Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '11

 
Kategori
Deneme
 

Günaydın

Günaydın
 

Milyonlarca kelebeğin kanat çırpışıyla görüyorum ışığı. Kelebekler etrafımda uçuşurken bunların birer kral kelebeği olduğunu anlıyorum, turuncu kanatlarının üzerinde siyah benekler bulunan kral kelebekleri. Işığın önüne her geçişlerinde şeffaflaşan kanatları etrafa cılız bir turuncu ışık saçıyor. Duvarlarımdan yabani sarmaşıklar yavaş yavaş tırmanmakta, sinsice kendilerine ilerleyebilecekleri yollar ve çatlaklar aramaktalar. Yeşil, etrafa yayılan kıpırtılı turuncu ışıkla birleşince tuhaf bir şekilde maviyi aratmakta. Onu bulmak o kadar da zor değil hatta fark etmemek neredeyse imkansız gibi; çünkü bir şelale şeklinde yıldızların üzerinden dökülmekte tüm yeryüzüne. Balta girmemiş bir ormana girmek için kullanılan bir pala gibi elimi kullanıyorum önümdeki sık ormanlığı aşmak için. Türlü böceklerle kaplı bir cangıl burası, açıkta kalan yerleriniz ısırgan otlarına sürtünerek bir ürpertiyle sizi titretiyor ve savaştan çıkmışçasına her yeriniz yara bere içinde kalıyor. Bu ormanı aşmak o kadar kolay olmasa da kelebeklerin küçük bir yardımıyla yolumu çabucak buluyorum. Burada bir an için yalnız olduğumu sansam da yanıldığımı ormanın içinden gelen boğuk bir sesle hemen anlıyorum; fakat bu sesin bana ne dediğini anlayamıyorum. Yabancı bir dil olsa gerek diye düşünüyorum, belki de diyorum yerlilerden biridir ve beni kabilesiyle tanıştırmak istiyordur. Ses gittikçe yaklaşıyor ve ben neredeyse bu dili çözecek kadar uzmanlaştığımı zannediyorum. Yaklaştığım yerdeki şelalenin sesi aniden yükselince artık büyük bir uğultudan başka hiçbir şey duyulmaz oluyor. Suyun serinliğini iliklerimde hissediyorum, beni tazeleyen ve derimi bir kağıt gibi büzen yenileyici yaşam kaynağı oluk gibi üstüme akıyor. Kelebekler yine etrafımda dolanıp üzerime ışığı konduruyorlar ve oyunlarına şelaleyle devam ediyor, kırılıyor, birbirlerine çarpıyor ve her su damlasını soğuk birer mücevhere dönüştürüyorlar. Üstüme tane tane dökülen mücevherlerle tazeleniyorum şimdi; kırmızısı, moru, sarısı, turuncusu, yeşili, eflatunu, erguvanı, fakat birden göğü kapayan kara bulutlar her yere karanlığıyla hakim oluyor ve her rengi bastırarak mutlak hakimiyetini ilan ediyor, yıkıcı ve gürültücü bir yıldırım göndererek kelebeklerin kaçışmasına neden oluyor. Etrafta ne şelaleden ne de ormandan eser var artık; o sık bitki örtüsünün bu kara bulutlara nasıl yenik düştüğünü anlamaya imkan yok, peki ya şelale, o dinmek bilmeyen serinliğiyle akan memba nerede şimdi? Ormanın olduğu yerde karanlık bir koridor, şelalenin aktığı yerde bir duş, durduğum yerde ise banyo fayansları dünyamın içine doluyor. 

Yine o sesi duyuyorum derinlerden, gittikçe yaklaşıyor ve ben onu her seferinde daha bir tanıdık buluyorum. Sanki tanıyorum bu sesi, hatta bu dili de biliyorum ama cevap vermek dünyamı yıkan bu sese öyle zor ki. Söyleyeceğim söz boğazımda düğümlenirken vücudum baştan aşağı bir kasılma nöbetine tutulmuş gibi titremekte, şakaklarımdaki damarlar iyice belirginleşirken yüzüm kıpkırmızı olmakta, boğazımdan ise konuşmayı sökmeye çalışan bir çocuğun söyledikleri gibi anlamsız sesler çıkmakta. Derken tüm dünyam paramparça oluyor ve ben bir seferde söyleyiveriyorum “GÜNAYDIN!“ 

 
Toplam blog
: 6
: 485
Kayıt tarihi
: 17.01.11
 
 

1984 İzmir doğumluyum. Celal Bayar Üniversitesi işletme bölümü mezunuyum. Okumak, müzik dinlemek, gi..