Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '15

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Günce kolektomanim

Günce kolektomanim
 

google


Sıradan insanların mektuplarını ve güncelerini toplarım.

Şerh: Toplarım ama saklayamam, çünkü evsizlik çok kez beni vurdu.

Edebiyat; benim için, günce, mektup, deneme; 1. tekil, 2. tekil, 3 tekil kişi kipinde gider. Edebiyat eleştirisi için ise bu, 3. sırada öykü / roman olarak işler. Bu, bana aptalca, cahilce, çirkin yalanca, imayı severce, doğrudan bilgiye katlanamayıcı gelir.

Benim için günce, mektuptan daha önce gelir. Çünkü insanlar, her ne kadar olabiliyorlarsa o kadar, yani en dürüst halleriyle güncelerinde yazarlar. Sonuçta insan, günceyi kendi için yazar ve kendinden başkasına da okutmaz.

Ancak bu günceler, döner dolaşır hurdaya düşer ve bana ulaşır bir biçimde.

Bugüne kadar, en evsizken bile, parkta yatarken bile, koruyabildiğim 2 günce var:

İlki, 2. Dünya Savaşı sırasında, bir Ermeni kızın İzmir Amerikan Kız Lisesi’nde okurken tuttuğu günce.

İkincisi ise, bugünlerde orta ünlülükte olan, bir tiyatrocu hanımın güncesi. Adı güncesinde olduğu için, bunu anlayabildim ve 15 yıl boyunca falan izini sürebildim.

1941 İzmir ve 1986 İstanbul. 2 kadın. Günceleri yazarken, birbirlerine çok yakın yaşta imişler.

Anlatıları çok doğrudan, yaşamları ve kişilikleri çok sıradan.

Birincisi 2. Dünya Savaşı bilincine sahip değil, ikincisi tiyatro bilincine sahip değil. Sudaki balık kadar, içinde yaşadıkları kültürel denizden habersizler.

İşte, güzel olan burada.

Bu bilinçsizlikle bile, çok doğrudan bilgileri, onları  yakaladıklarını ayırsamadan bile, elde etmişler.

İlki azınlık olmakla ezilmiş, ikincisi bakire kız olmakla ezilmiş. İkincisinin bekaretini yitirişini bir anlatışı var ki burada sınırı geçmeyeceğim: Hem mahremiyet, hem de ceza hukuku açısından.

Kendileri hem yayınca, hem de avukat olan 2 arkadaşıma konuyu sorduğumda, birbirine karşıt yanıt aldım bu konuda.

Biri der ki yayın hakkı senindir, biri der ki mahremiyet davası açılabilir. Sorun şu ki bu konuda içtihat yok. Tamam Attila İlhan, kendisine, yazılmış mektupları yayınlamıştı ama zaten orada mahrem bilgi yoktu ve zaten Türk yayın hukuğu, mektubun gönderildiği kişiye yayın hakkı veriyor.

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır, demişler:

Bir sevgilim, ayrıldıktan sonra, ona yazdığım mektupları bana iade etmişti. Ben de, hem ona yazdıklarımı, hem de onun bana yazdıklarını yok etim. Şu an üzgünüm.

Bir hanım (yalnızca) arkadaşım, ona yazdığım mektupları bana iade etmişti. Ben de, hem ona yazdıklarımı, hem de onun bana yazdıklarını yok etim. Şu an üzgünüm.

Bir (yalnızca) hanım arkadaşım, ona yazdıklarımı, evlendikten sonra, yok etmişti. Şu an üzgünüm.

Bir sevgilim, ayrıldıktan ve kendi yazdıklarımın bir bölümünü imha etmemden sonra, hem ona yazdıklarımı, hem de onun bana yazdıklarını benden yürümüştü. Şu an bundan çok memnunum. Onun bana yazdıklarının telif hakkı ise, bende saklıdır bence.

Şu an, anımsadığım kadarıyla, eğer onlar onları yok etmediyse, en az 15 hanımda mektuplarım var. Bir bölümü sevgilimdi, bir bölümü arkadaşlarımdı.

Öznellik böyle.

Gelelim nesnelliğe:

O güncelerden öyle şeyler öğrendim ki onlar, yalnızca sözcüklerden oluşmuşlarsa da, sözcükdışılar. Bir tür, İnci Aral’ın ‘Ağda Zamanı’ adıl öyküsünün son tümcesi olan ‘ağda zamanı’ gibi.

Tabii ki belirttiğim üzere, mektuplarından çok şey öğrendiğim kişiler hanımlar. Hanımlar, bazı şeyleri güncelerinde bile doğrudan dilegetiremiyorlar. Yine de, gerçeğe en çok yaklaşabildikleri yer günceleri.

İşte bu:

O yüzden geriye yansıtma ve ters-mercekten geçirme yapınca, bilginin aslı ortaya çıkabiliyor. Her zaman değil ama çoğunluk öyle oluyor.

O nedenle, bir gün bu günceleri yayınlayacağım.

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..