Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '18

 
Kategori
Siyaset
 

Gustave Le Bon Kitleler Psikolojisi Kitabı Üzerine

Gustave Le Bon Kitleler Psikolojisi  Kitabı Üzerine
 

Türkiye Bağlamında Kitlelerin Psikolojisi


Öncelikle herkesin okumasını istediğim  çok önemli bir kitabın kısa bir özetiyle başlamak istiyorum yazıma. Gustave Le Bone Kitleler Psikolojisi kitabı. Bu kitap geçmişten günümüze Türkiye'yi bir çok açıdan özetlmekte ve bizlere gidişatın nasıl olacağı ve bizleri nelerin beklediği konusunda aslında oldukça önemli ipuçları vermektedir. Bu sebeple bende sizlere bu kitabı mümkün olduğunca özetlemek ve Türkiye bağlamında bazı çıkarımlarda bulunmak istedim.
 
Kitap kısaca şunlardan bahsediyor;
Uygarlıkların oluşum ve yıkılış sürecine gelene kadar geçen süreçte bir çok olayın etkisinin olduğu bir gerçektir, fakat bir insan olgusu olan uygarlık kavramının gelişiminde sadece insanların davranış, doğal şartlar ve çeşitli sebeplerle çıkan savaşlar ile bağlantı kurulup açıklanması bir eksikliktir. Olguların temeline inildiğinde, insanın düşünebilen, düşündüklerini eyleme dökebilen ve farklı zamanlarda farklı görüşlere sahip olabilme özellikleri göz önüne alınır ise yaşanan değişimlerin aslında insan topluluklarındaki düşüncelerin değişmesi ile başladığı anlaşılır. Uygarlıkların gelişiminde ki en önemli etken fikir, inanç ve alışkanlıklarımızın değişmesi olmuştur. 
 
Bugün içinde bulunduğumuz çağ bir geçiş dönemi gibi görülebilir. Bu geçiş döneminden sonra ne tarz düşünce toplulukları ortaya çıkabilir net bir cevap olmasada günümüzde de egemen olan yeni bir gücün varlığı su götürmez bir gerçektir. Daha çok başlarında olduğumuz çağa "Kitleler Çağı" demek kelimenin tam anlamıyla doğru olacaktır.
 
Bu kitleler eylemlerde oldukça yetenekli görünselerde düşünme ve değerlendirme açısından zayıftır. Kitlelerin psikolojisini anlamak özellikle yönetilmek istemeyen devlet adamlarının en önemli sermayesi haline gelmiştir. Kitlelerin psikolojisi soyut kurallarla yönetilebilen bir şey değildir. Kitleler ancak içselleştirdikleri ve sindiridikleri şeyleri kabul ederler. Kitle kelimesi basitçe ırkları, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan rastgele bireyler topluluğunu ifade eder. Psikoloji açısından kitle kavramı bilinçli kişiliğinden uzaklaşmış düşünce ve duyguları tek bir ortak paydada birleşmiş düşünce ve duyguları tek bir tarafa yönelmiş geçiçi fakat kollektif bir oluşumdur. Bütün kitlelerin bazı genel özelliklerinden biri bir araya gelerek bir kitle oluşturmuş bireylerin kim olursa olsun yaşam biçimleri, meslekleri, iş güçleri ve farklı karakterlerde olsalar bile bir araya geldikleri için kollektif bir ruha sahip olmalarıdır.
   
Eğer kitle olan kişiler sadece kötü vasıflarını birleştirirlerse yalnızca orta halli bir yapı ortaya çıkar ve böylece yenilikler ortaya çıkamaz. Bu  tarz oluşumların var olmasında bir çok sebep yatar bunlardan birincisi kitle isimsiz ve mesuliyetsiz olduğu için kitle içindeki bireyin yalnızken frenleyebileceği davranışları çoğunluğun verdiği duyguyla içgüdülerine yenik düştüğü için eylemlerinin güç kazanmasıdır. İkinci sebep ise kitle içindeki birey kendi çıkarlarını topluluğun çıkarları için feda eder. Üçüncü sebep olarak belirli bir süre bir kitlenin içinde bulunan birey zamanla kendi karakterini kişiliğini ve bilincini yitirerek derin bir uykuya dalar ve bilinçli bir davranış sergilemekten uzaklaşan birey sadece onu uyutan kişinin istediği davranışlar sergiler. Sonuç böyle iken birey kitleye katıldığı anda kişiliği silinmez fakat yavaş yavaş doğru gördüğü şeyleri yanlışlamaya iyiyi kötüye çevirmeye düşmanı kahraman yapmaya yönelik düşünce değişimleri olur.
 
Kollektif toplulukların gözlemleri en çok yanlışın yapıldığı gözlemlerdir. Kollektif topluluklar olaylara objektif bir çerçeveden bakamayacak kadar bilinç dışı bakış açısıyla olaylara yaklaştıkları için bir çok olay onların gözünde aslında yaşanılanın tam tersine görülebilir.
Kitleler inandıkları her şey için ölebilir ve öldürebilirler inançları dogma inançlara oldukça benzerdir ve genellikle inandıkları ve destekledikleri kişiler onlar için bir ilah figürü gibidir. Bütün canlılar bir araya geldikten sonra içlerinde bir önder seçme eğilimi gösterirler.Kitleler öndersiz olamaz takip etmeleri gereken yolları okla gösteren bir kişi olmalıdır yani kitleler koyun seçilen önder ise bir nevi çoban rolündedir.
 
Cani denen kitlelerin genel karakterleri, bütün kitlelerde gördüğümüz karakterlerin tamamıyla aynıdır. Telkine elverişlilik, çabuk inanırlık, hareketlilik, iyi veya kötü duygularda mübalağa ve aşırılık, bazı ahlaki hallerin belirmesi gibi. Bir kitle tarafından işlenilen cinayeti yargılayan jürilerde malesef ki çoğunlukla kitleler tarafından etki altına alınmış olurlar. Kurulma açısında demokratik olan heyet, eğilim açısından aristokrattır.
 
Tüm bu bilgiler ışığında Türkiye ile ilgili söylenecek elbette ki çok fazla şey olduğunun farkındayım fakat bir yerden başlamam gerek. Şu an istesek te istemesek te belirli bir grubun üyesi olmak zorunda olduğumuz bir düzende yaşıyoruz ve bunun sonucunda birey olarak rollerimiz dışında gerçekleştirdiğimiz,  insan vücudundan oluşan büyük bir robotun bir parçası gibi çalışıyoruz diyebilirim. Basit bir örnek ile açıklayacak olursam; her gün iş yerinizdeki insanlar ile birlikte koordine bir şekilde çalışmanız ve çatışmadan kaçınmanız bile insanın uyum sağlama ve birlik olma ihtiyacından kaynaklanmakta herhangi bir sorunun yaşanmaması için bir çok olay sizler tarafından tolere edilmekte. Bu ne kadar yıpratıcı olsada. Bu gibi örnekleri üyesi olduğunuz topluluklarla çoğaltabilirz. Sonuç olarak, bu tarz uyma davranışlarının her insanda olduğu ortada.
   
Benim asıl değinmek istediğim konu sadece bir topluluk için değil genel olarak bir ülkede yaşayan insanların bir toplum mu yoksa kitle mi oldukları.Türkiye bağlamında düşünecek olursak LE Bon'unda kitabında değindiği gibi bir uygarlığın değişmesinde ki en önemli etken o uygarlık içinde değişen fikir, inanç ve alışkanlıklarımızdır. Türkiye köklü bir geçmişe sahip bir ülke olmak ile birlikte ayrıca Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasından sonra sağ kalan tek parçasıdır diyebiliriz. Bir imparatorluğun yıkılıp yerine yeni bir devlet kurulması zaten Türkiye için hala etkileri devam eden bir şok etkisi yaratmış, yaşanılan savaşlar sonucunda nesiller arası bir kopukluk bile yaşanmıştır.Ve toparlanması yılları almıştır. Tüm bu olaylar olurken savaştan yeni çıkmış bir Türk halk çıkıyor karşımıza ilk olarak. Kitleler her zaman savaş çıkarmazlar aynı zamanda çıkarılan bir savaşın en görkemli şekilde kazanılması içinde tek vücut olabilirler. Kurtuluş savaşı ve Çanakkale savaşlarının kazanılmasında aslında biraz da kitleler halinde hareket edebilmemiz etkili olmuştur. 
   
Türkiye geçmişinden bu yana her zaman kollektif bir toplum yapısı benimsemiştir. Yani sadece bireyin değil genel bir topluluğun çıkarlarını gözeten ve bir arada olmaktan hoşlanan bir milletiz. Bu bizim aile yapımıza kadar yansımaktadır. Kollektif topluluklarda gerçeğin şekil değiştirip gerçeğinden tamamen uzaklaştığını söyleyen Le Bon'un sözlerini hatırlayacak olursak,  Türkiye yaşanılan herhangi bir olayda gerçeklerin saptırılması ve yanlış anlaşılması yüksek olan bir ülkedir diyebiliriz. Bunun yanı sıra ataerkil bir toplum yapısı benimsememiz sonucunda itaat etme ve bir önder seçme eğilimi oldukça yüksek bir ülkeyiz. Ataerkillik aile içi hiyerarşiden doğarak özel ve devlet kurumlarına, politikaya ve her alana yayılmış durumda. Ayrıca Türkiye güç aralığı oldukça yüksek olan bir ülke olması nedeniyle de  kendisinden üst mertebede olan bir kişiye karşı olan tavır oldukça mesafeli ve o kişiye tapınacak duruma getirmektedir bireyi. Tüm bu unsurları göz önüne alarak günümüzde Türkiyede ki insanların bir toplum bilinciyle mi yoksa bir kitle bilinciyle mi hareket ettiği konusuna gelecek olursak.
   
Öncelikle Türkiye şu an sadece bir kitle özelliği göstermekle kalmamakta ayrıca kitleler yığını haline gelmiş bulunmaktadır. Sadece bir önderi takip etmek ya da tek bir kişinin sözüyle ortalığı birbirine katmak ile ilgilide değil olay üstelik. Spor, dini inanç, siyaset hatta eğitim konusunda bile bir kitleleşme mevcut. Kısa bir örnek verecek olursam, futbol maçlarındaki taraftarların kaybettikleri bir maçta hakemin gösterdiği kırmızı kartın defalarca ağır çekimde izletilmesine rağmen hala o hareketin kırmızı kartlık bir hareket olmadığına inanmaları verilebilir. Birey farkedilmeyecek bir kalabalığın içine girdiğinde objektifliğinden uzaklaşarak kendi çıkarları doğrulusunda bir şeyleri görmeye ve inanmaya eğilimlidir. Yolda tek başına gezen A taraftarının karşı yoldan geçen B taraftarlarına bir şey söyleme veya yapma ihtimali düşükken. Yanında bir kaç aynı takımı tuttuğu kişiler ile B taraftarını gördüklerinde verecekleri tepki çok daha farklıdır ve şiddetli olma olasılığı daha yüksektir. Buradaki temel yaklaşım aslında meshuliyeti üzerine tek başına almayacak olmanın  verdiği rahatlıktan gelmektedir. 
   
Aynı durum dini inanç konularında da kendini gösterdi Türkiyede. Yakın tarihten örnek vermem gerekirse 28 Şubat Post Modern darbesi etkisi neredeyse 2007'ye kadar devam eden sıkıntılı dönemlere neden olmuştur. 1993'lü yıllar televizyonda gördüğümüz ruhani varlıklar, cennet cehennem temalı dizi ve tv programlarının oldukça yoğun olduğu bir dönemdi. Sonralarda bu tarz olayların yaşanmasının sebepleri dini örgütlere bağlanmıştır. İnternet üzerinden araştıracak olursanız ACZMENDİLER isimli dini bir tarikat olduklarını iddia eden bir grup kişi sokaklarda görülmeye başlanmış hemen sonrasında bu tarikattan olan bir kişinin bir kadına tecavüz ettiği ile ilgili haberler ortalığı iyice kızıştırmıştı. Haberin asılsız olduğu ortaya çıkmış bile olsa. O dönemde Necmettin Erbakan din adamlarına bir iftar yemeği vermişti bu durumların konuşulması için. Fakat bu durumlar sonucunda şu tarz söylemler çıkmaya başlamıştı, "laiklik elden gidiyor." Askeriye ve politikanın birbiri ile hınca hınç gittiği bu dönemde sonuç olarak Necmettin Erbakan görevden alınarak yerine Tansu Çiller getirildi. Buradan anlaşıldığı gibi aslında algılarımızla oynamak bazı kesimlerin rafahı için oldukça kolay bir hal almıştı daha o zamanlardan. Peki ya sonra?  bu kezde camilerde namaz kılan askerlerin fişlenme haberleri ve başörtüsü sorunu ortaya çıktı. Başörtülü bir öğrencinin başörtüsünü çekip alındığı görüntülerle sarsıldı Türkiye. Bu kezde dini inanç konusundaki kısıtlamalar yüzünden galeyana gelen toplum yine bir iktidar değişimine sebep oldu. Gerçekten hem 97'de yaşananlar hem de onun sonrasında yaşananlara halk mı karar verdi dersiniz? yoksa Türk vatandaşları artık iktidar değişimleri için kullanılacak birer koyun sürüsü mü? Yorumuzu size bırakıyorum.
   
Kimsenin ötekininde haklı olabileceğini bile aklına getiremeyecek derecede inançlarına bağlı kör kitleler ile karşı karşıyayız. Bu öyleki konu ülkenin bütünlüğü konusuna geldiğinde bile iki tarafın tehdit unsuru olan tarafa saldırmayı bırakıp birbirlerini yeme noktasına gelmiş bulunmakta. Parti liderlerinin, futbol hakemlerinin, din adamlarının ölesiye savunuculuğunu yapan ve bunları yaparken yakıp yıkmaktan çekinmeyen kitleler artık durdurulamayacak düzeyde kendilerini göstermekteler ve verdikleri zarar sadece manevi değerleri değil somut olarak ta Türkiye açısından büyük kayıplara neden olmaktadır. Televizyon programlarında bile entellektüel olarak nitelendirdiğimiz akademisyenler bile bazen öyle seviyesiz ve fanatik tutumlar ile tartışma içerisine  giriyorlar ki bu insanların bile artık bir kitleye ait oldukları  ve o kitlenin başında ki çoban tarafından güdüldükleri anlaşılabiliyor.
   
Bu konu üzerine yazılacak tonlarca şey mevcut. Fakat tüm bu çıkarımlardan sonra bu yazıyı okuyan değerli insanlar için sözüm; şu an gerçekten doğru olduğunu düşündüğünüz bir ideoloji, yaşam tarzı ve yahut siyasi ve dini görüşe sahip olabilirsiniz ki bu gayet doğal  bir şey. Fakat Türkiye zaten yapısı gereği kışkırtılmaya ve manipüle edilmeye müsait .Ve bizler de bu toplumun bir parçası olduğumuz için ister istemez bazen aşırı duygulara kapılıp haddimizi aşan ve toplum olarak bizi geriye götüren davranışları sergilemekten kaçınmanın şu an ülkemiz için yapılacak en doğru şey olduğu gerçeğini unutmamalıyız. Zaten eğer bir kitleye mensup isek bizi güden bir çoban olduğunun ve aslında bize ait sandığımız  gerçekliğimiz ve düşüncelerimizin aslında çobana ait olduğunu biraz olsun anlamışsınızdır en başta sizler için özetlediğim  Gustave Le Bone'un Kitleler psikolojisi kitabından.
   
Bana göre kavramlar ve düşünceler fanatikliğe dönüştürüldüğünde anlamından şaşar ve değersizleşir. Bir şeyi yok etmek isterseniz onun için savaşırsınız ama yaşatmak isterseniz üretmeniz gerekir. Birey olarak sizlere ait naif düşüncelerinizin olması dileğiyle :)
 
 
Toplam blog
: 6
: 904
Kayıt tarihi
: 23.02.17
 
 

Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklam.   ..