Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '15

 
Kategori
Deneme
 

Hak Verilmez Alınır

Hak Verilmez Alınır
 

Doğrudur! Hak ancak kendisini alanın rağbetinde somutlaşır. Tarihte hakların kanlı ve zor uğraşılar sonunda alındığı gerçeği de kayıtlıdır. Ancak kurumsallaşan ileri demokrasiler yüzünden bu hak alma uğraşısı artık eskisi kadar kanlı ve zorlu olmuyor. En azından artık silahlı devrim zorlaması gerekmiyor. Bence günümüz demokratik dünyasında bu söz, "hak, almak istemeyenin bile hakkıdır" kavramına evrilmiştir bile. Gene de halk tarafından sahiplenilip benimsenmeyen bir hak, demokrasi adına verilmiş olsa da alınmış sayılmaz.
 
Örneğin kadına seçme ve seçilme hakkını ilk tanımışlardan olmakla böbürleniriz de bu hakkın hâlâ daha istekle ve etkin biçimde alınmış olmayışından çok da alınmayız. Bu bağlamda "hak verilmez alınır" sözü cuk oturmaktadır aslında. Sözün özü bence, hak verilmiş olsa bile onu alan yoksa o hakkın gerçekliği de yoktur demeye gelir... Şairin, (Attilâ İlhan) "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular" demesi gibidir...
 
Özgürlükçü demokrasiyle bağdaşır olan hakkımızı almaya istekli ve azimli olmak yetmez; o hakkın kullanımını da öğrenmek zorundayız. Verilmiş olsa bile, almaya çekindiğimiz ya da demokratik adalet düzeyinde kullanılabilir koşulları oluşturulmamış bir hakkın kayıtta olduğu halde kullanımda olmayan para biriminden ileri hükmü olmaz... Ancak, bilmeliyiz ki, ne denli hak edilmiş olsa bile demokrasilerde yasal güvence altına alınmamış bir hakkın kullanılması da demokrasinin başını ağrıtabilir. Çünkü demokrasi hakların hukukunu belirlemeden işletilemez.
 
* “Hak verilmez, alınır” demişler demesine de bu sözdeki “verilmez” kısmı bence insan uygarlığı özelliği yapılamaz. Sözün doğrudan gerçeklik anlamı olsa olsa hayvanlar âleminde geçerlidir. Hayvanlar doğal olarak haklarını alırlar da hak vermeyi düşünmezler.
 
İnsanlık âleminde işler farklı yürür. İnsan olan, her şeyin hakkını vermeyi ve her şeyden hakkını almayı aynı değerde erdemden sayar. Bu erdemli davranışa bağlanarak, “Hak verilir, hakkıyla da alınır” demek bence daha uygun düşüyor. Ayrıca kendiliğinden, yani bir alma zorlamasına tutulmadan verilen hak vicdanlı olmanın erdemindendir…
 
* “Her millet lâyık olduğu şekilde yönetilir” demiştir Montesquieu
 
Demokrasilerde bu söz yönetenlerin vicdanını rahatlatmak için söylenmiş değildir; daha çok, yöneticilerini seçen ve denetleyenlere söylenmiştir. Aslında seçen de, seçilen de toplumu en iyisine lâyık etmekle sorumludur. Yani toplum önce kendi içinden en iyileri yönetici olarak seçmeye gayret etmelidir. Sonra da seçim sonucuyla oluşacak iktidar gücünü demokratik örgütsel denetime alacaktır. Bu denetleyici sorgulamayı beceremeyen toplumlara, "Her toplum lâyık olduğu biçimde yönetilir" iğnelemesi yapılır.
 
Toplumu yöneten ve yönetilen insanlara bölerek bu söze muhatap ararsak, özdeki anlamını görmeyebiliriz. Bilmeliyiz ki yöneten de yönetilen de toplumun kendisidir. Sözün özü bir şeyin kendi değerine lâyık olabilmesidir. Bu bağlamda ben bu sözü diyalektik bir gerçekliğin ifadesi görmekteyim. Erişilen uygarlık düzeyi, toplumun kendine lâyık gördüğü geleceğe bedel olacak emek ve anamal hakkını belirleyen adaletle ölçülür.
 
Çağdaşlaşmanın üst düzeyine çıkma arzusuyla düşünüp örgütlenmeyen toplumlar bu özdeyişe lâyık özne yapamazlar; yapamazlar, çünkü neye lâyık olacaklarını hayal bile etmemişlerdir. Çünkü onlar sadece kendilerini yönetenlere uymayı seçmişlerdir. İleri uygarlık hedefine ilerletilen demokrasiyi benimseyip bilinçsel içselleştirme yapamamış toplumların yöneticileri de zaten toplumun uygarlık lâyığını yönetimsel bir amaç edinmezler; onlar toplumun değil de kendilerinin neye lâyık olduğunu yönetimin amacı yaparlar...
*
13 Mayıs 2014 Soma Kömür Madeni Faciası’nda ölen 301 işçi üzerinden bir hissiyat:
 
(MissDişi Kartal attığı “twitt” ile tam da benim algımı doğruluyor sanki) “İşçiye, canının sedyeden daha önemsiz olduğunu hissettiren şey neyse; işte Türkiye'de o şey neyse, ben ondan tiksiniyorum!” demiş.
 
Ben de aynı duygudayım! "Bu sedye zaten benim malım" diyebilecek özgüveni özlüyorum.
 
Kurtarılan Somalı kömür işçisinin sedyeye alınırken “çizmelerimi çıkarayım mı?” diye sorması, medyada yorumlandığı gibi ne işçinin Anadolu terbiyesinden ne millet malına saygıdandır; hatta kendi sözüyle belirtmiş olduğu, “bir sonraki arkadaşım temiz sedyeye alınsın istedim” gerçeği bile değildir. Bu “Anadolu terbiyesi” tarih boyunca “devlete kulluğu” ahlâk diye yutturan bir boyun eğdirme hilesidir. Somalı işçiyi çamurlu çizmeleriyle devlet malı sedyeye uzanmada tereddüt ettiren şey devlet kulu olma terbiyesinin bilinçaltı endişesidir.
 
Ne yapsak, bu halkı dövsek mi acep? Hani, "Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" denmiş ya! Atasözünün bir bildiği olabilir mi? Devletin kendine değil de kendinin devlete kul olduğunu sanan bilince kötek hayır eder mi? Etmez elbet!
 
Bence biz bu halkı zorunlu eğitim-öğretime çekelim. Hepsini demokratik yurttaşlık kurslarına tıkalım ve “Ben devletim!” deyinceye kadar salmayalım. Ancak böylece birçok kuşak sonrası kendi bireysel varlığının tüm insan varlıklarının kaynağı olduğu bilinciyle, yani kendini bilmiş bilinciyle özgür yaşamayı “Anadolu yiğitliği” saymaya başlar…
 
Nietzsche de benimle aynı kafada: “Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse bile, özgürlükten yana bir seçim yapamaz; sadece hizmetine gireceği yeni efendisini seçer. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, çoğu zaman düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!” diyor. (Ben buradaki cehaleti kendini bilmemiş bilinçsel davranışın tanımı olarak algılıyorum. Gene de ve her şeye rağmen demokrasi, uygarlığın insanlıkta gelişimi için en güvenilir toplumsal uzlaşı yoludur.)
 
Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..