Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

31 Aralık '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hakikatin Körüyüz

Hakikatin Körüyüz
 

Eskiden suyu içerdik testiden, günümüzde hepimiz zenginiz…


Aslında Hepimiz Zenginiz

Yakın geçmişte, şehir şebekeleri yoktu. Eski mahallelerde özellikle de varlıklı bilinenlerin yerleşim yerlerinde, ahalinin su ihtiyacı büyük oranda çeşmelerden sağlanırdı. Sonraları durumları iyi olanlar evlerinin hanaylarına, arka bahçeye açılan avlularına kendilerine özel kuyu açtırdılar. Lakin bu kuyulardan çekilen sular güvenilir olmadığından, daha çok çamaşır yıkamalarında kullanılırdı. Yemeklik ve içmelik su ihtiyaçları mahallenin camisinden testilerle temin edilirdi. Cami şadırvanlarında bulunan çeşmelerden soğuk kaynak suları akardı. Mahalleli buralardan namaz vakitleri dışında, testilerle evinin su ihtiyacını giderirdi. Kimse kullandığı su için para pul ödemezdi. Fakat hayır dualarını da dillerinden düşürmezlerdi.

Varlıklı ailelerin evinde bir de çamaşır yıkama kurnaları bulunurdu. Bu kurnalar, kuyuların hemen yanına kurulurdu. Bir tarafına da kazanlar konulur, altında meşe odunları yakılarak kuyudan çekilip doldurulan sular, kazanlarda kaynatılırdı. Çamaşırlar emek gücüyle elde yıkanırdı. Küllü suda ıslatılan çamaşırlar, bir süre bekletildikten sonra ya kille yahut arap sabunuyla çitilenerek, birkaç defa suyu değiştirilerek yıkanırdı. Elde ovalanan al çamaşırlar, akça pakça pek temiz olurlardı. Kalabalık ailelerde çamaşır yıkama işi gün boyu sürerdi. Zengin aileler yanlarında bu işlere bakacak, gerektiğinde yemek yapacak ‘kalfa’ namında kadın hizmetkâr çalıştırırdı.

70li yılların ortalarına kadar kimsenin evinde çamaşır makinası bulunmuyordu. Şehir yöneticisi konumunda bulunan valinin, belediye başkanının evinde de kalfa kadınlar, hane halkının tüm çamaşırlarını elde yıkarlardı. Ayrıca valinin, belediye başkanının mesai vakitlerinde giydikleri Frenk gömleklerinin yakaları ile kol ağızlarını yine kalfalar kolalarlardı. Ütüler, kola harici görülen yerlerin buruşukluğu giderilecek kadar yapılırdı. Ütü denilen eşya da her evde bulunmazdı. Varlıklı kimselerin evlerinde bulunan döküm kömür sobalarından alınan korlar, tahta saplı, ağır metal ütünün üstten açılan kapağından içine doldurulur, kömürler sönünceye kadar ütü işlemi sonlandırılmış olurdu. Fakir aileler, genelde tenekeden yapılma odun sobası kullanırlardı. Odunlar, eşek yüküyle evlerin önüne kadar gelip satılırdı.

Buzdolabı yoktu kimselerde… Tel dolapta beklerdi yağlar, ballar, artıp kalmış yemekler… Tel dolaplar ahşap mutfakların kıyısında, kenarında bulunmazdı. Mutfağın tam orta yerine, tavana bir demir kancayla asılırdı. Neden? Herkes uyurken bıyıklı konuklar dadanmasın,  diye… Malum fareler eski ahşap evlerden eksik olmazlardı. Buna önlem için çoğu evde tekir cinsi kediler beslenirdi. Tekirin iyi avcı olduğu düşünülürdü. Ekmeklerde kutulara değil, ekmek teknelerinde muhafaza edilirdi. Yemekler yer sofralarında, sinilerde yenilirdi. Çoğunlukla bir tabağa, çok kaşık dalardı.

Zaman içinde hayırseverlerinde desteğiyle, belediye ekiplerince sokak aralarına çeşmeler yapıldı. Bu çeşmelerde su sürekli akardı. Üzerinde öyle açılır kapanır bir musluk yoktu. Genelde ‘’L’’ şeklinde kalın bir boru ve zincirle bağlı bakır bir tas yeterli olurdu. Sadece insanların içme suyu ihtiyacı karşılanmaz aynı zamanda halı, kilim, yün hatta bulaşık bile yıkanırdı.

Şehirlerin lüks araçları faytonlardı. Çocukken arkalarına takışır, faytoncu fark ettiğinde kamçıyı geriye doğru şaklatırdı. Münasip bir yerlerine kapçı yiyenler, bir daha fayton görmekten bile sakınırdı. Faytonlar haftanın belli günlerinde sinema afişi dağıtılırdı. Sinemacı gün boyu tutuğu faytoncuyu mahalle aralarında dolandırır, sokakta gördüklerine karşı haftanın filmlerinin afişlerini fırlatırdı. Haftanın Cuma günleri kadınlar matinesinde iki ayrı film ardarda gösterilirdi.

Evliler eşleriyle beraber, sinemaya genellikle yaz akşamları, yazlık sinemalara giderlerdi. O günlere göre lüks yaşam bu filmlerden göze serilirdi. Ev hanımları beyaz perdede gördüklerini komşu gezmelerinde konu yaparlardı. “Ne güzel evler” diye iç geçirmeler, o günlerin başlangıcındaydı. Kocalar bu halleri “El de olan, bey de olmaz” diyerek, baştan savarlardı.

Yine de pek çok koca karısıyla akşamları sinemaya gitmekten geri kalmazlardı. Açık havada film izlemek herkese keyif verirdi. Hey gidi günler, o günler insanlar kendini ne çok mutlu sanırdı.

Belki de gerçekten öyleydiler, az eşya az tasa. Dolu değilse de kasa, borç takıntısı da olmazdı kafalarda… Günümüzde herkeste her şey var. Lakin hakikatin körüyüz, sahip olduklarımızın kıymetlerini bilemiyoruz...

Ayfer AYTAÇ- ayferaytaç.com

 

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..