Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '07

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Hain tırtıl pis tırtıl...

Hain tırtıl pis tırtıl...
 

Güzü başkadır memleketimin…

Yazın yeşil ala, alı mora, sarıya dönüşür…

Renk senfonisi rüzgarla dans eder…

Bu büyülü ortamda kuşlar yeni bestelerini şakır…

Çocukluğumun ulu ceviz ağaçları armağanlarını verir…

Sularında çimdiğim Kara boğaz deresi daha bir coşkun akar, beni çağırır…

Bu çağrıya uyar her güz giderim köyüme…

Yine bir eylül günü yola çıktım.

Bilirdim önce kavak ağaçları bürünürdü, aşağıdan kımızı başlar, yukarıya doğru sarı olur, zirveleri yeşildir. Samsun’dan Çarşamba’ya doğru yaklaşırken kavaklar güzün geldiğini unutmuştu sanki. Sadece yeşildi. Soluk yeşil.

Çarşamba’yı geçtik. Fındık bahçeleri de bir tuhaftı…

Yeşil, sarı ve diğer renkler yoktu…

Kahverengi vardı. Sadece kahverengi…Söğüt ağaçları da… Dişbudaklar da… Çınarlar da… Hepsi ama hepsi kahverengine bürünmüştü.

Önce renk yeteneğimi kaybettiğimi düşündüm… Ara sıra okuduğum kitabıma şöyle bir göz attım… Okuyabiliyordum…

Sorun otobüsün camında olmalıydı. Işığın geldiği açı camda renklerin kaybolmasına sebep oluyordu belki de…Üzerinde fazla durmadım…

Terme’ye dört kilometre kala indim otobüsten… Yürüdüm Kara boğaz kanalı boyunca… Tuhaflık devam ediyordu… Fındık bahçeleri… Böğürtlenlere kadar her şey kahverengiydi… Bahçelerden birine girdim. Manzara korkunçtu.

Tırtıllar..

Milyonlarca tırtıl bir tek yaprak bırakmadan bitirmişlerdi…

Fındık yaprakları yetmediğinden diğer ağaçların dalları da nasibini almıştı bu istiladan… Geriye sadece yaprakların kahverengi damarları iskelet şeklinde kaldığından bu renk hakimdi. Geçmişte tırtıl istilası olurdu. Ama hiçbir zaman bu boyuta ulaşmamıştı saldırı. Hasat bittiğinden olsa gerek kimse aldırmıyordu tırtıllara…

On beş dakikalık yürüyüşten sonra köyüme ulaştım…

Yine istila yine saldırı…

Zaman zaman kafamı dinlemek üzere geldiğim kulübemin duvarları da tırtıl doluydu.

Bir an biyolojik bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuzu düşündüm… Yörede büyümüş biri olarak bilirdim, yapraklarda henüz yumurta halindeyken toplanması gerektiğini bu istilacıların… Öyle de yapılıyordu…

Durumu tanıdığım ziraatçılara aktardığımda bildik şeyler söylediler.

Ama bu başka bir şeydi…

Bir de bu dalkıran denen düşman var. Fındık dallarının özüne girer, bütün damarlarını keser, kurutur…

Belki de kullanılan zirai mücadele ilaçları bozmuştu ekosistemi…

Böcekler için insektisiti ayrı, yabani otlar ve dikenler için herbisiti ayrı,

Yıllardan beri mücadele edilir… Edilir de nafile… Onca zehir doğaya salınmamış gibi yayılmaya bahçeleri kurutmaya devam eder. Toprağın, suyun kirletilmesi cabası…

Zararlıları ortadan kaldıralım derken ekosistem harap edildi.

Gelecek yıllarda daha büyük tehlikelerle karşılaşacağımız açıktır.

Bireysel, sorumsuz ve bilinçsiz tarım metotlarını bırakıp çevreye saygıyı ön planda tutan çalışmalara öncelik verilmeli. Bunu yaparken Tarım Müdürlükleri çiftçiye her anlamda destek olmalı, yönlendirici rol oynamalıdır.

Çarşamba Ovası’nın doğu ucunda bunlar yaşanırken batısındaki uyuyan felaket uyanır. Samsun’da kurulu sözde mobil gerçekte mobil olmayan santralin yarattığı kirliliğin boyutları henüz belli değildir. Mahkeme kararıyla faaliyeti durdurulan mobil santral nasılsa yeniden havayı, suyu, toprağı zehirlemeye başlamıştır. Kuzeybatı yönlü hakim rüzgar karbon monoksit, asit, kükürt ve diğer zehirli bileşikler Çarşamba Ovası’na taşımaktadır. Faturası henüz çıkmamıştır.

Yetkililer mi… Onlar yetkilerini kullanıyor….

Çevremize saygılı olduğumuz sürece var olabileceğimizi ve sağlıklı bir yaşam sürebileceğimizi unutmamalıyız.

 
Toplam blog
: 165
: 3919
Kayıt tarihi
: 25.08.07
 
 

Samsun Terme Şuvayip Köyü'nde doğmuşum. İlk ve ortaokulu Terme'de, lise öğrenimimi Ünye'de tamala..