Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '10

 
Kategori
Yurtiçi Tatil
 

Gümüşlük'te güneşin batışı

Gümüşlük'te güneşin batışı
 

Batikkent uzerinden Tavsan adasina yururken


Turgut Reis’e bir gece yarısı varabildik. Bodrum’a daha önce bir kez gitmişim. Bitez’de yaşayan abimi ziyaret etmiştim ve sabahtan akşama kadar Bodrum merkezi gezip akşam da ayrılmıştım oradan. Çok fazla bir şey bilmiyorum, görmedim Bodrumla ilgili. Otobüs bizi Turgut Reis’de bıraktiginda Hülya ve Sean acıkmışlardı, pidecide oturup yedikten sonra bir taksi çeviriyoruz, daha önce yerimizi ayırttığımız pansiyona gideceğiz. Mesafe çok uzun değil ama Bodrum’un nasilsa insanlar para harcamaya gelmiş diyerek düzenlenen taksi tarifesine uygun olarak 25 lira yazdığını görünce gözlerim faltaşı gibi açılıyor. Hülya da yanimda

“Ben sana söylemiştim “ dercesine gülümsüyor.

Pansiyonumuz çok güzel bir yerde, Gümüşlükte güneşin batışını izleyebileceğiniz en güzel yerinde , diğer pansiyonlardan görünmüyor güneşin batışı, ama yönetim kötü. Biraz daha ustaca yönetilse harikalar yaratırlar . Sahibine bir gece önce yol üstünde tabelalarinin olmadığını ve taksinin bulmakta güçlük çektiğini söylediğimde içeri girip herkese bağırmaya başlıyor, “hemen yarın tabela ısmarlanacak” diye. Anlamadım ki, kime gösteri yapıyor adam. Sanki bilmiyordu orada tabela olmadığını da şikayet edenlerin huzurunda işini yapmayanlara taviz vermediğini gösterircesine bağırıyor. İki bölümlü bir odadayız ve dalga sesleri ile deliksiz uyuyoruz. Ertesi sabah başka bir oda olup olmadığını soruyoruz çünkü kablosuz internet yok odada, ben gelebilecek olan çeviri işlerimi kontrol etmeliyim. Başka oda olmadığı icin bize iki ayrı oda veriyorlar, Hülya ile ben bir odaya, Sean tek başına başka bir odaya geçiyor. Şanslı cocuk.


Sabah masamıza hesaba dahil olan kahvaltı geliyor. Tabağa itinayla dizilmiş, salatalık, domates, iki dilim beyaz peynir, bal, reçel ve tereyağ , bir de zeytin. Bol miktarda ekmek. Yağda ya da haşlanmış yumurta da isteğe göre getiriliyor. Hepimiz açız, yiyoruz ve denize gidiyoruz. Deniz hic umduğum gibi değil, yüzme bilmeyenler için bir kabus, taşların üstünde yürümeye çalışarak ancak ilerilere doğru giderseniz kumluk bir alan var ama olsun. Yine de güzel. Çok küçük bir yer Gümüşlük, Merkez dedikleri yerde bir kaçbalık lokantası, ev yemekleri yapan bir restaurant, bir çay bahçesi, bir kaç bakkal, bir kaç dondurmaci var. Dondurmaci beş yil once emekli olmus ve o zamandan bu yana dondurma satıyor,

"Gece 12 de kapatiyorum diyor, biraz tenhalaşınca kaçarcasina gidiyorum burdan" Oğluma tercüme ediyorum, o da muzurca gülümsuyor ve ingilizce

"Tamam biz koşede saklanalım bu gece 12 ye beş kala gelelim"

Eczane yok, döviz bürosu yok cünkü esnaf dolar ve euro kabul ediyorlar, en düşük kur fiyatlari ile tabii. Nasil bir hizmet bu ama? Hediyelik eşya satan standlar ve bir kaç mağaza. Çay bahçesinde oturup köfte ekmek yemek istediğimizde görüyoruz ki gelen yabancı turistlere öncelik tanınıyor, epey bekledikten sonra geliyor siparişlerimiz bir de Hülya şikayet ettikten sonra.

Pansiyonda iki genç çocuk çalışıyorlar, Benim büyük oğullarımdan da küçük ikisi de yaşça. Biri Muş’lu, kibar bir çocuk her isteğimize koşturuyor . Zaten bir biz varız pansiyonda bir de pansiyon sahibinin kız kardeşi ve kocası. Diğeri İsmail, Aydın’dan gelmiş calışmaya. 23-24 yaslarinda, işe bir kaç gün önce başlamış. Hava karardığında pansiyonun önündeki şezlonglarin yanlarına birer meşale yakıyorlar ve bana doğru gelip geceleri sahilin çok güzel olduğunu söylüyor İsmail.

“Bende işim bittikten sonra sahil’e gideceğim’ orada görüşebiliriz diyor. Teşekkur edip çekiliyoruz bahçemize.

İkinci gece bize uyku yok. Çünkü Bodrum’un tüm sivrisinekleri bizim otelde kalıyor. Kendimizi odadan kaşına kaşına atıyoruz dışarı, bahçede oturup geceyi laptoplarimızda geçiriyoruz, bir yandan kaşınarak tabii. Ayni bahçede ev sahibinin kız kardeşi ve kocası var, arada onlarla sinek muhabbeti yaparak. Bize kollarımıza bacaklarımıza sıkmamiz için bir spray veriyorlar. Bende yanımda getirmiş olduğum sinek kovalayan bilezikleri çıkariyorum ama nafile. Isırmaktan vazgeçmiyorlar hiç. Ertesi sabah kahvaltı yine aynı, Salatalık, domates, iki dilim beyaz peynir, reçel, bal ve zeytin. Oğlum bakıyor yüzüme, aynı kahvalti mı dünü tekrar mı yaşıyoruz? diye. Hülya çözümü buldu bile

“Sean” diyor,

“Dün salatalıktan başlamıştın, bugün peynirden başla, değişiklik olsun”

Gülüşüp devam ediyoruz. Beş gün boyunca gelen kahvaıti hic değismedi.

Ücüncü gece odayı sheltoxladığımız halde hala sivrisineklerden uyuma olanağı yok. Sabaha karşı artik mücadele etmekten ve kaşınmaktan yorulmuş olarak uyuyoruz. Sabah uyandığımızda pansiyon calışanı İsmail ile karşılaşıyorum,

“Günaydın İsmail” dediğimde

“Günaydin Ayşee” diyor ee yi biraz uzatarak. Şaşkınlık içindeyim. Ayşe Hanım degil ama Ayşeee. Hanım, bey gibi eklemelere çok meraklı değilim ama çocuğun sesinde doğal olmayan bir ton var, rahatsiz edici.

“Ben dün gece sahile gittim, içki içtik çok eğlendik, sizde denemelisiniz” diyor bana ve ben anlıyorum. Bir gün önce bana Amerika’ya gitmenin yollarını soran bu çocuğa birileri tatil köyünde yurt dışından gelen orta yaşlı kadınlarla arkadaşlık kurmalarını tembihlemiş, belli. Bu da onun çabasında. O gun Muşlu çocuğu cekiyorum bir kenara ( Muş’lu olarak söz ediyorum bu çocuktan cünkü gösterdiği tüm samimiyet ve içtenliğine rağmen ben ismini hatırlayamıyorum . "Muş”lu olarak kaldı aklımda.) ve İsmailin her sabah ve akşam benimle dilbilgisi çalıştığını anlatıyorum.

“Sahile gidiyoruz, sahile gidecekler, sahile gidecek misin?”

“Tamam” diyor, anlayarak ve biraz mahçup

“Ben konuşurum onunla”

“Rencide etmeden anlatırsan sevinirim” diyorum ve ertesi sabah uyanıp odadan çıktığımda karşılaştığım İsmail karşımda “Günaydin Ayşe hanım” diyerek karsılıyor beni. İşe yaramış besbelli.


Ev sahibinin kız kardeşi türbanli bir bayan, ertesi gün denize girerken görüyoruz, “Haşema “ denilen bir kıyafetle, oğlum yine şaşkın. Neden böyle bir kıyafet giydiğini sorduğunda, dini inançarı ne olursa olsun herkesin denizden faydalanma hakları oldugunu anlatıyorum ama güçlük çekiyor anlamakta, kaldığımız yerde azınlıktalar cünkü..Amerika’da da hiç karşılaşmamış böyle bir manzara ile.


O gece Bodrum’a gidiyoruz gezmeye, bankadan para çekeceğiz, cünkü Gümüşlükte banka yok, biraz etrafi gezeceğiz. Bodrum merkez hic ilgilendirmiyor beni, dejenere bir ortam, Gümüslük daha güzel ve sakin. Maraş Dondurmacısı görüyoruz ve dalıyoruz içeri, gece olmasına rağmen öyle sıcak ki, dondurma süper olacak. Dondurmacı bir gözüyle süzerken bizi dondurmalarimızı hazırlıyor, bir masa seçip oturuyoruz, Böyle güzel bir dondurma yememiştik çoktandır. Hesabı ödemek için adamın yanına gittiğimde kulağıma eğilip fısıldayarak beni şaşırtan şu sözleri söylüyor.

“Abla, kılıcınıza bakıyordum , çok güzel, biz burada takamiyoruz”
Boynumda asılı Zulfikar’dan söz ediyor. Şaşkınlık içindeyim tabii ben yine, Maraşlı bir alevi Bodrum’da yaşıyor ve boynuna Zülfikar takamadığını söylüyor. Amerika'da biri zülfikarımla ilgili bir yorum yaptığında ya da soru sorduğunda şaşırmıyorum ama burada böyle bir yorum duyacağımı aklıma getirmemiştim hiç. Nedenini sorduğumda

“Burda hemen farklı davranıyorlar ne olduğumuzu öğrenince” diyor. Çok üzücü. Aklima Muğla olaylari geliyor, Öldürülen kürd çocuk, bu haberleri duyduğumda vazgeçmiştim ben zaten ileride Ege’ye yerleşmekten.


Minibüslere doğru yürürken bir Tekel bayii görüyoruz

“Hadi Hülya, alalım bir şişe şarap gidip bahçede oturup içelim” diyorum içeri dalıyoruz. Yine şoklardayım, kasanın arkasında çember sakallı bir adam ve türbanlı bir kadın. Şarap , bira, diğer ağır ickiler, sigara satiyorlar. Fiyatini bildiğim bir şarap soruyorum yanıt “20 milyon” Wow ki ne wow. Gerisin geriye çıkıyorum. Ne diyorlar acaba? Şarap içmek haram ama satmak değil! mi?

Biraz ilerde Tekel Bayii var tekrar, giriyoruz içeri, bir başka çember sakallı, Şarabın fiyati daha da yüksek ilkinden, almıyorum inat ettim. Çıkıp bakıyorum dükkanin tepesine “Hacı Murat’in Tekel Bayii” Iİginç ya, Bu ne yaman çelişkidir ki, bunlar şarapları satabiliyorlar ama Maraşlı dondurmaci Zülfikar’ini takamıyor boynuna. Şarabimızı almadan dönüyoruz pansiyona


Ertesi sabah bir gürültü patırtı , sabah saat 7 ve uyaniyoruz. Merakla dışarı cıkıyoruz günlerdir aynı gecelikle ortada dolaşan pansiyon sahibesi dışarıda, ne olduğunu sorduğumda

“Ha yok bir şey, septik tanklarını boşaltmaya geldiler” Belediyenin bir kamyonu bahçeye yanaşmiş, bir kaç kişi haril haril calışıyor, dehşet bir koku sarmış ortalığı.. Hülya ama daha çok ben yine şoktayiz. Hülya gülümsüyor

“İşte böyle, otobüslerde internetimiz var ama biz hala septik tanklar ile boşaltma yapıyoruz”


Dördüncü gecemizde hazırlıklıyız, marketten aldığımızz fişe takılınca sinek kovalayanlar var, sheltox var, bahçede unutulan Off spray şişesini de zimmetimize geçirmişiz. Önce odayı ilaçlıyoruz, sonra kendimizi, sonra fişe taktığımız sinek kovalayanlar. Yatmak icin odaya girdiğimizde elimizde pikeler, içerde hayatta kalmayı başaran sivrisinekleri taş duvarlarda öldürüyoruz ve rahat bir uyku uyuyoruz nihayet. Biraz ilaç kokuyor ama olsun, tatilin amacı dinlenmek bizde dinlenmeye kararlıyız. Azimle tüküren betonu delermiş.


Son günümüzde karşıdaki Tavşan adasına yürüdük, Oğlum için müthiş bir yürüyüştü, geri döndüğünde bunu arkadaşlarına anlatacak ve resimler çekiyoruz, gitmeden Facebook’ta paylaşmak içinç Suyun üzerinden Batıkkentin çatılarinin üstünden dikkatlice, vardığımızda bir levha ile karşılaşıyoruz, .

“Kazı alanına girilmesi tehlikeli ve yasaktır”

Bizde uyarıcı levhaya rağmen herkes gibi tellerin arasından girerek tepeye çıktık, manzara muhteşem. Eminim ki oğlumun belleğinde kalacak bu manzara, bakışlarından belli ne kadar keyif aldığı görüntuden.


Beşinci gun Malatya’ya doğru yola cıkacağız ama yükümuz ağır, biz çok gerekliymiş gibi birer valiz bir sırt çantası bir de lap toplarla gelmişiz.Getirdiğimiz kıyafetlerin yüzde 80 ini giymedik bile. Ya kadın olmak zor iş, ya biz işi bilmiyoruz. Kurye çağırıyoruz ve iki bavulu kurye ile İstanbul’a gönderip sırt çantalarımız ve laptoplarımizla Bodrum havaalanının yolunu tutuyoruz. İsmail “Güle güle Ayşe Hanım “ diyor, pansiyon sahipleri ile vedalaşıyoruz. Yine de güzeldi, tüm olumsuzluklara rağmen, keyif aldik, güneşin batişını oradan izlerken. Türkiye’den ayrıldıktan 27 yil sonra da bir Bodrum tatili yaşadım, kısa da olsa. Kimbilir neler vardı daha yapılacak ama eksiklik duymuyorum.

Malatyayı bekliyoruz merakla..Malatyada Zehra bekliyor , Zehrayı tam 30 yıldır görmemişim. Yıllar sonra Facebookta bulduk birbirimizi , geziden söz edince geleceğini söyledi. Ben Bodrumda tatil yaparken o İzmirde geçiriyordu zamanını ve Bodrum’a gelip bize katılacaktı, aniden Istanbul’da evini su basınca geri döndü Istanbul’a ve Malatyaya uçacak, orada buluşacağız. Sabırsızlaniyorum.

 
Toplam blog
: 20
: 1291
Kayıt tarihi
: 04.10.10
 
 

Bin yildir Turkiye'den uzak yasamis olmanin vermis oldugu olumlu ve olumsuz deneyimleri, cevremdeki ..