Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '17

 
Kategori
Anılar
 

Güzel Yıllardı

Dünyanın son şanslı neslinden olduğumu düşünüyorum. İnternetin olmadığı, kütüphanelerde günlerce araştırmalar yaparken kitap kokularına bulandığımız, kafede otururken sohbetten başka seçeneğimiz olmayan sıcak ortamları görmüş, tadını çıkarmış harika bir nesil…

Yemekten sonra kapı önünde çekirdek bile çitledik biz, enfes yıllardı. O zamanlar bu kadar harikulade olduğunun çok farkında olmasam da, içinde bulunduğumuz hız ve teknoloji çağında kendimi ayrıcalıklı hissediyorum. İyi ki o dönemleri yaşamışım; tüm zorluklarına rağmen.

Ayrıcalıklıyım ve benim gibi 80’leri 90’ları bir genç olarak yaşayan diğerleri de ayrıcalıklı çünkü son dönemle karşılaştırma şansına sahibiz. Duygularımız vardı bizim. Kötüler, yanlışlar yok muydu? Hem de en alasından vardı ama onlara karşı duruşumuzda bile, diğer insanlarla etkileşimle paylaştığımız sıcak duygularımız vardı. Konuşabiliyorduk. Konuşurken birbirimizin gözlerine bakabiliyorduk, aklımızın takılı kaldığı cep cihazlarımız yoktu. “Şimdi millet neyi trend topic yapmıştır acaba” diyerek bir gereksiz meraka sarılmıyorduk. Amaçlarımız hedeflerimiz hemen harcanacak kadar sabun köpüğü değildi. Olmayana üzülebiliyorduk mesela ve olana sevinebiliyorduk günlerce. Hüzün, aşk, hayal kırıklığı, yeniden aşk, şiir, roman, deniz, ince bellide demli çay, Mercan Yokuşu’nda türküler mırıldanarak neşeyle gezinmelerimiz ve Galata Köprüsü'nden geçerken burnumuza gelen balık kokularına dayanamayıp köprüaltına inmelerimiz ve akşam çayı için Beşiktaş'a yürümelerimiz. Hırs, kıskançlık, art niyet her dönemin gediklisi ama şimdi buradan baktığımda pilavdan çıkan bir taş kadar önemli değiller. Gülhane'nin yüksek ağaçlarına, semaverden içtiğimiz mis çayına kurban ettim tüm kötülükleri...İyi ki  duyguların kökünün kazınmadığı o son nesildenim.

Bir gece, kardeşim okuldan dönmediğinde aşırı endişelenmiştim. Geceyarısına yaklaştıkça kalp çarpıntısından yerimde duramıyordum. O zaman dedim ki: “Ah şöyle cepte taşınan bir telefon olsaydı ne güzel olurdu, arardı bizi, meraktan ölmezdik!” İşte bu istek öyle güçlü geçti ki kalbimden, bazen acaba bugünkü robotik hayatın inşasında harekete geçirdiğim enerjinin rolü mü var diyerek hafiften suçlarım kendimi. Neyse ki kardeşim sağ salim gelmişti de daha ötesini geçirmedim aklımdan, mesela “keşke ışınlanabilsek” de diyebilirdim.

Şaka bir yana, o güzel dönemleri yaşadığım için mutluyum. Dostlarımla yıllarca uzak düşmek, farklı şehirlerde hatta farklı ülkelerde yaşamak zorunda kalsak da, tekrar biraraya geldiğimizde hiç ayrılmamış gibiydik. Demek ki o dönemlerde ürettiklerimizi, araya ne girerse girsin kolay harcayamıyorduk.

Bu biraz da içini burkuyor insanın; yirmili yaşlarındaki zamanımızın gençleri bu şansa sahip olmadı. İnternetin içine doğdular, bu mekanik, her şeye erişimin zahmetsiz ve hızlı olduğu çağda, anlam kalmadı sanki.

Tuhaf trendler uydurulup hemen tüketiliyor. Belki de biyük şirketlerin reklam yöntemi olarak doğan fikirlerin ucunun nereye dayanacağı belli olmuyor. Bir beden duruşu moda oluyor, dünyanın farklı yerlerindeki on milyonlarca kişi, o garip hareketleri yaparken kendini filme çekiyor ve başkalarına gösteriyor. Sebep ne olabilir? Nasıl bir duygu içeriyor bu? Benim hiçbir fikrim yok inanın, anlamıyorum çünkü.

Yemeğini yerken masayı çekiyor, hemen paylaşıyor. Burda ne hissediliyor olabilir? Yediği yemekleri milyonlara gösterdiğinde nasıl bir tatmin duyuluyor olabilir?

Kitaplar, onbeş yaşındaki çocuklar tarafından kopya ediliyor, farklı isimlerle, birkaç detayı üzerinde oynandıktan sonra piyasaya sürülüyor. Başkalarının yaptığı müziğin üzerine kahvehane sohbetinde sarfedilen sözler oturtulup milyonlarca izlenme sayısı alıyor ve albümleri satıyor. Pek çok ünlü eser dijital ortama alınıp üzerinde oynanıyor, yazarlara ait olmayan sözler öyleymiş gibi paylaşılıp yanıltıcı ortamlar yaratılıyor. Burda temel amacın ne olduğundan çok çirkinliğe dikkatinizi çekmek istiyorum. Çok büyük bir can sıkıntısı var insanoğlunda, tüm dünyada her şey anında harcanıp yeni bir tuhaflık icat ediliyor.

Üç beş yaşında çocukların aşçılık yapması, şarkıcılık yapması, filmlerde yetişkinlere has jest mimikler yaptırılması, aşktan, evlilikten bahsettirilmesi belki sevimli görünüyor ama görüntüleri milyonlarla paylaşılınca onun özgür iradesine danışılmamış oluyor. Kendi kararlarını veremeyecek durumdaki çocukların, yaşlıların, hastaların, farklı problemleri olanların bilinçlice evet diyemeyecekleri durumlarda yer almaları, üzerinde düşünmeyi gerektirmiyor mu?

Evet son şanslı nesildenim dedim, bunu söylerken ilk kriterim duygudan yoksun olunmayan son dönemleri yaşamışlığımız. Belki daha önceki nesiller daha da şanslı. Öyle güzel şeyler biriktirmişiz ki bu, robotlarla sohbete sıra gelen çağda, yeri geliyor kendimize sıcacık, sohbet dolu, mütevazi anlar ve alanları hemen yaratıp tadına varabiliyoruz. Elimizde kalan en değerli şeyimizi, insanlığımızı, duygularımızı yapay zekaya yedirmeyiz!

Ey yapay zeka! Az ötede dur! Ben! Bir dostla kısır börek yemenin, üstüne kahve içerken okuduğumuz kitapla ilgili sohbetin tadını bilen ben, yani şanslı nesil çocuğu, gözümü kırpmadan çekerim fişi!

İşte o kadar…

 
Toplam blog
: 51
: 197
Kayıt tarihi
: 15.12.17
 
 

Evrensel enerjiler ve kişisel gelişim. ..