Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Nevi şahsına münhasır kadın

http://blog.milliyet.com.tr/sahsinamunhasir

14 Mart '18

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim

Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim
 

Yeni bir hayat nasıl da mümkün !


Kasım ayında özel bir şirkette işe başladım. Özel bir şirket dediysem çağrı merkezi. Dedim ''kızım sen konuşkansın bir süre hem düzenli para kazanırsın hem bankalar tepende yavaştan yavaştan borçları ödersin biraz''. Eğitim, çağrı dinleme derken çağrı merkezi dili ile hatta girdim. Görevlisi olduğum firma da sıfır müşteri memnuniyeti olan ve sadece satış odaklı bir firma ve Türkiye'nin en önde gelen firmalarından da biri. Tabi o zamanlar bunu bilmiyorum daha önce de çağrı merkezi tecrübem yok.

İlk günler ilk heyecan derken başladım çalışmaya. Bir müşteri, iki müşteri derken müşterilerle konuştukça şaşırıp kalıyorum. Kimse memnun değil, herkes şikayetçi ve herkes çok da haklı. Firma çok büyük çok tanınır ama içini bilemiyorum tanımıyorum tabi daha o zaman .Ve benim görevim de o iş yerinde müşterilerin sözleşmelerini yenileyerek devamlılığını sağlamak. Bir hafta, iki hafta derken ben iyice ''ben ne yapıyorum,bu insanlar bu kadar şikayetçi ve şikayetlerinde de haklı iken onları tekrardan bu firmaya bağlamaya çalışıyorum''  diye düşünüyorum . Pek de uğraşmıyorum da zaten satış yapmak  için, takım lideri hanım sürekli işi anlamadığımı düşünüyor ama aksine ben çok iyi anladığım için, işi yapmıyorum farkında değil sürekli beni çağırıyor yanına iki saat nasıl satış yapacağımı anlatıyor.

Bir gün bir genç kızla konuşuyorum ama ne konuşmak kız cinnet geçiriyor hattın diğer ucunda ve  7 dakika başına gelenleri anlatıyor öylece dinliyorum canını sevdiğim üzgün kızı.

İş şu; müşteri anlatır, sen dinlersin ya da dinlemezsin vicdanına kalmış sonra ince bir damardan girip güven kazanıp sözleşmesini yenilersin.

Derin bir nefes alıyorum, ''bakın şu an bir kadın olarak sizin sağlığınız için görüşmeyi sonlandıralım çok gerildiniz ve şu anda gerçekten sağlığınız için endişeniyorum'' diyebiliyorum. Canım kız arada tansiyonum yükseldi, şekerim çıktı diye bağırıyor o kadar kızgın ki. Velhasıl görüşme bitiyor ama ben de bitiyorum. Gidiyorum takım liderin masasına ''bana yol göründü'' diyorum. Klasik maaşın günün de yatması, müşterilerin abartması, şirketin arada bir verdiği 50 liralık hediye çeklerinden bahsediyor koca gözlü bütün gün ''satış yapın'' diye bağıran takım lideri. Bu işin bana uygun olmaması ve bir geleceğim olmayacağından bahsediyorum.. Yeni bir hayattan, ve bu hayatın mümkün olduğundan kimseyi kandırmadan, yalan söylemeden, onun tabiri ile sanat sepet işleriyle yaşamak istediğimden bahsediyorum. Gözlerin de hala 50 liralık çeklerin cezbediciliği ile bakmaya devam ediyor takım lideri hanım ve bu işlerin hobi olabileceğinden bahsediyor. ''Ben burada ölürüm'' diyebiliyorum, ''yaşarken diri diri ölürüm... Karakterimden ödün veririm,değişirim ki bu değişim hiç hoş olmaz mesleki deformasyona uğrarım vicdansızlaşırım'' diyorum ve sonuna ''sizin gibi''  diye bir nefeste tüm nefretimi ekleyip çantamı, eşyalarımı alıp basıyorum istifayı, atıyorum kendimi dışarı.

Derin bir nefes alıyorum küçük bir resim sergisi gezip kordon boyuna gidip bir bira içiyorum.

Sonra düşünmeye başlıyorum neden herkes biribirini kandırmak zorunda olsun ki..!
Neden bütün gün sevmediğimiz işler de çalışıp aldığımız maaşın yarısını zaten o işe gidip gelmek ve yol,yemek, sigara vs parası için harcayıp, ay sonunda elimize kalan üç kuruş için belki otobüste yer verdiğimiz teyzeyi, kazara çarpışıp gülümseyerek özür dilediğimiz genç kızı, evlilik hazırlığı yapan gırtlağa kadar borca batmış genci kandıralım ki..!

Yolu yok mu sahiden başka? Neden olmasın..!
Evet, hayat pahalı evet iş hayatı önemli ama bir işin sonunda bir insana zarar veriyorsak kandırıyorsak ve bunu kimseye zarar vermeden,onurundan karakterinden ödün vermeden yapmak da mümkünken neden biribirmizi kandıralım. Biz bir insanı kandırdığımız da başka bir insan da bizi kandırmıyor mu sonradan..? Kızmıyor muyuz o zaman ''ulan dünya da namuslu insan kalmamış'' diye feryat etmiyor muyuz..?

Başka bir hayat mümkün değil mi?
Ah nasıl da mümkün..!
Bu tüketim çılgınlığı, her şeye sahip olma isteği ne zaman biter acaba..?

Eskiden herkes kendi halinde yaşardı. Zengin gene zengin yaşardı ama nasıl yaşadığını göremezdi orta gelirli, işcisi, köylüsü.Şimdi bir tuşla özel uçakları, milyon dolarlık evleri, bir giydiği elbiseyi bir daha giymeyen kadınları, adamları görüyoruz. Özeniyoruz, istiyoruz alıyoruz da alıyoruz. Sonunda sevmediğimiz işlere, hiç işe yaramayan tonlarca kıyafete sanki başkası için dizayn edilmiş oyuncak bebek evi gibi evlere sahip oluyoruz.

Bence ya köyümüze dönelim eskisi gibi; aslında sadece ihtiyacımız olan şeylere sahip olalım; topraktan domatesi, undan ekmeği, tavuktan yumurtayı alalım ya da metropol de yaşıyorsak da bu kadar tüketmek yerine dünyayı gezmek için harcayalım enerjimizi. Evde hiç giyilmeyen gömleğin, daha taksidini bitirmeden yenisine borçlandığımız kamerasının bilmem kaç pixell daha fazla olmasını istediğiniz ama aslında arada ki farkı bile anlamadığınız telefonunumuzun, devasa yaşam ünitelerimizin bize bir faydası yok ki.

Daha nice yerler varken dünya da görmediğimiz , nice insan varken tanışmadığımız , ne kadar çok yemek varken tatmadığımız neden hiç uzak diyarları düşlemeyiz..?,

Hayat bizim, zaman bizim ve her gün bizden gidiyor. Günü gelince Sadri Alışık ustanın dediği gibi; ''hepimiz elveda hayat şarkısını söyleyeceğiz ve göçüp gideceğiz...''

Bu kadar stres, sıkıntı, üzüntü neden ?
Sabah, akşam mesai bitsin diye, akşam hafta sonu gelsin diye , hafta sonu ay başı maaş yatsın diye beklemek için mi?

Bu mu gerçekten yaşamak.
Bu değil bu olmamalı.

Nazım Hikmet'in dediği gibi ''yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşcesine'' olmalı...

 

 
Toplam blog
: 3
: 122
Kayıt tarihi
: 14.03.18
 
 

. ..