Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '11

 
Kategori
Tarih
 

Güneş İmparatorluğunda din öğretimi

Güneş İmparatorluğunda din öğretimi
 

Mu uygarlığının yönetiliş biçimine ve bunun aracı olan ilk tek Tanrılı dine, "Mu Dini"ne göz atalım. Mu uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorların unvanı, güneşin oğlu da denilen "Ra Mu" idi. 

 

Mu imparatorluğunun bir diğer adı da "Güneş İmparatorluğu"idi. Mu dilinde "Ra" kelimesi, güneş anlamına geliyordu. Mu'nun kolonisi olan Mısır'da da güneş tanrıya "Ra" adı verilmiştir. Ayrıca, kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya'da da imparatorun unvanı "Güneşin Oğlu" dur. Bunun yansıra eski Maya ve İnka uygarlıklarında da krallar aynı unvanı kullanmışlardır. 

 

İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan "Naakaller" bulunuyordu ve bunlar yönetici sınıfı teşkil ediyordu. "Kutsal Sırlar Kardeşliğinin üyesi olan Naakaller'in tüm dünyaya yaymış oldukları "Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dindi. İlk dinsel kayıtlar 70.000 yıldan daha eskidir. Bunlar bize Mu dan gelen ve Naaakaller denen yetişmiş bir ustatlar topluluğunun Anavatanın kutsal dinini kolonilere ve koloni imparatorluklarına taşıdıklarını anlatmaktadır. Bu Naakaller girdikleri her ülkede rahiplik düzeyindeki din eğitimi ve diğer bilimlerin öğretilmesi için okullar kuruyorlardı. Bu okullarda oluşturulan rahiplik kurumu da halkı eğitiyordu. Babil’de Kaldi denilen bu okullarla ilgili çok ilginç kadim bir yazıt vardır. Şöyle der “ister prens isterse bir köle olsun, kapı herkese açıktı. Doğrudan mabede geçerlerdi, eşittiler, çünkü semavi babanın huzurundaydılar ve burada gerçekten kardeştiler. Hiçbir ücret alınmazdı; herşey karşılıksızdı.” Koloni ve koloni imparatorluklarının hepsinde bu ögretiler Kutsal Sırlar adı altında toplanmıştı. Kutsal sırlar yalnızca yüksek mertebelere erişen rahiplere ve yükseleceği belli olan varislerine teslim edilirdi. Buna rağmen mısır döneminde istisnaları da olduğunu görüyoruz. Mısıra giden ve aralarında Solon, Eflatun, Fisagor ve Thales gibi isimlerinde bulunduğu pekçok yunan filozofu da bu bilgileri öğrenmişti. 

 

Naakaller bu dini, sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyorlardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlarını sadece inisiye edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi.Naacaller'in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu. Naakal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tanrının geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmekteydi. Mu dinine göre Tanrı o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi. İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani "Ra" idi Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırılmış iddiaların ve güneş kültü diye nitelendirilen inanışların kökeninde yatan olgu budur. 

 

Naakal öğretisinde Güneş doğrudan Tanrı değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlarının kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde "bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu. Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal kardeşlik örgütünün de başı, Ra Mu'nun kendisiydi. Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak "Güneşin Oğlu" unvanını taşıyordu. 

 

Mu uygarlığında din orijinal halinde belli aşamalarla öğretiliyordu. 

 

Birinci: İnsana önce sonsuz, ve herşeye Kadir ve Yüce bir Varlığın olduğu öğretiliyordu ve O’nun aşağıda ve yukarıda her şeyin Yaratıcısı olduğu. İnsanın bu kadir varlık tarafından yaratıldığı ve O’nun tarafından yaratıldığı için onun oğlu olduğu ve aynı şekilde bu Varlık’ın semavi babası olduğu. 

 

Ikinci : İnsan yaratıldığı zaman Yaratıcı insanın bedenine asla ölmeyen fakat ebediyen var olan bir ruh yerleştirmişti. 

 

Üçüncü : İnsan yaratıldığı zaman, maddesel bedeninin, geldigi yer olan toprağa geri dönmesi takdir olunmuştu. Bu maddesel beden öldüğü zaman ruh serbest kalıyor ve ötealeme giderek bekliyordu. 

 

Dördüncü : Semavi babanın Yüce Sevgi olduğu ve bu yüce sevginin tüm evreni yönettiği ve asla ölmediği bireyin zihnine iyice işleniyordu. Her zaman Semavi babasına korku ve endişe duymadan, tam bir güven ve sevgiyle yaklaşmalı, O’nun kendişine sevgiyle kucak açacağını bilmeliydi 

 

Beşinci: Tüm insanların aynı semavi baba tarafından yaratıldığı işleniyordu; bu nedenle tüm insanlar kardeşti ve birbirleriyle ilişkilerinde bu gerçek esas alınmalıydı. 

 

Altıncı: Son olarak dünyadaki görevleri, öte tarafa çağrıldığı zaman en elverişli geçişi yapabilmek için nasıl yaşaması ve kendisini nasıl hazırlaması gerektiği öğretiliyordu. Özellikle de doğruluk, sevgi, yardımseverlik, Safiyet ve Semavi Babasına tam bir sevgi, güven ve teslimiyet yolunu izlemesi gerektiği anımsatılıyordu. 

 

Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara "şeffaf mabetler" deniliyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü acıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir. 

 
Toplam blog
: 101
: 5279
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Ege Üniv. İşletme Fakultesi'ni, daha sonra da Harward Üniversitesi'nin Master programını Türkiye'de ..