Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '06

 
Kategori
Haber
 

Güvercin evi

Güvercin evi
 

Karıncanın Hikayesi

Pek çoğumuz kendimizi masal dinleyemeyecek kadar “büyümüş” görürüz. Bu, biz “büyüklerin” yanılgısıdır. Ne var ki, masallar; sadece küçükler için değildir ve bir masal dinlediğinizde hangi yaşta olursanız olun masallarda kendinizden de bir şeyler bulabilir ya da masallarda kendinize katacak pek çok şey bulabilirsiniz.

Bazen kaybettiğiniz bir ruhu, bir inancı, bir tutkuyu ya da bir umudu yeniden karşınıza çıkarıverir, bazen de unutmak istediğiniz bir acıyı... Karşınıza saklandığı yerden, o beyninizin en kuytu köşesinden çıkagelen, yaşama kavgasında yitirdiğiniz o ruhu, o inancı, o tutkuyu ya da bir umudu veyahut unutmak istediğiniz acıyı karşınızda gördüğünüzde; bütün bunlardan farklı olmadığınızı, aslında yaşadıklarınızın toplamından ibaret olduğunuzu görürsünüz. Görmezden geldiğiniz, yok farzettiğiniz hisleri, duyguları ve düşünceleri bir anda karşınızda gördüğünüzde, bugün “SİZ”e vücut veren herşeyin, dünden getirdiğiniz zaferlerle yenilgilerin toplamı olduğunu anlarsınız. Bugüne gelmek uğruna harcadığınız emeği, gösterdiğiniz çabayı, göze aldığınız riskleri, atıldığınız tehlikeleri, bu uğurda kaybettiklerinizi ve kazandıklarınızı birer birer düşünürsünüz. “Bir insan olarak, yılardır umut ettiklerimin, arzuladıklarımın ya da istediklerimin neresindeyim?” diye kendinize yanıtını asla veremeyeceğiniz sorular sorarsınız. Bu sorunun ve daha pek çoğunun yanıtını, geceleyin; tüm yaşam uykuya dalıp kendi benliğinizle başbaşa kaldığınızda verebiliyorsanız, kendinizi şanslı saymalısınız.

Çoğu zaman umut ettiklerimizin bizleri götürdüğü yer, düşlediğimiz yerden çok uzakta... Kendimizi “hayatta olmak istediğimize” o denli adamış durumdayız ve bu “gizemli yalana” o kadar büyük bir inançla ve çaresizlikle bağlanmış durumdayız ki, insan olarak “hayatta ne olduğumuz” gerçeğini aklımıza bile getirmekten yoksun haldeyiz. Kendimizi görünmez yel değirmenleriyle savaşa o kadar kaptırmışız ki, gerçeğin daha yakınlarda bir yerlerde; belki içimizde bir yerlerde, belki de tam yüreğimizin içinde olduğunu göremiyoruz. Çoğu zaman görünmeyen yel değirmenleriyle savaşlarda kimliğimizi, özümüzü ve kimbilir, belki de benliğimizi kaybederek ayrılıyoruz savaş meydanından. Görünmeyen yel değirmenleri, muzaffer bir kumandan edasıyla salına salına savaş meydanını terkederken, gözünü kolunu bacağını kaybetmiş gibi çaresizce savaş meydanında geziniyoruz. Savaşırken bulmayı hayal ettiğimizi, savaştan sonra olsun bulabilmek umuduyla... Umutsuzluğun dehlizlerinde dolaşırken ve kendi umutlarımızı yeniden bulup bu kuytu karanlıktan, bu kör karanlıktan çıkarabilmek için çırpınırken, karanlıkta başımızı bir o yana bir bu yana çarparken, elimize yüzümüze başka başka insanların kaybettikleri başka başka umutları ve umutsuzlukları çarpıyor. Acı çekiyoruz... Kendi umutlarımızı yeniden bulamadığımız için değil bu kez...Acı çekiyoruz, çünkü; başka başka insanların da başka başka umutları ve umutsuzlukları olabileceğini daha önce hiç düşünmemiştik. Belki de hayatımızda ilk kez, kendi umutlarımız ve umutsuzluklarımız için değil, başka başka insanların umutları ve umutsuzlukları için üzülüyoruz...

Günlük yaşam kaygılarının, geleceğe dair binlerce yanıtsız kalmış sorunun ve “hala umut edebilme” savaşının ortasında; “umudu”, görünmeyen yel değirmenlerinin ellerinden çekip kurtarabilmenin ve o “umudu” yaşayabilmenin kavgasına gözükara atılırken; en azından “ben denedim” diyebilmek adına, elde yalın kılıç, görünmeyen yel değirmenlerinin üzerine atılırken, vefalı bir dostumun gönderdiği öykü ile veda etmek istedim:

Nemrud, İbrahim peygamberin ateşte yakılmasını emreder. Meydan odunlarla doldurulur ve ateş yakılır.

Alevler o denli yükselmiş ki... Gök yüzüne ulaşacak sanmış meydanda bulunanlar..

İbrahim Peygamber ateşin ortasına atılacak...

Herkes seyrediyor bu görüntüyü…

Bir karınca ise ağzında küçük bir damla su ile ateşe doğru koşuyor.

Bunu gören bir başka karınca sormuş ağzında su taşıyan telaşlı karıncaya;

- Bu acelen ne? Nereye böyle?

- Duymadın mı demiş. Nemrud, İbrahim peygamberi ateşte yakacakmış, ateşi söndürmek için su getiriyorum

Bu sözleri duyan karınca kahkahayı patlatmış “sen ateşi görmüyor musun ne kadar büyük, senin bir damla suyun bu ateşe ne yapabilir ki?”

Su taşıyan karınca “olsun” demiş. “Hiç Olmazsa Hangi Taraftan Olduğum Anlaşılır...

 
Toplam blog
: 3
: 553
Kayıt tarihi
: 02.09.06
 
 

1976 Sivas doğumluyum. Ankara'da serbest Avukatlık yapmaktayım. Yaklaşık 4 yıldır çeşitli web sitele..