Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '10

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Güvenlik, Deprem ve Site hayatı

Silivri’den bildiriyorum, bugün Silivri’de beşinci günümüz. Silivri’ye gelirken çarpık kentleşmesine bir kez daha dehşet dolu gözler ile baktığım İstanbul’dan hızlıca geçtik. İtiraf etmeliyim ki deprem olasılığını ister istemez bir anlığına aklımdan geçirdim. Bütün ürkütücü, istifli binaların sonrasında, sahil kenarındaki en uygun yerleşim alanlarından birine ulaştık. Siteye girer girmez, araçların da yayaların da güvenliğini sağlayacak şekilde giriş çıkışların kontrollü yapıldığı bir alanda olmanın huzuru içinde İstanbul’un çaresiz telaşından sıyrılıverdik.

Kent yaşamı özünde belki de budur; büyük ve karmakarışık olanın içinden sıyrılıp izole edebilmek özelini. Mesela ailenin göz bebeği olan küçümenler için bir yaşam alanı; her yaşa hitap eden oyun alanları, bisiklet yolları ve bisiklet park yerleri, en önemlisi de yaya olarak, arkadaşları ile güle oynaya sitenin içinden doğrudan bahçesine geçebildikleri bir okul. İster istemez aklından geçmiyor mu insanın bu durumda, güvende olsunlar diye altlarına özel araba, her zaman ulaşabilelim diye ceplerine telefon, dışarıya çıkamıyorlar diye karşılarına birer ekran vermek yerine, onların da kendi yaşamlarını kurabilecekleri bir alan oluşturmak çok daha mantıklı değil mi?

Paranın satın alabildiği her şeyin bir tatmin ömrü var. Satın alınan şey ile paylaşılan duygular, anılar ise ömür boyu kalıcı oluyor. Ortak bir yaşam sevincini tattırabiliyorsanız, ailenizi huzur içinde yaşatabiliyorsanız eğer, köyde ya da kentte olun fark etmez, bahçeli, müstakil, çok katlı bir evde en pahalı güvenlik sistemleri içinde korku ile mi, yoksa böyle çağdaş bir ortamda huzur içinde mi yaşamayı seçersiniz?

Bir yanda bu sorular zihnimizde peşi sıra dolanır iken diğer yandan karşımızda az da olsa bir deniz manzarası var, ne güzel böyle Marmara’yı görmek diyerek evde söyleşiyoruz. Ben bir pufun üzerinde bir rafa uzanırken birden sallanmaya başladığımızı söylediler, evet deprem oluyordu. Son günlerin gündemine bomba gibi oturan şu 4.4 büyüklüğündeki, öncü mü, artçı mı belli olmayan depremcik. Ana fay çatırdadı, biraz dikkat kesildik, sonra ben puftan indim, kapının altında biraz bekledim, geçti. Biraz telaş olsa da, bir iki güne herkes unutur. İyi bir tahmin ile 200.000 konutun olası büyük bir depremden etkileneceği gerçeği ile karşı karşıya öylece oturuyoruz. Daha bu kadarcık bir depremde bile iletişim 20 dk kesildi, yine de herkes suspus.

Ülke nüfusumuzun yaklaşık yarısı deprem endişesi ile yaşıyor. Yıl 2010, tarihi bir depremin üzerinden kayda değer bir süre geçmiş. Korku ile yaşıyor bile olsak, o iflah olmaz kaderciliğimiz gereği, yine sabah uyanıp işlerimize koyulmuşuz... Oysa ki bu çağdaş konutların güvenliği sadece kapılarındaki üniformalılar ile sınırlı değil; evler tabandan tavana güvenli. Hadi imkanınız var, böyle bir yaşam alanına taşınarak kurtuldunuz. Peki ya diğerleri? Yüz binlerce çürük konut, kamu binaları, okullar, hastaneler, iş yerleri, şehir merkezindeki evler; milli servetimiz. Her yönetimde yenilenen kaldırımlar gibi, bu günü düşünen bir zihniyetin tasarrufunda bütün hepsi. Asıl bu düşüncesizliği yıkacak bir deprem olsa, ne kadar güzel olurdu, öyle değil mi?

Sağlıcakla kalınız.

Seval Özbalcı

 
Toplam blog
: 149
: 652
Kayıt tarihi
: 07.04.10
 
 

Sazsız söze ezgiler diziyoruz, birer birer. "Kim" olduğumuzun belli olmadığı bu dünyada K..