Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '09

 
Kategori
Siyaset
 

Güneydoğu günlüklerim - 2

Güneydoğu günlüklerim - 2
 

Mardin'deki lisenin ünlü kapısı.


Bu sabah saat sekiz buçukta kalktık. İlk dolmuşa binerek eski Mardin'e doğru yola çıktık. Dolmuştan indikten sonra bir süre etrafı dolandık, nihayet önümüze çıkan bir internet kafeye girdik kahvaltı yapmak amacıyla.

Orada internet kafelerde bir vitamin bar ve böyle kahvaltı hizmeti de sunuluyor. Bütün mağazaların da aynı manzarayı size vaat etmesi şaşırtıcı değil, önünüzde sonsuza doğru uzanan Mezopotamya Ovası... Şansınız varsa, hava güzelse orada oturup bir yandan bu sonsuz görüntüyü seyredip bir yandan kahvaltınızı yapabilirsiniz. Nitekim biz de öyle yaptık.

Oturduğumuz yerin altında belediyenin olduğunu tahmin ettiğim hayvan barınağı vardı. Sabah hepsi tek tek yüksek sesler eşliğinde barınaklarından çıkıyordu, eşeklerin sesi kahvaltımız boyunca hiç kesilmedi. Bir önceki yazıda söylemiştim sanıyorum, tekrar etmenin zararı olmayacaktır, Mardin'de sokaklar daracık, bu yüzden eşeklerle yapılıyor taşımacılık... Taşımacılık derken kastettiğim tüp-su taşımacılığı ve tabii çöplerin toplanması...

Kahvaltımızı bitirdikten sonra bir taksiyle eski Mardin'in en ucuna kadar gittik. Bugün öğretmenler günü, üç çocuk görüyoruz, evlerinden çıkıyorlardı, birinin elinde bir tane gül... Fotoğraflarını çekmek için istediğimiz izne önce biraz nazlanıp daha sonra izin verdiler. Ardından "evinizi gezebilir miyiz" diye sorduk ve kapıyı açtılar. İçeri girdik, klasik bir Mardin evi. Büyük bir kapıdan geçiyorsunuz, karşınıza kocaman bir avlu çıkıyor ve o avluya açılan evler...

Evi gezdikten sonra etrafı gezmeye başladık. Ayn Tokman Çeşmesi çıktı karşımıza ilk olarak, Hoşgeldin Sokak'tan geçerek tarihi bir hamama gittik. Hamamın önünde iki yaşlı kadın oturuyordu, Türkçe bilmiyorlar belli ki. Ancak kendilerine yetecek "banyo", "5 YTL" (oralara TL henüz gelmemiş), "hamam" gibi kelimeleri öğrenmiş ve kullanıyorlar. İçeride görevli bir çocuk da sanıyorum kulağı duymadığından çok da rahat konuşamıyordu. Hamamı gezdirdi bize, kullanılıyor halen, oldukça da sıcak...

Hamamı gezdikten sonra hemen yan taraftaki Sıtti Radviye Medresesi'ne gittik. Medrese çıkışında bir grup çocuk öğretmenleriyle medreseyi gezmeye geliyorlardı. Sonra yürümeye başladık, daracık sokaklardan, Abbara denilen kemerlerden geçtik, kapısının önünü süpüren bir kadınla karşılaştık. Evini anlattı bize. "On dört, on beş senedir buradayım, burası mülkümdür. Mutfağını falan yaptırdık..." dedi.

Kadınla ayrılıp sokağı takip ederek Sabancı Kent Müzesi'ne gittik. Sabancı grubu kente gerçekten çok güzel bir müze kazandırmış. İçinde arkeolojik eserlerin yanı sıra, bilgi verici videolar da düzenli olarak gösteriliyor. Her videonun süresi ortalama beş dakika olduğundan bittikçe yeniden başlayıp seyredebiliyorsunuz.

Telkari ki oraların en meşhur gümüş işlemecilik sanatı, taş işçiliği ile ilgili videolar vardı. Mardin'de Günlük Yaşam başlıklı videoda geçen bazı şeyleri buraya aktarmakta yarar var diye düşünüyorum:

"Evlerin taşları kalın, kışın sıcak, yazın serin oluyor. Yazın damda yatılır. Yemekler daha çok ete dayalı. Kaburga dolması, mumba... Kışa hazırlık yapılır burada, daha çok bulgur biriktirilir."

Müzede bir de kendisini oldukça yetiştirmiş güvenlik görevlisi bir kızla konuştuk. Müzenin oluşumu hakkında epey bilgi verdi. Alt katta yer alan sanat galerisi, Dilek Sabancı'nın müzayedelerde kazandığı eserlerden oluşturulmuş örneğin. Bir süre sohbet ettik, bizi ertesi gün oynanacak "Mardinspor-İskenderunspor" karşılaşmasına davet etti. Kibarca reddettik.

Buradan çıkıp yürüye yürüye dolaşmaya devam ettik. Eski bir konağı kendisine mekan olarak belirlemiş PTT'yi gezdik. Geniş bir avlu ve avluya açılan odalar... Yine aynı yani. Oradan da Mezopotamya'yı seyrettik biraz daha, yine doyamadan. Merdivenlerden aşağı inerken küçük bir kız çocuğu "güzel fotoğraf çekin" dedi, "çekiyoruz, çok güzel fotoğraflar çekiyoruz" diye karşılık verdim.

PTT'den çıktığımızda öğleni geçmişti, yavaş yavaş karnımız acıktığından Rudi isimli bir kebapçıya gittik. Dışarıdan baktığınızda bir esnaf lokantası gibi dursa da turizm kitaplarına girmeyi başarmış lezzetiyle, zaten esnaf lokantaları genelde hep lezzetli yemekler yapar, biliyorsunuzdur.

Tabii yemeğimizi bitirip geziye devam ettik. Zinciriye Medresesi'ne çıkmaktı hedefimiz. Önce Mardin Kız Meslek Lisesi'ni gezdik. Meşhur kapısını gördük, siz de görmüşsünüzdür muhtemelen, Türkiye'nin tanıtımıyla ilgili afişlerde de kullanılmış bu kapının resmi.

Medreseye çıkarken henüz bulunmuş bir yerleşim yerini gördük. Tam olara açığa çıkamamıştı daha, "ne yaparken buldunuz" dedik, "kazarken" dediler. Kazı amacı neydi tabii bilemiyoruz. Mardin böyle bir yer, kazdığını yerden tarih fışkırıyor. Nitekim yağmurlu günlerde hala sularla beraber aşağı sikkeler de inermiş. Halk da bunları toplar arkeologlara teslim ederlermiş.

Zinciriye Medresesi'ne çıktık ve orada görevli polis bize rehberlik yaptı. Mardin'de işler genelde böyle yürüyor, görevli polisler görevli oldukları yeri araştırıp gelen insanlara rehberlik yapıyorlar. Bu gönüllülük işi sanıyorum, fakat her yerde aynı durumla karşılaşınca acaba teşvik de var mı diye sormadan edemiyor insan.

Gezdiğimiz medresenin özelliği tamamen simetrik inşaa edilmesi imiş. Yani birbirinin üstüne oturan karşılıklı aynı yapılar... Akustiği çok iyi yapılmış bu medresenin, iki farklı ses çıkaran kapı kulbu ilk olarak burada karşımıza çıktı. Bu kulpların seslerine göre gelenin kadın mı erkek mi olduğunu anlayıp kapıyı ona göre açıyorlarmış o dönem. Her yerde karşımıza çıkan bir başka şey ise hayatın akışını simgeleyen havuzdu. Bebeklik-çocukluk-gençlik-orta yaş ve ihtiyarlık... Her bölümün ayrı bir yapısı, ayrı bir akışı olan hayat havuzu...

Medreseden bizi gezdiren polise teşekkür ederek ayrıldık. Araştırma yapmak amacıyla bir kuyumcuya girdik. Kuyumcu bize dert yanmaya başladı. "Ayıptır söylemesi ben hristiyanım." (niye ayıp demek zorunda bırakılıyor insanlar acaba? Ayıp mı sahi inandığı dini veya inanmadığını söylemek. Bilinçaltında kalmış hangi düşünceyle "ayıptır söylemesi" ekleniyor bu cümlenin başına.) "Tayyip Bey fakirlere yardım yapa yapa onları tembelliğe alıştırdı. Artık hiçbiri çalışmıyor. Gelip dileniyorlar. Utanma kalmadı mı zaten, o insan bitmiştir."

Kuyumcuya teşekkür ederek dükkandan ayrıldık, ilerleyen günlerde çok hoş bir rutine dönüşecek olan halka tatlısı alma seromonimizi gerçekleştirdik. Tatlıcının önünde duran kağıtları koparıp tatlınızı tepsiden alıyorsunuz. Tatlıcının aksilik bu ya sıcağa alerjisi varmış, ama bir şekilde idare ediyormuş. Aşiret mensubuymuş çoğu kişi gibi, "biz kolay sinirleniriz, o yüzden ailenin çoğu birbirine dargın, ama Mardin'de misafir dedin mi birlik olunur."

Tatlımızı da yedikten sonra otelimize döndük.

O gün en doğru söz belki de Sabancı Müzesi'ndeki güvenlik görevlisi kızdan gelmişti. Maça davetinin ardından "bizi PKK gibi görüyorlar, düşman belliyorlar, ondan buralarda spor kaynaştırmıyor insanları..."

Keşke tam aksi olsa. Ön yargılar ne kötü...

(devam edecek...)

 
Toplam blog
: 142
: 1092
Kayıt tarihi
: 27.09.09
 
 

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülteliyim. Seyahat benim için bir tutku, her fırsatta bir yerlere ka..