Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '11

 
Kategori
Haftasonu
 

Hafta sonu manzaraları

Hafta sonu manzaraları
 

Ata Kemâl Şahin arkadaşıma ithafımdır...

Geçen pazar denize gitmek için yola çıktık. Konyaaltı Plajı bize çok yakın olmasına rağmen değişiklik olsun diye, son anda İncekum'a gitmeye karar verdik. Baharın son günlerinde gittiğimizde hayran kalmıştık çünkü İncekum'a. Her yer pırıl pırıldı, çam ağaçlarında kuşlar cıvıldıyordu, deniz çarşaf gibi durgundu ve tatlı bir esinti vardı. Bize göre henüz ısınmamış denize giren birkaç turist vardı, imrenmiştik onlara. Yeni açılan bir cafede oturup bir şeyler içmiş ve yaz gelince buraya gelip denize girelim diye karar vermiştik.

İncekum'a girdiğimizde ' Çok Film Hareketler Bunlar ' filmindeki gibi bir sahneyle karşılaştık. Halısını, kilimini, yastığını, çarşafını kapan İncekum'a gelmişti. Sanırsınız Kakava Şenlikleri yapılıyor İncekum'da. Asla o şenliği küçümsediğim için vermiyorum bu örneği. Gözünüzde ancak canlandırabilirim halkımızın oradaki hallerini. Örnekse; genç ve modern iki aile piknik masasının oturma yerine önce iki yastık ( hem de yatakta kullanılan yastıklardan ), arasına da çarşaf koydular. Sanırım kahvaltı ve deniz sonrası uyumayı düşünüyorlardı. O hengâmede nasıl uyunacaksa!!!

Semaverlerin dumanı her yeri kaplamıştı, rüzgârla külleri savruluyordu insanların üstüne doğru. Cafenin masalarından birinde oturup çay istedik. O arada ben masanın ayaklarını düzeltmeye çalışıyordum, gelen çaylar dökülmesin diye. Garson gelip açıklama yaptı; akşam biri masanın üstüne çıkmış, hamak kurmaya çalışmıştı, masanın ayakları ondan oturmuyor olabilirdi. Birden gözümün önüne kumlu ayakları ve beyaz atletiyle masanın üstüne çıkmış karayağız bir delikanlı geldi ve tadım kaçtı. Masanın üstü temiz olduğu için bu görüntüyü hemen kovaladım zihnimden.

Çayın yanında yediğimiz sandviçler bitince oğlum ekmek istedi bir başka garsondan. Garson az sonra elinde ekmekle geldi.' Bunda tuhaf olan ne var? ' diyebilirsiniz. Garson, ekmeği dilimlenmiş ve ekmek sepetine konmuş olarak getirmedi, eline bütün bir ekmeği alıp getirdi. Çayların parasını ödeyip, ekmeği de masada bırakıp derhal terkettik cafeyi. Denize girmek zaten mümkün değildi, metrekareye iki insan düşüyordu neredeyse.

Denize girebileceğimiz en yakın yer Alanya'ydı. Kalearkası'nın sahili akvaryum kumu ile, diğer sahil ise ince kum ile kaplıdır. Tercihimizi Kalearkası'ndan yana kullandık. Plaj kalabalıktı ama temizdi. Turistlerin en çok tercih ettiği yerdir Kalearkası sahili. Alanya'da turiste hizmet veren herkes - pazarcı kadınlar da dahil - kusursuz Almanca konuşurlar, hem de doğru aksanla . Plajda görevli gençler çok sevimli ve ilgiliydi, turistlere sürekli espri (!) yapmalarını saymazsak.

Deniz sonrası duşlara geldiğimizde turizmin gerçek yüzü çıkıyordu ortaya. 4 duştan 2'si çalışmıyordu, kör tapa takılmıştı vanaları yerine. Çalışan iki duşun duş başlıkları yoktu ve su sicim gibi akıyordu. Bu yüzden yerdeki sulama hortumunu kapmak için sıraya giriyordu herkes:)

Biraz Alanya'yı dolaştık ve bir şeyler yemek için ilçenin merkezindeki lokantalardan birine girip oturduk. Siparişlerimizi verdik ve öncelikle su istediğimizi belirttik. Servis tabakları kondu ama su daha yoktu ortada. Başka bir garsona seslendim ve diğer garsonun su getirmeyi unuttuğunu, ona bilgi verip su getirmesini söyledim. Bu sırada içeceklerimiz geldi ama ortada gene su yoktu. Bu kez tepem attı! Çünkü ben yemeğin yanında içeceğim her ne ise yiyeceklerle aynı anda gelmesini isterim. Zaten hava sıcak, yemekler gelene kadar içeceğim ılısın istemem asla. Bizden ilk siparişi alan ve ilk su istediğim garson yanımızdan geçerken su konusunu hatırlattım ve üçüncü kez su istediğimi söyledim. İçeri girdi ve diğer garsonu azarladı, sanki tek suçlu oymuş gibi.

Bu sırada bizler boş servis tabaklarımızı seyretmedeydik, çünkü masaya hiçbir şey servis edilmemişti. Oysa yanımızdaki masaya sıcak lavaş, tereyağ, ezmeler gelmişti. Canımı sıkmamamı söyledi bizimkiler, sustum:) Biraz sonra yemeklerimiz geldi ve garson boş servis tabaklarımızı alıp yerine yemeklerimizi koydu. Boş tabakları show amacıyla mı getirdiğini sormamak ve tadımızı kaçırmamak için kendimi zor tuttum. Yemek sonrası ıslak mendil sorduğumda ise; kalmadığını, yerine kolonya getirebileceklerini söylediler:)

Sonra sahilde dolaştık ve limana doğru gittik. Tersane, Kızıl Kule derken Harbour Restaurant Cafe'ye oturup bir şeyler içelim dedik. İçeri girince garsona cafe bölümünü sordum, eliyle en uç tarafı gösterdi. En güzel manzaralı yerdi doğrusu. Yaklaşık 15 dakika bekledik, ne gelen var ne giden. Arada kasada oturan bir bayan bize doğru bakıyor, sonra da gazetesine dalıp gidiyordu. Dayanamayıp karşıdaki cafeye gitmek üzere kalktık. Tabii beni tembihlediler çıtımı çıkartmamam konusunda:) Ev halkı bilir ki kibarca ama can yakarak söylerim sözümü. Eşim en arkadaydı. Bir de baktım ki eşim yakalamış görevliyi, ilgisizliğin, dolayısıyla terbiyesizliğin hesabını soruyor:)

Karşıdaki cafe daha az esintili olduğu için müşterisi çok azdı. Ama yeni limanı gören manzarası çok hoştu doğrusu. Garson hemen geldi, en sevimli ve en efendi haliyle siparişlerimizi aldı ve derhal getirdi. Ismarladığım dondurma bir yemek dergisinin sayfasında fotoğrafı basılacak kadar güzel bir sunumla gelmişti. Tabii onunla birlikte benim neşem de yerine geldi:) Sonunda garsonun biri adam yerine koymuştu bizi, en çok buna sevindim:)

Şimdi düşünüyorum da; şehrimize Ocak ayından bu yana 4 milyonu aşkın turist gelmiş, yerli turistin dışında. Ben Alanya doğumluyum. Adını duyunca bile içim titrer Alanya için. Çünkü hep Antalya'da yaşadım ben. Alanya'ya sadece bir, ya da birkaç günlüğüne gidebiliyoruz, o da tatillerde. Burnumda tütüyor bir ay görmeyince. Ama hizmet sektörü yüzünden her gidişimde sinir katsayımı yükseltecek sayısız tatsızlık yaşıyorum. 4 milyon turistin büyük bir bölümü ilçelere gidiyor. Benim katlanamadığım onca şeye nasıl katlandıklarını cidden merak ediyorum.

Kalearkası'nda garsonlar 3 cm eninde dilimlenmiş karpuz servis ediyorlar plajdakilere. Böylelikle tanesi 3 TL olan karpuzun fiyatı 30 TL'ye falan geliyor. Bir karpuzdan kazandıklarını duş başlığı için harcamak ne akıllarına, ne de işlerine gelmiyor işletmecilerin. Antalya için de durum aynı. Hizmet sektörü kesinlikle sınıfta kalmıştır şehrimizde. Kenarı kırık tabaklarla, tabağa dökülmüş cappuccinolarla, dökülmemiş kül tablalarıyla, anayolun dibinde egzoz dumanıyla tütsülenmiş dönerlerle, akşamüstleri palmiyeli yolun ortasına yığılmış, içinden pis sular sızan kocaman, mavi çöp poşetleriyle, sardalya kutusu gibi içine insan tıkılmış dolmuşlarla karşılıyoruz turistleri.

Turizmin adının bilinmediği yıllarda öyle güzeldi ki benim şehrim. Daha masaya oturur oturmaz garson buz gibi şehir şebeke suyu dolu sürahiyi masanın üstüne koyar, hatırımızı sorup öyle alırdı siparişlerimizi. Ve o su için asla para alınmazdı, ayıptı çünkü. Şimdi ise pet şişeyle ve de paramızla su içmek için üç kez yalvarmamız gerekiyor garsonlara. Şeytan diyor ki bütün garsonları kampa sok, başlarına da Batuhan Piatti gibi on tane şef ver, bak nasıl düzeliyorlar bir haftada. Batuhan Piatti, senden de özür diliyorum, başlarda sana kızdığım için. Meğer en doğrusunu yapıyormuşsun!

 
Toplam blog
: 261
: 2212
Kayıt tarihi
: 23.07.07
 
 

1954 Antalya doğumlu ve Antalyalı'yım. Ülkemin ve özellikle bu şehrin sevdalısıyım. Sanatın pek çok ..