Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '07

 
Kategori
Öykü
 

Günümüzdeki Kabil ile Aklime, Habil ile Labuda

Önce cennette doğan Kabil’ in, sonra şeytanın gözlerini gördüm onun yüzünde... Lyon’ daki Saint – Martin d’ Alnay kilisesinde XII. Yy.’ da yapılmış bir sütun başlığındaki tasvir, gözlerimin önüne geldi. Habil’ in katili sinsi, kıskanç Kabil... Önce kabil’ in ikizi olduğu için Aklime’ ye üzüldüm; sonra Karadamaklı Şeytanın... Kabil, annesinden bolca süt emmesine karşın, kendisinden iki yaş küçük olan, yer yüzünde doğan kardeşi Habil’in süt emmesine asla tahammül edemezmiş. Karadamaklı şeytanın kendi ikizine karşı davranışı da aynıymış...

Karadamaklı Şeytan’ın oyunu başlamıştı... Şeytanbezinden dikilmiş oldukça kösnüllü gösteren elbisesini giyinmiş, kovulduğu kapıdan giremediği için koca binanın etrafında şöyle bir dolanıvermiş, hafif aralıklı arka kapıdan süzülüvermişti içeri... “Bir parmak bal çalmalıyım ağızlarına, köprüden geçene kadar...” diye mırıldanmıştı. İkizini anlatmıştı ucuz mavi lensli gözlerini kısarak... Gökyüzü köpük köpük beyaz, mavi, grinin her tonu... Bir girdap açılıvermişti, içine döne döne kaybolmuştu... Gökyüzü kararmıştı. Yağmur yüklü bulutlar daha fazla taşıyamamıştı gözyaşlarını... Kıyamet kopmuştu... Camlar zangır zangır titriyordu ard arda çakan şimşeklerin gürültüsünden...

Akşamüstü, morumsu ışıklar hafif hafif aralık olan ön kapıdan süzülüvermişti içeri... Kapı ardına kadar açılmıştı. Yaşlı, iri cüsseli adam girivermişti içeri; ardında yine o Şeytan... Küçümseyen bakışlarla uzun siyah saçlarını savurarak etrafına bakınmıştı; zafer onundu. Bacadan, pencereden girmesine gerek kalmamıştı. Adam, küçücük kalmıştı bu minyatür şeytanın yanında... Elini uzatmış cebinden bir makara ipliği çıkarmış, küçülmüş adamın bileğine geçirivermişti. Şeytan önde, adam arkada... Diz çöküp yalvarıyor, minyatür Şeytan’ın önünde... Yalvardıkça bir parçacık bal çalıveriyordu ağzına... Bileğinde şeytanın ipi, kıvranıyordu.... “Yayla güzeldir, serindir, sessizdir....” deyip Şeytan’ı o yana çekmeye çalışıyordu. Şeytan, kirlenmiş başını kaşıdığı parmağıyla bir parmak bal daha uzatıyordu... Adam, yerinde duramıyordu. Şeytan, elinde tuttuğu ipi koparıverip, Şeytankuşu gibi dışarıya süzülüp uçuverdi.... Gözden kaybolmuştu. Adam, onun döneceği anı sabırsızlıkla beklemeye koyulmuştu...

Şeytan, ışıltılı lüks caddelerden geçip; yoksul, iç içe girmiş evlerin bulunduğu sokaklara doğru ilerlemeye başlamıştı. Gergindi, isyanı vardı... Derme çatma bir kapıdan içeri girdi. Evinde yalnızdı... Her taraf küf kokuyordu. Ortalık darma dağınık... Sünmüş eski, solgun siyah eşofmanını giyip, annesini beklemeye koyuldu. Telefon çaldı. o adam, yine arıyordu. Cep telefonunu kapattı. Ardından söyleniyordu: “Midem bulanıyor.” O an evin telefonu çaldı. Arayan ikiziydi...Birkaç kelime söylendi sert sert; ardından hızla ahizeyi yerine çarptı. Sesine de tahammül edemiyordu. Saçları darma dağınık, Bir sigara yaktı. Sinirle iskambil kağıtlarıyla oynamaya başladı. Kağıtları diziyor, fal bakıyor, tekrar niyet tutuyor, tekrar bozuyor... Öfkeli öfkeli söylendi; “Bir gün kaçıracakmış, yayla evini gösterecekmiş... Sırayla, bütün erkekleri süründüreceğim, ... Küs olduğum arkadaşımla çıkmak istersin ha... Çok iyi olur...” diyerek başını sallıyordu. Aslında eski arkadaşına sözde acıyordu, “Ben Karakızla çıkıyorum.” Diyenle hemen dostluk kurup, intikam almak için o geceyi onunla geçiriyordu. Öylelikle bu özelliğini birbirine anlatan insan zincirinin bir halkasını da bu adam oluşturmuştu.

Kapı açıldı, tombul sevimli annesi içeri girdi. Karakızın evli olan ikizinin yanından geliyordu. Evin içi iyice kararmıştı. Işığı yaktı. Her zaman olduğu gibi duvarda asılı bulunan iki büyük çerçeveli resme bakıp içini çekti. Biri kırkında kalp krizinden ölen eşi, diğeri de onsekizinde ölen oğluydu.

Karakız, ayağa kalkıp annesine yanaştı. “Arkadaşım beni bekliyor, doğum günü var.” Karakız rakı kokuyordu. “Evde içme diye kaç kere söyleyeceğim, bari şu dişlerini ben söylemeden bir zahmet fırçalasan ölür müsün?..” diye çıkıştı annesi. Annesini dinlemeden içeri girip kıyafetini değiştirdi. “En geç onbirde geleceksin!” diyen annesinin yüzüne bakmadan “Tamam tamam” diye çıkışıp kapıyı çekti. Yoksul sokağından dışarı çıktı. Az ilerde cadde ışıl ışıldı... Cep telefonu çalınca, numaraya baktı; Adam, yine arıyordu. Telefonu kapattı. Tekrar açıp birkaç arkadaşını ard arda aradı. Yeterince parası yoktu; eğlenmek istiyordu. İki kız arkadaşını bulup barda sabaha kadar içip eğlendi. Gün ışımaya başlamıştı. Bu saatte kendi sokağına gidemezdi. O gece barda yanlarına gelen orta yaşlı arkadaşının evine gitti.

İlkeli, kösnül, bir bakışta karekter tahlil edebildiğini çevresine inandıran yekta bir genç kız görüntüsüne bürünen Karakız, ıssız evinde korkudan köşeye büzüşmüş, ağlıyordu. İçi çürümüş yaşlı bir ağaç gibiydi. Şehir çoktan uykuya dalmıştı. Annesi, o gün Karakızın ikizinde kalmıştı. Karakızın eli telefona gitti. Numarayı çevirdi. Küçük bir çocuğun sesini andıran bir tonla “Anneciğim, canım çok sıkılıyor.” Deyiverdi yeni tanıştığı kadına... Karakız ağlıyordu. “Boşluktayım, annemle tartıştık.” Ağlayarak uzun uzun konuştu. “Ağlaması durmuştu. “Geç saatte aradım, kusura bakma, çok rahatladım, sıkıntım geçti.” Deyip telefonu kapattı. Karakız, “çok aptal bir kadın... Çok zekiymiş, ağzımdan laf alabilirmiş ... Kocanla bir tanışayım gör bak.... Hiç merak etme ahlak hocası gününü göreceksin. Zeki olan kimmiş!...” diye kendi kendine söylendi.

Yaşlı adamdan aldığı cesaretle, daha sık yanına gidip masanın yanıbaşına rahatlıkla oturmaya başladı.

Her zamanki gibi Karakızın annesi televizyonun karşısında uyukluyordu.Yaklaşıp uyandırdı. Annesi odasına çekilip uyudu. Yavaşça kendi odasına gidip hazırlanarak; aralarında o adamın da bulunduğu, kırkını geçkin dört yaşlı adamın eğlendiği yere gitmişti. Saat birbuçuğa doğru adam ayrılıp gitti. Diğerleri de sabaha karşı teker teker çıktılar... Sona kalan, Karakızı sokağının başında arabadan indirdi. Hızlı, sessiz adımlarla evine girip uykuya daldı. Genç kız, derin uykudayken öğleye doğru annesi çıkıp gelir. Kızının üstünü örtüp saçlarını okşar.

Oğluyla eşinin resimlerinin asılı olduğu duvarın karşısına geçip gözyaşları içerisinde dualarını ard arda okur. Sesine uyanan kız yattığı yerden kalkarak sıkı sıkı annesine sarılır. Gözlerinden yaşlar süzülür her ikisinin de... Farkında olmadan duvarda yan yana duran resimlere bakarlar. Hıçkırarak, “Anne, her yere artık birlikte gidelim... Ne olur beni bırakma...” diye yalvarırcasına konuşur... Annesinin, “Bu kaçıncı söyleyişin... Her zaman aynı şeyi söylüyorsun, yine bildiğin gibi yapıyorsun...!”

Gece eğlence zamanı, kendini durduramıyordu. O, kendisine bulaşan tedavisi imkansız illeti başkalarına bulaştırmak için programlanmış gibiydi...

 
Toplam blog
: 77
: 505
Kayıt tarihi
: 03.07.07
 
 

Yaşamsal boyutta etkilendiğim; kimi zaman bir kısım, kimi zaman bütün insanların orijininde birle..