Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '09

 
Kategori
Anılar
 

Günde kaç kez gülümsüyorsunuz?

GÜNDE KAÇ KEZ GÜLÜYORSUNUZ?

Kaç kez sinirleniyorsunuz peki? Çok… Değil mi? Bu kocaman şehirde sinirlenecek çok şey var, dünyada da… Kendime bir yöntem buldum, sizlerle paylaşmak istiyorum. Sinirlendiğim olayların komik yanlarını bulmaya çalışıyorum.Bulamazsam da bekliyorum.Komik bir yan çıkıveriyor. Pollyanna’nın modası geçti, demeyin… Başıma geleni anlatayım. Önerimi bir kez daha düşünün…

Yazma çabalarımı bilen bir arkadaşım telefon etti. Söylediğine göre bir tiyatroda yazarlık üzerine atölye çalışması başlıyormuş. İlk çalışma geçen hafta yapılmış ama katılabilirmişim. Cumartesi 16.00’da…Yaşasın! Ne çok özlemişim öğrenciliği, içim kıpır kıpır.

İki günü zor bekledim. İki saat önceden hazırlanmış buldum kendimi. Çıkayım bari, tiyatro civarında çay may içerim, biraz tiyatro havası koklarım. Belki erken gelenler olur onlarla tanışırım falan… Apartmanın kapısından çıkınca derin bir nefes aldım. Havada bir güzel ki… Arabayı park ettiğim yere doğru kafamı bir çevirdim. O da ne? Araba gözükmüyor. Önümde ve arkamda birer beyaz minibüs, arabanın yanına arkalarından bitişik park etmiş iki kamyon. Hayda!.. Ne olacak şimdi?

Vaktim var ama, bu iki kamyon büyük ihtimalle bu gün mahallemizde kurulan pazarın kamyonlarıdır. Pazar saat 19.00’da bitiyor. Yok canım, mutlaka bir nöbetçi falan vardır bunların civarında. Arabaya bindim, çalıştırdım. Gelen giden yok. Bir iki kornaya bastım. Korna çalmaktan da nefret ederim. Evlerde hastalar, çocuklar vardır… Böyle olmayacak. Çantamdan kağıt kalem çıkardım plakaları yazdım (kursa gidiyor olmanın güzelliği, kağıt kalem mevcut!), doğru pazara gittim.Tezgahlara sormaya başladım “Bu kamyon sizin mi?” “Bu plakaların sahibini biliyor musunuz?” diye dolaşırken, bir tezgah sahibi fikir verdi, “Pazarın içinde belediye görevlileri var, onlara sorun., onların listeleri var, herkesi yazıyorlar”. Teşekkür ettim, yürüdüm.

Sonra aklıma gelen başka bir şeyi tekrar tezgahlardan birine sordum: “Belediyeciler ne tarafta olabilir?” Cevap: “Şu tarafa doğru gittiler” Hadi bakalım… Yürü, yürü ne uzunmuş bu Pazar. Hiç fark etmemiştim. Sokağın sonunda buldum belediyecileri. Kağıdımı uzattım, derdimi anlattım. Üzüntüyle kafalarını sallayarak “Bizde sadece tezgah yerleri ve sahiplerinin ismi var, araçlarının bilgileri yok” dediler.

Eyvahhh! Zaman akıyor ve çözümüm yok. Ne şans ya offff… Beş karış suratımla arabama doğru yürümeye başladım. Yaklaşınca bir umut belirdi içimde. Belki de gitmişlerdir. Yahut şoförleri kamyona gelmiştir. Arabanın başına geldim, değişen hiç bir şey yok. Durdum öylece salak salak etrafa bakıyorum. Apartman görevlimiz yanıma geldi, karşıdan görmüş halimi. Espri anlayışını sevdiğim biridir. “Şanslı gündesiniz, piyango çıkmış!” dedi. “Evet. İşin kötüsü bu gün saatli işim vardı. Bir kursa gidecektim ilk günden geç kalıyorum. Oysa iki saat önce çıkmıştım” dedim. Beraber güldük. “Ne yapmayı düşünüyorsunuz?” deyince yaptıklarımı anlattım. “Polisi arasanız” dedi. Hay yaşa! Beynim durmuş iyice. Hemen aradım. Durumu anlattım. Aramızda geçen diyalog şöyle oldu:

- Kamyonlardan birini çektirebilirseniz çıkabileceğim.

- Üzgünüm hanımefendi, çekiciler kamyon çekemiyor.

- Ne yapacağım peki?

- İsterseniz önünüze ya da arkanıza park etmiş olan minibüslerden birini çektirebilirim, bu çıkmanızı sağlar mı?

- Sağlar da, ben hiç hatasız park etmiş insanların arabasını ne hakla çektireceğim? Hayır, böyle bir talebim yok. Sadece bir şey soracağım, bu kamyonlar yaptığı ile mi kalacak? Bari gelip bir ceza yazsaydınız.

- Ceza için gelmeme gerek yok. Lütfen plakaları okuyun bana, cezasını yazar göndeririz.

Plakaları okuduk, teşekkür ettik, telefonu kapattık. Saatler 15.45…Evden çıkarken nasıl mutluydum, halime bak. Ağlamak üzereyim… Ve mucize oluştu. Önümdeki minibüsün sahibi geldi arabanın içinden bir takım evraklar aldı karıştırıyor. Hemen yanına gittim. Arabayı çıkarttı. Oluşan tünelden geçip çıktım.15 dakika gecikmeyle gidebileceğim.

Uzun bir masanın etrafında yirmiden fazla insan oturuyor. Masanın başındaki beyaz saçlar kimin ders verdiğini gösteriyor. Masanın öbür ucunda yavaşça yer açıp beni aralarına aldılar.Gümüş saç konuştu:

- Yeni katılanlar için özetleyeyim. Bu bir tiyatro oyunu yazma atölyesidir. Geçen hafta gelenlere bir ödev vermiştik. Trafik konusuyla ilgili bir çocuk, bir de gençlik oyunu yazmak üzere 10’ar kelimelik bir özet hazırlayacaklardı. Bu özet cümlesine “resume” diyoruz. Şimdi sırayla herkes okuyacak.

Okumaya başladılar. Zevkle dinledim. Benim sağımda oturan arkadaş okurken, solumda oturanın okumak üzere hazırlık yaptığını gördüm. Sağımdakinin okuması bitti, solumdaki tam başlarken elimi kaldırdım söz aldım.

- Ben sıramı kullanmak istiyorum. Evet geçen hafta yoktum. Ödevden de haberim yoktu. Ama ben oyunumu yaşayıp geldim. Şu anda geç kalma nedenime hiç kızgın değilim. Ben trafikteki yanlış park etmelerin insan hayatı üzerine etkilerini örneklerle anlatacağım.

Ve başıma gelenleri anlattım çok güldüler. Bazıları çok şanslı buldu beni. ”Biz konu bulabilmek için perişan olduk, sizin ayağınıza gelmiş” dediler. Özellikle orada bulunmak için çok heyecanlanıp evden iki saat erken çıkmam onlara çok komik geldi. 50 yaşında yeniden öğrenci olmanın güzelliğini anlatacak kelimem yoktu ki!..

Üstelik Ümit Denizer öğrencisi olmuşum…Gerçekten şanslıyım…

İşte böyle…Delirten bir durum nasıl sonuçlandı…Kötü görünen olayların gerisinde, yanında yada ilerisinde gülümsetecek bir şey bulunuyor bence…

Fikrimi beğenmediyseniz, hala gün içinde de gülümseyecek olay ya da görüntü olmadıysa bari yatmadan aynada kendinize gülümseyin…

Gülümsemeden gün geçmesin!...

 
Toplam blog
: 23
: 818
Kayıt tarihi
: 10.02.09
 
 

GÜLÜMSEMEDEN SORUMLU DEVLET BAKANLIĞI'na talibim... Blog yazarlarından Sema Şener burada olmam gere..