Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '09

 
Kategori
Felsefe
 

Gülün Aşkı

Gülün Aşkı
 

Ay ışığı düştü yine gönlümün yamaçlarına. Tutunamaz ellerim kayarken saçlarına


Gülün Aşkı…

Sabahın seherinde,
Şafağın kızıllığı bırakırken yerini tan yerinin ışımasına,
Havanın nemi yeni bırakmıştı yerini,
Tomurcukları sevgi selinin sarmasına...
Goncası, ışığına ulaşmaya çalışırken güneşin,
Rüzgâr korkuyordu esmeye,
Dağıtmayayım diye kokusunu gülün.

Nazlı nazlı sallandı gül, dallarıyla eğilerek.
Sergiledi güzelliğini sevdiğini ayartmayı dileyerek..
Bıraktı kendini rüzgârın kollarına,
Bir oyana bir bu yana gülümseyerek…

Işık etrafında dolandı gülün,
Renginin her tonunu görmek isteyerek.
Kıskanç gölgeler çabaladı örtmeye gülü,
Işığın göstermemesini dileyerek.
Dikenle işbirliği yapan karanlık,
Kıskanarak bedenini örttü dallarına
Gözlerden gizleyeceğini umarak, gülün…

Güneş ışıdığında,
İlk kaçan gölgeler oldu.
Kaybolan karanlıkla,
Bir ışık düştü üstüne gülün.
Kıskanç örtüler,
Kalktılar birer birer boyun bükerek.
Dikenler, kırıldılar kahırdan
Güle yakışmadıklarını görerek.
Yapraklar, serildiler yere, ağlayarak…

Yayılan ışığı ayarttı, güzelliğini gülün.
Renginin gölgesiydi düşen,
Kamaşan gözlerine bülbülün.
Güzelliğinin şehvetiydi
Gül kokusu diye, yayılan havaya.

Bülbül kesilirdi kuşlar,
Söylerken nağmelerini, geceden açan güle…
Sevdası, sabahın çiği gibiydi…
Damla damla kucaklarken goncasını gülün…
Hülyalı…coşkulu…
Sarhoş kuş şakıdı... şakıdı…
Anlattığı, bülbülün hikâyesiydi güle…

Bülbülün şarkısıyla başı dönen gül,
Bir bir açarken yapraklarını,
Serdiği, ayartan kokusuydu büyülü nağmelere.
Renkler dans etti teninde,
Saf beyazdan, kızıl kırmızıya dönüşerek.
Gün ışığı çabalarken marifetini göstermeye,
Utancından gülün beyazıydı,
Başlayan pembeleşmeye…
Koyulaşan pembeler kırmızıya,
Kırmızılar kızıla,
Kızıllar al’a dönüştü yavaş yavaş.

Öptüm küçük kuşun kalbini,
Kan dolarken yüreğime…
Mutluydu uçarken,
Kanat çırptı, hüzünle bakarken geriye…
Döktüğü damlaları,
Bıraktığı ayak izi sandım...
Bir ağaca doğru uçtu,
Sözde saklanacaktı dallarda…
Buradayım dercesine şarkısını söyledi çırpınarak…
Anlattı hikâyesini, “Rintlerin ölümünü” hatırlatarak.
“Hafızın kabri olan bahçedeki her seher açan güle,
her gece öten bülbüle”
imrenerek…

Bir güle baktım, bir küçük kuşa, bir de ışığa…
Dikenler, yapraklar, gölgeler,
Karanlıklar isyan ettiler bana…

Dikenler, çalıştı tırmanmaya gövdesine gülün,
Yırmak için tenimi…
Yapraklar, çabaladı dallara ulaşmaya,
Gizlemek için benden güzelliğini…
Gölgeler, örtmeye çalıştı gülü,
Perdelemek için gözlerimi.
Esmez oldu rüzgâr,
Almayayım diye kokusunu…
Güneş, pişmandı doğduğuna,
Gösterdiği için gülün tenini.
Işıkların parlaklığı söndü,
Ggörmeyeyim diye lâl rengini…

Oysa kuşun çırpınışıydı yansıyan…
... duyup bileyim, bakıp göreyim,
Kkoşup gideyim diye yerini..

Bir güle baktım, bir de bülbüle…
Öyle yakışmışlardı ki birbirlerine…
Söylenmeden duramadım,
Hüzün çökerken gönlüme…

Ay ışığı düştü yine gönlümün yamaçlarına.
Tutunamaz ellerim kayarken saçlarına
Bülbülün kaderidir, beste yapmak gülüne
Canım yanar, gülün ağlayan bülbülüne.


Dedim dedim ama…
Olmuyor… olmuyor... yetmiyor…
Usta yardım et… yardım et bana...
Hayyam Usta güldü halime.
Ve dedi diyeceğini….

"Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün."


Tamam Usta tamam anladık…
Nasıl olsa her şey olacağına varıyormuş…
Bana kalansa yaylayı serin tutmakmış…
Madem kaderiymiş dalından kopmak her goncanın...
Hiç değilse şarabımın rengi lâl olsun, seçeneğim....

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..