Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Günlük 2

Günlük 2
 

Kış bu yıl dişli çıktı.


Küçük oğluma okula giderken o an için cebimde olmadığı için madeni para verememişsem vereceğim beş liralık banknotun sağlam olması gerekir.

Eski, çok yıpranmış parayı kabul etmez, elden çıkaramayacağından korkar. Çünkü elden çıkaramaması halinde tamamen parasız gibi olma riski vardı. Elindeki tek para o. Başkası, devamı yok.

Cebinde her zaman ikinci, üçüncü beş liraları olanların böyle bir kaygıları olmaz. Böyle bir şeyi akıllarından geçirmeleri de gerekmez.

Onun bu hali aklıma geldikçe ben de düşünür, düşündükçe de gider yeni ufuklara ulaşırım. Konusu paraya dayanan, dayanmayan başka tek ve son olan her şey sırayla aklıma gelir.

Para ile alınabilen ama paradan değerli olan son ve tek varlıklar vardır mesela. Yoksul insanın başını sokup oturduğu evi bunlardan biridir. Üzerinde bir dam olan insanla olmayan evsiz arasında varlık anlamında büyük bir fark oluşturur. Bu yönü ile değer biçilemez bir şeydir.

 İnsanın çoluk çocuğunun rızkını temin etmesine yarayan bir seyyar tezgâh, bir ticari taksi, bir büfe ve benzerleri gibi her türlü son ekmek teknesi de çok değerlidir.

Tabii o anlamda bakıldığında başka bir işi kolayca bulamayacağını ya da yapamayacağını düşünen çalışan için sahip olduğu iş de çok önemlidir. O işten çıktığı zaman yoksulluğun kar fırtınası gibi evine dolacağı kaygısı taşır çoğu kimse. İşi kaybetmemek için de bazen inanılmaz fedakârlıklar yapar, zorluklara katlanır, haksızlıklara razı olur.

Peki ya para ile elde edilemeyecek ve biricik olan şeyler yok mu?

Var elbet. Evlat mesela. Tek bir evladı olan ebeveynler için onun ne kadar kıymetli olabileceğini anlayabilmek için o hali yaşamak gerekir. O çocuk için inanılmaz fedakârlıklara katlanılır. Üzerine titrenir. Anne ve babanın dünyalarını öylesine doldurur ki gözlerini ve akıllarını ondan alıp dünyanın diğer sayısız nimetine bakamazlar, pek çok şeyi düşünemezler bile.

Tabii konu evlat olunca onun bir ya da birden fazla olması arasında çok fark yoktur. Evlat evlattır ama yine de tek evlat hali ötekilerden farklıdır.

Dünyanın onsuz bir hiç olacağını düşünenler için o tek sevgili ne kadar kıymetlidir, bir bilsek. Tabii işin ucunu “ya benimsin ya toprağın” sapıklığına götürmeden; gerektiğinde bağrına taş basıp ayrılığı kabul edebilenler için diyorum. Onlar ve genellikle o gençlik dönemi için “sen yoksan her şey eksik, sen varsan her şey tamam” sözlerini içeren şarkıda olduğu gibi, sevgili varsa her şey var, sevgili yoksa hiçbir şey yok. Düşler, hayaller, muhabbetler hep onun çevresinde döner.

Tabii, insandan insana değişen ve bizim şu an aklımıza gelmesi mümkün olmayan pek çok tek kaynak, tek çare olan şeyler de var. Kimimiz için anlamsız, gülünç olan o tek şeyler başkalarının anlam dünyalarında yoklukları halinde ciddi sorunlar doğuracak önemdedirler.

Kendi yaşam çölünde belirsiz bir hedefe doğru yürürken yanındaki matarada sınırlı miktarda suyu kalmış olanlardır onlar. Su da, çöl de, matara da burada birer semboldür. Böyle bir genelleme ile biz de bu konuyu kapatalım.

*

 Bu yıl kış aniden bastırdı.

Yaşadığım şehirde kış genellikle nazlı nazlı gelirdi. Yağmurlardan sonra zaman zaman yağan hafif kar yeri ağartır, arkasından doğan güneşle gözden kaybolurdu.

Bölgenin o dünyaca meşhur güneşli günleri karın dağlarda olmasa da şehirdeki izlerini silerdi. Van Gölü’nün etkisi ile çevrede kar kalmaz hatta bazen güneşli gündüz saatlerinde sonbahar sıcaklığı geri gelirdi. Geceler bile her zaman don olmazdı.

Sonra ikinci kar, üçüncü kar derken iyice ıslanan toprak donmaya, kar da kalıcı olarak yerleşmeye başlardı.

Bu yıl kış bir günde geldi. Bir gündüz ve gece şehir merkezine yağan yağmur sabah kara, kar fırtınasına dönüştü. İkinci gün de yağarak etrafı iyice teslim alan kar sıfırın altına düşen havanın yardımı ile her yere bir anda yerleşti. O gün bu gündür duruyor ve kalkmaya da niyeti yok gibi.

Sabah saat altı buçukta uyanıp pencereden dışarı baktığımda bu harika kar manzarasını gördüm. Arka bahçe, boş alanlar, karşı dağlar güneşin ilk ışıkları ile pırıl pırıl parlıyordu.

Sabahın bu saatinde her zaman ayakta olmayarak çok şey kaçırdığımızı düşündüm.

Biraz zahmet edip güzel bir giyinip dışarı çıkmak, az da olsa yürüyüp bu havayı solumak insana iyi gelirdi.

Ama biz kolay kolay hareket etmeyen, edemeyen bir toplumduk. Bu anlamda da düşünülecek, yazılacak çok şey vardı aslında.

Vardı ama şimdilik onu bir kenara bıraktım.

Bari bilgisayarın başına geçip şu aklımdan geçen iki konuyu yazıya dökeyim dedim. Günlüğün ikincisi olsun birinci yalnız kalmasın.

Kendilerine yüz yüze ulaşamayacağım dostlara da bir merhaba, bir günaydın olsun.

Şu an mekânı olmasa bile zamanı kendileri ile paylaşan birilerinin bulunduğunu, bu birilerinin kendileri ile paylaşımda bulunarak dostluk ellerini uzattıklarını bilsinler, tekliğin soğuğundan uzaklaşsınlar diye.

 

07.12.2015

08.04

 

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..