim diye bana acı çektirmeyi düşünüyordun. Ben senin hayatını berbat etmedim Gülnaz. Sadece sevdim seni.” Bu sırada yattığı yerden kadını kaldırıp sarsmaya başladı. “Peki sen beni sevdin mi Gülnaz? Cevap ver sevdin mi!” Gülnaz suratında patlayan ikinci tokattan sonra dengesini kaybetti ve duvara çarptı. Ağzındaki kan tadını hissedince ürperdi. Gülnaz Osman’ın susmasını bekliyordu ama o sesindeki öfkeyi kaybetmeden devam etti: “Yıllarca eziyet ettin bana, Bağırdın. Çağırdın. Bense sana olan sevgimden hep sustum, Ama sen, sen benim de duygularım olduğunu düşünmedin Gülnaz. İstediğim anda tıpkı şimdi yaptığım gibi davranabilirdim sana. Yapmadım, yapamadım… Çünkü ben seni çok sevdim Gülnaz. Tahmin edemeyeceğin kadar çok…” Osman yıllardır içinde biriken duygularını döküyordu şimdi. Gülnaz’ı yerden yere fırlatıyordu, vuruyordu. Bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gülnaz’ın tepkisiz haline rağmen. Buna ne kadar devam etti bilmiyordu. Tükendiğinde dizlerinin üzerine çöküverdi. Gülnaz’ın hareketsiz başını dizlerinin üzerine koydu. Kadının surtanında değişik bir huzur ifadesi vardı. Patlamış dudaklarına minik bir öpücük kondurdu, kafasını yavaşça yere bıraktı. Ayağa kalkıp karmaşık duygular içerisinde dışarı çıktı. Büyük bir gürültüyle kapıya çarparak karanlık sokaklarda yürümeye başladı. 

Gülnaz kapının çarpılmasından sonra kendine geldi. Vücudunu hareket ettirmeye çalıştı, her yeri ağrıyordu. Umrunda değildi zaten ağrılar. Duvara doğru süründü, yavaşça sırtını soğuk duvara dayadı. Yanağının ağrısına aldırmadan kahkahalarla güldü. Hayatının son 20 yılının en mutlu akşamını yaşamıştı. Her şeyi unutarak hissettiği harika duygunun güzelliğine odaklandı. Daha sonra göz kapakları düştü ve her şey karardı. 

 

 

 
Toplam blog
: 4
: 572
Kayıt tarihi
: 01.02.11
 
 

Hala öğrenci. Hayatında hiçbir zaman işe yaramayacak tonlarca şeyi öğreniyor. Bütün arkadaşları dokt..